Kürşad Kızıltuğ ile Söyleşi: "Devrim toplumda kurumsallaşmış ilişkilerin geriye döndürülemez şekilde dönüşmeye başlamasıdır"

22 Mart 2006

Söyleşenler: Kürşad Kızıltuğ ve Duygu Gül, Tuğba Diyar, Murat Güney,

Murat Güney: Senin için devrim ne ifade ediyor? Sence devrim bir süreç mi, bir kırılma anı mı yoksa bir ahval mı? Nasıl tanımlıyorsun devrimi?

Kürşad Kızıltuğ: Bana göre bir devrim toplumsal bir dönüşüm olarak kavranılması gereken bir şeydir. Burada ille de bugünkü toplumları siyasal bilimler olarak tanımlamamızı mümkün kılan ulus-devlet kavramına oturan bir ölçek üzerinden konuşmak zorunda değiliz. Devrim, bu ölçeği aşan veya bu ölçeğin altında daha küçük bir ölçeğe işaret eden bir şey de olabilir. Ama devrim eninde sonunda belirli bir toplumda kurumsallaşmış ilişkilerin geriye döndürülemez şekilde dönüşmeye başlaması ve bunun böylece devam etmesi sürecidir. Fakat dönüşüm deyince bir sürece yani bir zamana gönderme yapıyoruz. Zaman deyince de zamanı nasıl algıladığımıza bakmamız lazım. Eğer toplumu bir bütün, toplumsal değişimi tarihin varsayılan bir başlangıç noktasından bugüne ve bugünden geleceğe doğru gitmekte olan bir tarihsel evrim olarak kavrıyorsak, o zaman devrim dediğimiz şey burada büyük bir kırılma ve tarihin başka bir insanlık durumuna, başka bir ontolojik durumuna ya da insanın başka bir antropolojik durumuna geçişi olarak anlaşılıyor. Ama burada bence tehlikeli olan bir şey var. Çünkü buradan, tarihi sonlandırma gibi bir fikir kaçınılmaz olarak doğuyor: “Yani bir devrim gelecek, toplumda şu ya da bu problemler ortadan kalkacak ve başka bir insanlık evresine geçeceğiz.” Fakat bu zaten bu haliyle oldukça teleolojik bir yaklaşım ve bence sosyalizmin ve devletçi geleneklerin de kaçınamadığı teolojik düşünce geleneğiyle ilişkili. Çünkü en nihayetinde bunun komünal bir cennet vaad etmekten çok da farkı yok.
Okumaya devam et

Yemek Kültürünün Bilimkurgudaki Temsilleri

Otostopçunun galaksi rehberine göre, belli başlı her galaktik uygarlığın tarihi üç ayrı ve fark edilebilir aşamadan geçme eğilimidedir. Bu aşamalar; Hayatta Kalma, Sorgulama ve İncelikli düşünmedir; bir başka deyişle Nasıl, Neden ve Nerede aşamaları olarak bilinirler. Örneğin ilk aşama, “Nasıl Yiyebiliriz?” sorusuyla, ikinci aşama “Neden Yiyoruz?” sorusuyla, üçüncü aşamaysa “Öğle Yemeğini Nerede Yiyelim?” sorusuyla tanımlanabilmektedir.
Otostopçunun Galaksi Rehberi / Evrenin Sonundaki Restoran
-Douglas Adams-

Bilimkurgu edebiyatı ve sineması, bugün ve burada var olmayan, gelecekte veya farklı türden bir şimdi ya da geçmişte vuku bulması muhtemel bir düzeni tasvir etme çabasındadır. Ne var ki bilimkurgu, aslında tam da içinden çıktığı toplumun halihazırdaki meselelerinin tartışıldığı, eleştirildiği ve yadırgatıldığı bir laboratuar işlevi görür.
Yeme alışkanlıkları ve yemek kültürü de bilimkurgu eserlerinde tartışılan bir mevzu olarak sık sık karşımıza çıkar. Her ne kadar yemek kültürü veya yemeye dair bir unsur, bilimkurgu eserlerinin (en azından benim bildiklerim arasında) hiçbirinin ana temasını oluşturmasa da hemen her eser, yemek, sofra adabı, kıtlık-kuraklık, bolluk-bereket ve lüks tüketim, lokantaların işleyişi ve standartlaşma, yemek üzerinden kontrol ve denetim, genetik-biyolojik olarak belirlenmiş yemekler, gelecekte beslenme sorunlarının nasıl üstesinden gelineceği gibi konulara dair, aralara sıkıştırılmış ama aslında çok da ilginç birçok ayrıntı ile doludur. Dolayısıyla yemek yemek, bilimkurgunun ütopik yahut distopik birçok türünde bir karın doyurma hadisesinin ötesinde aslında gayet toplumsal, tarihsel, siyasi ve sosyolojik açılımlar sunar. Bundan dolayı yemek kültürünün bilimkurgudaki temsillerine yönelik bir araştırma, bu konu üzerine yapılmış birçok tarihsel ve antropolojik araştırma gibi de değerlendirilebilir. Öte yandan bilimkurgu, geleceğe yönelik olması dolayısıyla, tüm bunlara ilaveten ayrıca bir uyarı, bir eleştiri ve yadırgatma imkanı sunar.
Okumaya devam et

Çağan Irmak İle Söyleşi

Söyleşenler: Çağan Irmak, K. Murat Güney, Yasin Kaya

KMG: Çemberimde Gül Oya’da da Babam ve Oğlum’da da bir bölümüyle o dönemine değinme var. Bu tarihsel döneme yoğunlaşmanızın nedeni nedir?

ÇI: Sadece kendi içsel yolculuğum devam ediyor. Babam ve Oğlum tarihsel olarak tam Çemberimde Gül Oya’nın bittiği yerde, darbeyle başlıyor. O yolculuk yavaş yavaş günümüze dek gelecek. Bu filmimde 80 döneminin bir aile üzerine etkisi anlatılıyor. Fakat bunu yaparken o ailenin düşünebileceği kadar politik düşünmeye çalıştım. Ama Babam ve Oğlum daha çok babalar ve oğullar üzerine bir film. Ataerkil bir toplumda, babalar ve oğulların yaşamadan geçtikleri o küs dönemle ilgili.

KMG: Tüm filmlerinizde bir küçük çocuk var, 80 dönemdeki bu çocuklar sizin kendinizi bütünleştirdiğiniz karakterler mi?

ÇI: Dikkat ederseniz bütün filmlerinde bir anne de, baba da var; bütün filmlerimde bir aile var. Ailenin gerçekten çok çok önemli olduğunu düşünüyorum. Freudyen temalar değil bunlar asla. Ailenin karakterimizi oluşturmadaki önemini filmlerime yansıtmaya çalışıyorum. Ben bu açıdan çok şanslı bir insandım. Filmdeki gibi bir çiftlik evinde, Çok büyük ve güzel bir sülalenin içinde büyüdüm. Benim de bu filmden çıktıktan sonra çocukları açıp cep telefonlarıyla babalarını aramalarını, babaların çocuklarını arayıp bir kadeh içmeye davet etmelerini sağlamak gibi çok küçük bir amacım var; ama kendiliğinden çok büyüyecek bir amaç bu. Bu film yaşanmamış bir şeyi anlatıyor, yani yaşayamadığımız bir ömrü bir iki aya sığdırabilir misiniz babanızla?
Okumaya devam et