Other Worlds / Başka Dünyalar – Bilimkurgu & Davetsiz Misafir

Davetsiz Misafir Dergisi genel yayın yönetmeni K. Murat Güney, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde akademisyenler Ervin Sezgin ve Kerem Arslanlı’nın OtherWorlds bilimkurgu dersine konuk oldu. “Davetsiz Misafir” dergisinden “Başka Dünyalar Mümkün” kitabına, Türkiye’de Bilimkurgu dergiciliğinden Philip K. Dick’in dünyasına uzanan keyifli bir sohbet gerçekleşti.

Emergency Urbanism and Preventive Infrastructures

Columbia University Global Centers’ın “Emergency Urbanism” webinar serisinde Beyrut’tan ve Columbia Üniversitesi’nden akademisyenlerle birlikte deprem, pandemi ve kentsel dayanıklılık konusunda konuştuk. Söyleşide akademisyen K. Murat Güney, İstanbul’da 6306 sayılı afet yasası ile deprem riskinin nasıl suistimal edildiğini harita üzerinde gösterdi, Kanal İstanbul’un artırdığı deprem riskinden bahsetti ve boş konutların deprem riskli binalarda oturanlar için değerlendirilmesine dair önerilerini paylaştı.

***

At the Columbia Global Centers webinar on Emergency Urbanism we talked about earthquakes, pandemic and urban resilience.

The Emergency Urbanism and Preventive Infrastructure webinar explores how cities have responded to environmental disasters and disease outbreaks and investigate the interventions required to mitigate the effects of such emergencies. The panelists will provide insight into the preventive systems that are installed, required, and used in emergency anticipation and response.

  • Introduction by: Jawad Dukhgan, Associate Director, Studio-X Amman
  • Moderated by: Mark Wasiuta, Co-Director of the Critical, Curatorial and Conceptual Practices in Architecture program, Columbia University
  • Speakers:
  • Mona Fawaz, Professor of Urban Planning and Studies in the Department of Architecture and Design, American University of Beirut
  • Murat Güney, Researcher and the Coordinator for international cooperation, Istanbul Planning Agency
  • Pedro Rivera, Architect, Adjunct Assistant Professor, Columbia University

“Form, function, density: understanding the legacies of a century of modernist planning and urbanisation in Istanbul” makalemiz yayınlandı

Murat Üçoğlu, Roger Keil ve K. Murat Güney’in yazdığı “Form, function, density: understanding the legacies of a century of modernist planning and urbanisation in Istanbul” başlıklı makale “Densifying the City?: Global Cases and Johannesburg” kitabı içinde yayımlandı. Makaleye aşağıdaki linkten ulaşmak mümkün:

https://books.google.ca/books?hl=en&lr=lang_en&id=pTsIEAAAQBAJ&oi=fnd&pg=PA73&ots=PGmAk_N1go&sig=Ym9su4jAFnmvU190nuJw1S110ZY&fbclid=IwAR2eDmJcjl6GnT0NpPU7tCotD_SNz4fNRqM-uZ8vAET2ICcM8vck1xO6PbM#v=onepage&q&f=false

Kitap hakkında detaylı bilgi için // For more information about the book:

https://www.e-elgar.com/shop/gbp/densifying-the-city-9781789904932.html

Densifying the City? Global Cases and Johannesburg

Edited by Margot Rubin, Alison Todes, Philip Harrison and Alexandra Appelbaum,

Providing an in-depth exploration of the complexities of densification policy and processes, this book brings the important experiences of densification in Johannesburg into conversation with a range of cities in Africa, the BRICS countries and the Global North. It moves beyond the divisive debate over whether densification is good or bad, adding nuance and complexity to the calls from multilateral organisations for densification as a key urban strategy.

