Gezi’ye Dair Unuttuklarımızı Hatırlarken

2013_Taksim_Gezi_Park_protests
“Oradaki çevreci gruba sabaha karşı sert müdahaleden sonra yeter artık dedim yani.
Ben bir şey yapmasam bile yanlarında olayım dedim, hiçbirini tanımıyordum.
Arkadaşlarımla Facebook üzerinden haberleştik.
Bir önceki günden Reyhanlı olayında kopuş oldu zaten konuşuyorduk.
Siyaseti umursayıp da bir şey yapamayanlar için bir kopma noktası…”
(İnsan kaynakları çalışanı)

Gezi ile sokak siyasetine ilk kez girişen ve böylece küçük bir çevreci eylemi kitlesel bir protestoya dönüştüren kalabalıklar bir anda ortaya çıkmıştı. Bir yıl önce en çok da buna şaşırıldı. 1 Mayısların kemikleşmiş geleneksel solcu ekiplerinden olmayan ama 31 Mayıs 2013 tarihinde öndeki örgütlü grupların arkasındaki kalabalığı yaratan Gezi protestocuları ne için oradaydı? Geçen bir yıl süresince bu insanlar çeşitli vesilelerle yine sokaklara çıktı. Berkin’in cenazesini bu milyonlar sahiplendi, yine bu insanlar seçim sonrası sokaklarda oyunu çaldırmamak için sabahladı. En son olarak da 13 Mayıs Soma işçi katliamını protesto etmek için bir araya geldiler.

Ama 30 Mart yerel seçimlerinde sol, bir oy patlaması yapamadı. Bu 1 Mayıs da yine geleneksel kısıtlı solcu katılımıyla gerçekleşti. Yani Gezi dinamiğini taşıyan kesim ile sosyalist hareket bir iletişim kuramadı. En son geçtiğimiz haftalarda Gezi’nin sahiplenebileceği iki miting, Soma mitingi Kadıköy’de, Alevi mitingi de Şişli’de olmak üzere aynı gün farklı yerlerde yapıldı. Büyük kitlelerin bazı mitinglere katılmamasının açıklaması, işçi sınıfı bilinci taşımayan bir mücadele zaten devrime gidemez denerek veya orta sınıflar avantajları nedeniyle sisteme muhalif olamaz önyargılarıyla hele ki, sadece eyleme gidenler toplumsal vicdana sahiptir kibriyle yapılamaz. Alternatif bir tanı için, Gezi protestocularıyla Ağustos 2013 döneminde yaptığım görüşmelerden yararlanacağım. Bu yazıdaki amacım da bir yıl önce gerçek, doğrudan, katılımcı demokrasi isteğiyle sokağa çıkan Gezi protestocularına sözü geri vermek ve Gezi’yi kitlesel bir harekete çeviren dinamik üzerine düşünmek.

Gezinin birinci yıl dönümünde düşünülmesi gereken insanların nasıl bir harekette var olmak istedikleri olmalı, çünkü insanların nasıl bir muhalefetin içinde olmak istedikleri sistemin meşruiyetini tamamen kaybettiği kırılgan noktayı ele veriyor. İşte neoliberal düzene alternatif bir sosyal değerler yaratımı buradan esinlenmeli.

Solun ve Sağın Ötesinde: Politikleşen Apolitik
Niye siyaset Gezi’de birden bire popüler oldu? Nasıl kendisine apolitik denen veya küçük burjuva denip geçilen kesimler Gezi eylemcilerine dönüştü? Geziyi kitleselleştiren ve Kuzey Amerika’daki Occupy hareketleri gibi kısıtlı ve marjinal olmasını engelleyenler, Gezi’ye bireysel olarak veya kendi aralarında sözleşip katılanlardı. Aralarında daha önceden örgüt ve hatta eylem deneyimi bile olmayanlara niye Gezi’ye katıldıklarını sorduğumda birçok kişiden “Gezi’nin politik olmadığı ve bu yüzden katıldıkları” yanıtını almıştım. Birçok kişi de Gezi Parkı’nın merdivenlerinde ve meydandaki siyasi parti ve gruplara ait stantlara uğramayıp arka taraflardaki arkadaşlarını bulmaya gittiklerini anlatmıştı:

“Hiçbir örgütlenme içine girmedim. Gençlikten gelen bir şey -bu ilk eylemim– zaten partisiz bir eylem en mantıklısı bu” (Pazarlama müdürü)

