Kadınlık ve Vicdani Red Üzerine

vicdani_red.jpg

Yazan: Esra Gedik

Amargi Dergisi’nin 2. Sayısında (2006) Yayımlanmıştır

Nilgün Toker’in belirttiği gibi “anti militarizm bir tahakküm sisteminin reddi ve değiştirilme talebi anlamına gelmesi bakımından politik bir sorumluluk”tur (1). Bu nedenle bu yazıda amacım bu sorumluluğu üstlenen kadınları ve vicdani reddi ya da kadın vicdani redcileri anlamaya çalışmaktır.
Kadın meselesini tartışırken kaçınılmaz bir biçimde “milliyetçilik” meselesi de dâhil olur tartışmaya. Dahası, milliyetçiliği anlayabilmek için toplumsal cinsiyet ilişkilerine bakmak, toplumsal cinsiyet ilişkilerini anlamak için de milliyetçiliğe, uluslaşma süreçlerine, militarizme bakmak gereklidir. Toplumsal cinsiyet kimlikleri kurgulanırken cinsiyeti temel almayan çoğu yorum cinsiyet ayrımı gözetmektedir. Kadınlık ve erkeklik, biyolojik olarak değil, içinde yaşadığımız toplumun ve dönemin şartlarına bağlı olarak anlamlandırılır. “Erkeklik ve kadınlık tarihsel zamana ve yere özgü oluşumlardır. İdeolojiler, toplumsal kurumlar ve pratikler içinde sürekli olarak biçimlendirilen, karşı konulan, yeniden işlenen ve yeniden onaylanan kategorilerdir.” (Leonore Davidoff ve Catherine Hall) (2). Simone de Beauvoir’in ifade ettiği gibi kadın doğmuyoruz, kadın oluyoruz.
Okumaya devam et

Orduya Gelin Giden Kadınlar

Yazan: Esra Gedik

Genç bir hemşireydi. O yaşlarda üniformalı insanlardan özellikle askerlerden hoşlanmıyordu. Bir gün karşı komşunun astsubay oğlu anahtarını unuttuğu için kapıda kalmıştı. Zaten daha önceden kızı için ona göz koyan anne onu evlerine çağırdı. Yemek hazırladı genç hemşire ona. O gün ya tesadüftür ya da kader genç asker şapkasını unuttu komşunun evinde. Asker en sonunda gidince buldu kız şapkayı; denemek için taktı başına. İçerden anne seslendi: “Sen tak o şapkayı tak, daha çok göreceksin o şapkayı”

Evet, şimdi bir asker eşi bu hemşire. Peki, çoğu zaman Cemil astsubayın eşi olmaktan öteye geçmeyen bu kadının “normal” evliliği nasıl geçti 30 sene? Görünmez rütbelerin ağırlığı görünür olanlardan ne kadar farklıydı? İdeal bir eş ve anne olarak sorumluluğu iki kat artmamış mıydı? O şimdi hem bir eş ve anne hem de bir komutan eşi idi, sorumlu olduğu kişiler/kurumlar artmıştı: önce vatana, sonra orduya, sonra da kocasına…

Kendi tanımını ve var olma nedenini ‘vatan savunması’ üzerinden kuran Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve onun savunduğu milliyetçiliğin, sadece erkekleri değil kadınları da şekillendirdiği çokça konuşuldu. Kadınların milliyetçilikle, militarizm ile ilişkileri pek çok yazının konusu oldu. Peki, bu süreçte Yıldız Namdar[1] gibi pek çok asker eşinin hikâyesi nasıl anlatılmalı? Asker eşleri olan kadınların anlattıkları, yani bilimsel bir çalışma değil ama önemli. İşte bu nedenle militarizme ve milliyetçiliğe feminist bakış, belirli kurumların cinsiyet politikalarını olduğu kadar, kadınların deneyimlerini, duygularını ve anlatılarını da sorgulamasının bir parçası yapmak zorunda. Ancak bu şekilde şehit anneleri gibi, ya da birçok asker eşi gibi resmî söylemlerin içinden konuştuğunu düşündüğümüz kadınların aslında bu söylemleri hem yeniden ürettiklerini hem de bu üretimin içinde şekillenen kadınlar olduğunun da farkına varırız.
Okumaya devam et