Mekânda Adalet ve Konut: İyi Uygulamalar, Yerel Yönetimler

Mekanda Adalet Derneği (MAD)’in MADakademi buluşmaları çerçevesinde, Dünya Konut Gününde şehircilik uzmanı Yaşar Adnan Adanalı moderatörlüğünde KİPTAŞ Genel Müdürü Ali Kurt, araştırmacı Cihan Uzunçarşılı Baysal ve İPA Vizyon 2050 Uzmanı K. Murat Güney bir söyleşi gerçekleştirdi. Mekanda Adalet Derneği’nin süreli yayını beyond.istanbul’ un “Konut Aktivizmi” başlıklı sayısı vesilesiyle düzenlenen etkinlikte yaşamaya elverişli konut hakkı tanımı ele alınırken, konut üretimi, yerel yönetimlerin bu alandaki çalışmaları üzerine konuşuldu.

Hem Pahalı Hem Güvensiz

Pandemi sonrası derinleşen konut sorunu, İstanbul’un deprem gerçeği ve çözüm önerileri üzerine gGazeteci Erhan Demirtaş’ın İstanbul Planlama Ajansı’ndan akademisyen K. Murat Güney ile gerçekleştirdiği ve Gazete Kadıköy’de 20 Ekim 2010 tarihinde yayınlanan röportajı aşağıda okuyabilirsiniz. Röportajın Gazete Kadıköy’de yayınlanan versiyonuna ise şuradan ulaşabilirsiniz: http://www.gazetekadikoy.com.tr/gundem/hem-pahali-hem-guvensiz-h16753.html

Gayrimenkul piyasası hakkında analizler yayınlayan Endeksa’nın güncel verilerine göre Kadıköy’deki kiralık konut fiyatları özellikle salgın sonrasında yükseldi. Eylül ayı sonu itibariyle ilçedeki kiralık konut fiyatları yüzde 13,98 oranında artış gösterdi. Yine eylül ayı sonu verilerine göre Kadıköy’de kiralık konutların metrekare fiyatı 22,34 TL olarak belirlendi. Bu oran geçtiğimiz yılın eylül ayında 19,6 olarak açıklanmıştı. Verilere göre Kadıköy’de en fazla değer kazanan mahalleler sırasıyla Fikirtepe, Erenköy, Suadiye, Caddebostan ve Dumlupınar oldu. En fazla değer kaybeden mahalleler de sırasıyla Hasanpaşa, Caferağa, Acıbadem, Zühtüpaşa ve Rasimpaşa olarak paylaşıldı.

Özellikle yeni kiralık konut ücretlerinin artması depreme dayanıksız evlere olan talebi de artırıyor. Kadıköy’de 30 yaşının üzerinde olan bir dairenin ortalama fiyatı 2250-2750 TL aralığında seyrediyor. Ancak neredeyse her ay bu oranlar yukarıya doğru bir eğilim gösteriyor, bu da düşük gelirli vatandaşlar için bir barınma ve güvenlik sorunu haline geliyor. Konut politikası üzerine araştırmalar yapan İstanbul Planlama Ajansı – Vizyon2050 Ofisi’nden akademisyen K. Murat Güney ile İstanbul’daki konut sorununu, bu sorunun hangi yöntemlerle çözüleceğini ve dünyadaki iyi örnekleri konuştuk.

KİRACILIK ORANI ARTTI”

2012 yılında çıkan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi hakkındaki kanunun suistimal edildiğini söyleyen Güney’e göre bu kanun, hükümete herhangi bir bölgede deprem ve doğal afet riskini gerekçe göstererek çok geniş çaplı ve zorunlu istimlak hakkını tanıdı. Güney ayrıca bu kanunla oluşturulan yetkilerin, “riskli alan” olarak belirtilen ilçelerde kentsel dönüşüm için değil arsa değeri yüksek ancak deprem riski düşük mahallelerde yeni yapılaşma ve rant alanları yaratmak için kullanıldığını söyledi.

Salgın sonrası tatil amacıyla otelde kalmaktan endişe duyanların yazlık kiralama ve alımına yöneldiğini ifade eden Güney, şu değerlendirmelerde bulundu: “Ayrıca nüfusun daha az yoğun olduğu sayfiye yerlerine ve İstanbul’un çeperinde yer alan Uskumruköy, Zekeriyaköy, Kilyos gibi bölgelerdeki müstakil ve bahçeli evlere yönelik talep artışı gözlemlenmiş. Ama tüm bunlar üst gelir grubu için geçerli bir talep artışı. Genel olarak ise gerek Türkiye’de gerek İstanbul’da kiracılık oranının arttığına dair elimizde veri var. Özellikle de yoksul kesimlerin ev sahipliği oranı azalırken kiracılık oranı ciddi biçimde artıyor.”