“Herhangi bir gruba üyeliğim yok, bir partinin gençlik kolunda değilim. Ait hissettiğim politik bir görüşüm de yoktu. Üniversitede bir kez onur yürüyüşüne katıldım. Siyasi olarak bir şeylere karşı değil de, hak içindi. Bizim okuldan Cihan vardı, onun için Çağlayan adliyesinde beklemiştim. Hep birilerinin haklarını savunmak içindi. 1 Mayıs’a hiç katılmadım. Bir örgüte de katılmadım.”(Öğrenci)

Başka bir Gezi katılımcısı plastik mermiyle göğüs kısmından yaralandığını söyledikten sonra Gezi Parkı deneyimini şöyle anlatıyordu:

“Sol örgüt çadırlarına uğramadık, çünkü onlar taraf. Siyasi bir partiye de katılmadık. Tam tersine arkadaşlarla konuşayım ortamı göreyim dedik.” (Avukat)

“Bir sürü sol örgüt çadır kurmuştu. Benim elime manifesto tutuşturuldu: ‘Yeter artık bu rejim bilmem ne’ -yavaşça katlayıp cebime koydum” (Öğrenci)

Okumaya devam et

#GeziyiHatırlat

gezi_AKM

İnanması güç ama son 12 ayda
Türkiye tarihinin en büyük ayaklanması #Gezi,
en büyük yolsuzluğunun ifşası #17Aralık,
en kalabalık cenaze töreni #BerkinElvan,
en şaibeli seçimi #30Mart ve
en büyük işçi katliamı #Soma yaşandı.

Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birini yalnızca bir yıla sığdırmayı başaran AKP ülkenin sırtında bir kanburdan başka bir şey değildir artık. Silah zoru, polis copu bu algıyı sadece biraz daha pekiştirmeye yarar, o kadar.

Hafızalarımız daha çok taze, hafızalarımız kurşun geçirmez.

O yüzden bugün ve her zaman, AKP ve tüm kurumsal iktidarlar için sonun bizler içinse yepyeni bir geleceğin başlangıcı olan #GeziyiHatırlat

Soma’dan Tuzla’ya İş Cinayetleri Nasıl Doğallaştırılıyor?

soma_katliamSoma’da Türkiye tarihinin en büyük dünya tarihinin de sayılı büyük işçi katliamlarından birini yaşadık. Soma, tam sayısını hala bir türlü öğrenemediğimiz yüzlerce işçiye mezar olurken, Tayyip Erdoğan’ın ağzından hep şu cümleleri duyduk: “Kazalar bu işin fıtratında var. Dünyanın her yerinde benzeri kazalar oluyor. Madencilikte bu kazaları olağan karşılamak lazım.”

Bu yaklaşım, şüphesiz birçoğumuzun isyan etmesine yol açtı. Zira Erdoğan madencilik kazalarının dünyanın her yerinde olduğu tezini savunurken güncel değil 19. yüzyıl İngiltere’si, 20.yüzyıl başı Amerika’sı gibi 100-150 sene öncesinden örnekler vermişti. İş kazalarının oranına dair güncel verilere baktığımızda Türkiye’nin durumunun AB ülkelerinin oldukça gerisinde olduğu görülüyordu. Soma katliamından sonra kaleme alınan birçok yazıda da çokça paylaşıldığı gibi AB ülkelerinde 100 bin işçi arasında ölümlü iş kazaları 2 civarındayken Türkiye’de bu oran 15’in üzerindeydi. (bkz. Aziz Çelik: “Soma Katliamı”)

Peki, nasıl oldu da tüm bu haklı ve yerinde eleştirilere rağmen Erdoğan’ın iş kazalarını normalleştiren ve doğallaştıran söylemi sadece AKP’li siyasetçiler değil, AKP’ye oy veren geniş seçmen kitlesi ve toplumun başka kesimleri tarafından da kolaylıkla ve hemen kabul görüp savunulur oldu? Bu sorunun cevabını AKP seçmeninin her denilene inanması veya lidere koşulsuz itaatkârlığı ile açıklamak indirgemeci ve yetersiz bir yaklaşım olacaktır. Zira iş kazalarının doğal ve normal olduğuna dair söylem sadece günümüze, Erdoğan’a ve AKP’ye özgü bir söylem değildir. İş kazalarının olağan olduğuna dair yaklaşım Türkiye’de farklı görüşlerden siyasetçiler, işadamları, mühendisler ve hatta sendikacılar ve işçiler tarafından da yaygın olarak kabul gören bir yaklaşımdır.

