Sevgili, Arsız Devlet! Demek, Güçlükonak Katliamını Sen Yaptın!

guclukonak_katliamihizbullah_ozel_harekat_agarGün geçmiyor ki, devletin eski bir mensubu, eski bir polisi, eski bir bakanı, itiraflarıyla gündemi sarssın, devletin iç yüzünü bir kez daha ortaya döksün. Daha geçenlerde dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Adnan Erkmen’den işitiyoruz ki, 1996’daki Güçlükonak katliamını PKK değil, devlet gerçekleştirmiş. 13 yıl boyunca nedense gıkı çıkmayan vicdanının artık bu yükü kaldıramadığını söyleyen eski bakan Adnan Ekmen, Ergenekon davasının Fırat’ın ötesine geçmesi gerektiğini söylüyor ve PKK’nin ilan ettiği ateşkes sürerken Güçlükonak’ta 11 köylünün kurşunlanıp yakılmasının PKK’nin değil JİTEM’in işi olduğunu itiraf ediyor. Katliamda yakılanların kimliklerinin askerden çıktığını açıklayan Ekmen, “Araştırınca arkasından devlet çıktı. Tanıklar korkunca, biz de üzerine gidemedik. Ergenekon Savcısı’na anlatırım” diyor. Tam da aynı günlerde bu sefer eski Turizm ve Tanıtma Bakanı Orhan Birgit, 1955 yılının 6-7 Eylül günlerinde İstanbul’daki Rum azınlığa yönelik linç olaylarının fitilini ateşleyen süreçte olayların organizatörü olduğunu itiraf ediyor. Birgit, Mustafa Kemal’in Selanik’teki evine yönelik bombalı saldırının ise MİT tarafından gerçekleştirildiğini söylüyor.
Bir başka gün, bu kez eski eminiyet müdürü Mehmet Ağar’ı, eski özel hareket tim komutanı İbrahim Şahin ve devlet desteğiyle örgütlenip binlerce katliamı gerçekleştiren Hizbullah üyeleriyle aynı fotoğraf karesinde görüyoruz. Yine çok geçmiyor, bu kez PKK itirafçısı Abdülkadir Aygan, Doğu ve Güneydoğu’da 90’lı yıllarda gerçekleşen bine yakın faili meçhul cinayetin gerçek failinin şu an Ergenekon davasında tutuklu eski JİTEM lideri Levent Ersöz ve ekibi olduğunu açıklıyor.

Her şey artık çok açık, her şey artık çok şeffaf.

Tam da aynı günlerde, tüm bu olayların açığa çıkmasına vesile olan Ergenekon davasında, tutuklular arasındaki son emekli orgeneral rütbeli şahıs, Hurşit Tolon salıveriliyor. Tam da aynı günlerde, Şemdinli’deki Umut Kitapevi’ni bombalayan astsubaylar hakkında “bilirim, onlar iyi çocuklardır” diyen yine bir eski orgeneral Yaşar Büyükanıt, basın ve kamuoyu önünde astsubaylara övgüsünü yineliyor, Şemdinli’de yapılanlara arka çıkıyor. Tam da aynı günlerde, Hakkari’nin Çukurca ilçesinde bir ev, ellerinde arama izni olmayan bir grup özel tim mensubu tarafından taranıyor ve basılıyor. Gelen şikayetler üzerine Çukurca Kaymakamı Abdullah Çiftçi, “bu olay beni aşıyor” diye itirafta bulunuyor. Tam da aynı günlerde, Hakkari’nin Yüksekova ilçesine bağlı İran sınırındaki Çobanpınar Jandarma Sınır Bölük Komutanlığı’nda askerlik yapan Ağrı Patnos’lu Burhan Güzelaydın, 30 Ocak akşamı kurşunla intihar ettiği iddia edilerek Yüksekova Devlet Hastanesi’ne kaldırılıyor. 31 Ocak’ta yaşamını yitiren askerin babası, askerde oğlunun sürekli dayak yediğini ve tehdit edildiğini söyleyerek Hakkari Cumhuriyet Savcılığı ve Hakkari Devlet Hastanesi’ne başvuruyor ve oğluna otopsi yapılmasını istiyor. Hakkari Cumhuriyet Savcılığı’nın talimatıyla hazırlanan otopsi raporunda Güzelaydın’ın intihar etmediği ve işkence sonucu öldürüldüğü belgeleniyor.