Bugüne kadar 160 işçinin hayatını kaybettiği Tuzla tersaneler bölgesinde yaşanan iş cinayetleri üzerine saha araştırması yapmış biri olarak Tuzla’da görüştüğüm birçok kişiden, bugün Erdoğan’dan duyduğumuz ve yadırgadığımız iş kazalarının olağan olduğuna dair cümlelerinin çok benzerlerini duyduğumu söyleyebilirim.

tuzla-tersaneler-bolgesinde-patlama-1450382

Bu yazıdaki derdim, bugün Soma’da iş cinayetlerini doğallaştıran iktidar söylemini Tuzla tersanelerinin patron ve mühendislerince dile getirilen benzeri söylemlerle karşılaştırarak, iş cinayetlerinin normalleştirilmesine Soma özelinde değil daha genel bir perspektiften yaklaşmak ve “iş kazaları zaten dünyanın her yerinde oluyor, doğaldır” argümanının nasıl meşrulaştırıldığını anlamaya çalışmak. Böylece iş cinayetlerine karşı tepki ve eleştirilerimizi sadece tekil ve kişisel bir iktidara değil onunla beraber adına neoliberal kapitalizm dediğimiz daha kapsamlı bir söylemsel ve ekonomik iktidara yöneltmemiz mümkün olacaktır.

Okumaya devam et

Amerika’ya Doktoraya Gidenlerden Kimler Dönüyor Kimler Kalıyor?

ulkelere_gore_phd_donenler_kalanlar.pdf
Bilindiği gibi Türkiye, Amerika’ya en çok doktora öğrencisi gönderen ülkeler arasında dünyada 5. sırada yer alıyor. Amerika’da doktora sonrası dönsek mi kalsak mı diye düşünüp taşınanlar veya Amerika’da doktora yapanlardan hangi ülke vatandaşlarının çoğunluğu Amerika’da kalırken hangileri dönüyor diye merak edenler için Amerikan Ulusal Bilim Akademisi (NSF) verilerine dayanılarak her yıl hazırlanan Amerikan vatandaşı olmayanların doktora sonrası Amerika’da kalma oranlarına dair aşağıdaki ilginç araştırmayı inceledim.

(Araştırmanın 2014 Ocak ayında yayınlanan tam metni için bkz: http://orise.orau.gov/files/sep/stay-rates-foreign-doctorate-recipients-2011.pdf

Buna göre, her yıl yaklaşık 12.000 ila 14.000 aralığında yabancı ülke vatandaşının doktora aldığı Amerika’da doktora sonrası kalma oranları oturma izni/yeşil kart sahibi olup olmama, doktora yapılan alan, gelinen ülke ve cinsiyet gibi kriterlere göre değişiyor. Bu değişkenlerden bağımsız olarak toplama bakıldığında, doktora sonrasındaki 5 yıl boyunca Amerika’da kalanların genel oranı %66. Doktora sonrasındaki 10 yıl boyunca Amerika’da kalanların oranı ise %62.

Mühendislik ve fen bilimleri alanında doktora yapanların ekonomi ve sosyal bilimler alanında doktora yapanlara göre Amerika’da kalma oranı daha yüksek. Doktora sonrasındaki 5 yıl içinde en çok Amerika’da kalma oranı %79 ile bilgisayar bilimleri ve %77 ile bilgisayar/elektronik mühendislerinde. Biyologların %73’ü, fizikçi ve kimyacıların %68’i, matematikçilerin %67’si doktora sonrası Amerika’da kalıyor. Bu oran ekonomi ve sosyal bilimlerde düşüyor. Sosyal bilimcilerin %51’i doktora sonrasında Amerika’da kalırken ekonomistlerin yalnızca %46’sı Amerika’da kalıyor. Tahmin edilebileceği gibi Amerika’da oturma iznine sahip olanların vizeyle giriş çıkış yapanlara göre Amerika’da kalma oranı daha yüksek. Dolayısıyla bu oranlar oturma izni olanlar çıkartılınca biraz daha düşüyor. Amerika’da vize ile bulunanlar arasında mezun olunan bölüme göre doktora sonrasındaki 5 yıl boyunca Amerika’da kalma oranları şöyle:

-Bilgisayar Bilimleri: %77
-Bilgisayar/Elektronik Mühendisliği: %76
-Biyoloji: %70
-Fizik/Kimya: %66
-Matematik: %65
-Sosyal Bilimler: %46
-Ekonomi: %42

Ülkeden ülkeye de büyük farklılıklar var. Amerika’da en çok doktora mezunu veren yabancı ülke vatandaşları sıralamasında Çin, Hindistan, Güney Kore ve Tayvan’dan sonra Türkiye ve Kanada 5.ciliği paylaşıyor.
Okumaya devam et