Evet, Ergenekon davası bir yandan AKP ve Tayyip Erdoğan’ın düşmanlarını tasfiye ederken, bir yandan da gerçek katilleri salıverip temize çıkarmayı sürdüredursun, bu ülkede devlet eliyle gerçekleşen katliamlar, cinayetler, soygunlar bu kez açıktan açığa, göz göre göre devam ediyor.

Evet, her şey artık çok açık, her şey artık çok şeffaf.

‘Derin Devlet’, yerini, işini yüzeyden ve açıkça yürüten ‘Arsız Devlet’e bırakmış anlaşılan.

Bu ‘Arsız Devlet’in başbakanı, tam da aynı günlerde Davos’ta, Gazze’deki katliamlarda sorumlu tuttuğu İsrail cumhurbaşkanı Peres’e “Siz insan öldürmeyi iyi bilirsiniz diyor.” Bunu söylerken, birilerinin çıkıp da bir gün kendisine “peki 2006 yılının Mart ayında Diyarbakır’da olaylar çıktığında ‘güvenlik güçleri kadın da olsa çocuk da olsa gerekeni yapacaktır’ diyen de sen değil miydin?” diye soracak olmasından en ufak bir kaygı, en ufak bir utanma duymuyor. Tıpkı seçimlere bir ay kala Dersim ve Batman’da açıktan açığa halka devlet eliyle beyaz eşya dağıtılmasının bilinip duyulmasından, doğalgaz indirimi, Kürtçe resmi kanal ve TRT’deki Alevi programlarının birer seçim rüşveti olduğunun açıkça ifşa edilmesinden utanmadığı gibi. Zira, işler artık çok açık, çok şeffaf yürütülüyor.

Evet, Güçlükonak’ta 1996’da 11 köylünün devlet tarafından öldürüldüğü belki çoktan beri biliniyordu, ama bugün ilk defa itiraf ediliyor. Yarın bir gün, bu kez Ergenekon davasının mimarı AKP iktidarda, Tayyip Erdoğan da başbakanken, Eylül 2007’de Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesi Beşağaç köyüne giden minibüste bulunan 12 vatadaşın kurşuna dizildiği ve hükümet ve genelkurmay tarafından sorumlusunun PKK olduğunun açıklandığı olayın yine devlet tarafından gerçekleştirildiği birileri tarafından itiraf edilirse artık kimse şaşırmayacak.

Çünkü artık derin devlet bitti, yerine arsız devlet geldi.
Ergenekon sağ olsun…

Kürtlerin Anarşizmle Dansı Mümkün Mü?

“Kederli ruhların desteklemek ve propagandasını yapmak için bir despota ihtiyaçları olduğu gibi, despotun da amacına ulaşmak için ruhların kederlenmesine ihtiyacı vardır.” [Deleuze]

kurt_anarsiKürtler evrensel bir hakikate yaslanmadan da meydan okumanın mümkün olduğunu keşfedecek bir tarihsel uğraktan geçiyor. Temsil ettiği veya ettirildiği bütün politik referans noktalarının ve hareketin bileşimlerinin iktidara hızla eklemlendiği bir konjonktürde yeni bir siyasal eksene ihtiyaç duyulduğu her Kürt için artık aşikâr. Tarih kimileri adına bir siyasal yanlışlar toplamıdır ne de olsa. Geçmişin ve örgütlenme biçiminin köklü bir sorgulanışından doğacak alternatif bir radikal politik ufka yelken açmanın toplumsal zemini şimdilik mevcut. İktidara yöneliş her şeye rağmen iktidar dışında kalmayı doğuruyorsa, umutsuzluğun girdabından tekil özgürlükler ırmaklarına küçük kulaçlar atmanın tam zamanıdır. Türkiye tarihinin en politikleşmiş siyasal öznesi olan bir halkın içkin anarşik coşkusuyla bu yorgun topraklarda özgürlüğün ve devrimin kara bayrağına dönüşmesi “aleyhistanda güçlü bir lehçe” yaratabilir. Örgüt ve partilerin katı hiyerarşik atmosferinde hiçleşmiş militan benliklerin ertelenmiş sosyallikleriyle buluşarak, devrim ilişkilerini gündelik hayatlarının hücrelerine yedirerek oluşturacakları bir siyasal kalkışmadan anlamlı sonuçlar beklemek kuvvetle muhtemel. Feodal ilişki ağının hükümranlarından kurtulmadan Marksist önder ve öncü kadroların mutlak otoritesini içselleştirmek zorunda kalmak, özgürleşme mücadelesine kalkışan Kürt bireyinin yaşadığı en büyük talihsizlikti belki de. “Efendiler kültü”nün, çağdaş tiranlıkların hiç eksik olmadığı bir tarihsel mirası devralmak bütün kaçış çizgilerinin daha baştan kaybedildiği bir direnişe gönüllü mağlup olarak razı olmak demekti. Her türlü stratejik ve taktik politikanın önceden belirlendiği, anlam ve yaratıcılık potansiyellerinin dondurulduğu, iktidarın dil ve davranış kodlarının örgüt disiplini adı altında yeniden üretildiği bir politik iklimden çıkmış bezgin ve savruk kimliklerin, özgür öznelere dönüşmesi elbette kolay değil. Ancak yaşanan deneyimlerin neyin istenmediği konusunda kalıcı -yaşanan- bir bellek ve bilinç yaratmış olması potansiyel bir kazanım olarak görülebilir. Kürt siyasal hareketinin içinde debelendiği bütün açmazlara karşın, hareketin yıllarca temsil ettiği sosyalist seküler kültürün daha özgürlükçü temellerde yeniden inşa edilmesi ve dönüştürülmesi tahmin edildiği kadar zor gözükmemekte. Politik söylemin “demokratik cumhuriyet veya demokratik konfederalizm” gibi argümanlarla iyice bulanıklaştırılması, hoşnutsuzlukların veya ikircikli ruh hallerinin gittikçe siyasal bir şizofreniye dönüşmesi kendi mecrasında dipten gelen özgürlükçü ve anti-otoriter akıntılar yaratmaya gebe. Ulusal Sorun ekseninden uzaklaşarak, tekil ve ötelenmiş sorunların analizine dayalı taleplerin dillendirilmesi ve çoğaltılması tarihi öneme sahip sonuçları da beraberinde getirecektir. Devletsiz, sınıfsız, cinsiyetçi ataerkil kültür kalıntılarının eritildiği, ekolojik yaşamla dengeli bir siyasal organizma her muhalif Kürdün yaşattığı bir ütopya olmasına karşın, toplumsal ve bireysel karşıtlıkların örgüt ve parti pratikleri aracılığıyla totalleştirilmesi, farklı inisiyatif ve temsiliyetlerin bastırılması – ötekileştirilmesi yaşanan krizin ana temelini oluşturmakta.
Çözüm ne ortodoks totalleştirici ideolojilere sarılmakta ne de burjuva demokratik cumhuriyetin uslu vatandaşı olmayı kabullenmekte yatıyor. Geçmişin toptan reddiyesi kolaycılığına itibar etmeden de “şimdideki gelecek”i örmek mümkün.
Okumaya devam et