“KALİTE DÜŞÜK, KİRALAR YÜKSEK”

TÜİK’in “Türkiye’de Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları” araştırmasına göre kiracıların oranının  2006’da yüzde 23,5’ten 2018’de yüzde 25’e çıktığını paylaşan Güney, bu verilerin Türkiye’de inşaata ve konut üretimine dayalı ekonomik büyümenin yoksulluğu azaltmadığını aksine artırdığını vurguladı.

Salgında düşük kaliteli konutun sürekli bir yaşam alanı haline gelmesinin sorunları artırdığına işaret eden Güney, konuyla ilgili şu bilgileri aktardı: “Biraz önce bahsettiğim TÜİK’in aynı yaşam koşulları araştırması da ülkemizde konut kalitesinin ne kadar düşük olduğunu gösteriyor. Son verilere göre Türkiye’de vatandaşların yüzde 39.3’ü konutunda izolasyondan dolayı ısınma sorunu, yüzde 36.9’u sızdıran çatı, nemli duvarlar, çürümüş pencere çerçeveleri gibi problemler yaşıyor. Yüzde 26.1’i trafik veya endüstrinin neden olduğu hava kirliliği, çevre kirliliği veya diğer çevresel sorunlarla karşı karşıya kalıyor.”

Düşük ev kalitesine rağmen kiraların yüksek olduğuna dikkat çeken Güney, “TÜİK verilerine göre İstanbul’da aylık kira ortalaması 1400 TL. Buna ayrıca faturalar ve zorunlu ev harcamaları da eklendiğinde çoğu yoksul için kiralar ve barınma harcamaları Birleşmiş Milletler’in işaret ettiği sınır olan gelirlerinin üçte birinden çok daha fazlasına denk geliyor.” dedi.

Okumaya devam et

Prof. Roger Keil ile Covid-19 Salgını ve Kentleşme Üzerine Söyleşi

Kanada’nın York Üniversitesi’nden Prof. Roger Keil ile İstanbul Planlama Ajansı adına Covid-19’un kente etkilerine dair bir söyleşi gerçekleştirdik. Korona salgınıyla derinleşen kentsel eşitsizlikleri azaltmak için belediyeler ve şehir planlama birimlerinin neler yapabileceğini tartıştık.

Türkiye’de Kentsel Rant Üretimi ve Servet Bölüşümü Adaletsizliği

21 Eylül 2019’da 9. Ulusal Sosyoloji Kongresi’nde gerçekleştirilen sunumun Aralık 2019’da Kongre kitapçığında yayınlanan metnidir.

Özet:
Türkiye’deki inşaat ve emlak sektörü odaklı ekonomik büyüme modeli, bir yandan ulusal ekonomik büyümeyi hızlandırmayı hedeflerken bir yandan da TOKİ eliyle alt ve orta-alt sınıfların konut edinmesini ve böylece bu ekonomik büyümenin faydalarının adil bir biçimde dağıtılmasını amaçlamıştır. Peki 2003 yılından beri gündemde olan bu büyüme modeli ve kentsel dönüşüm projeleri gerçekten de hedeflendiği ve öngörüldüğü gibi üretilen servetin yıllar içinde toplumun tüm kesimleri tarafından eşitlikçi bir biçimde paylaşılmasını sağlayabilmiş midir? Bu bildiriye konu olan araştırma, Türkiye’de 2003’ten beri konut ve sair gayrimenkul sahipliğinden kaynaklanan servet miktarının kentsel rant üretimi sayesinde arttığını ve konutun ulusal ve uluslararası büyük sermaye için cazip bir yatırım aracına dönüştüğünü tespit etmiştir. Ancak Türkiye’de üretilen toplam servetin %75’inden fazlasını oluşturan gayrimenkul sahipliğinin eşitlikçi bir biçimde dağılmadığı gözlemlenmiştir. TOKİ’nin hedef kitlesini oluşturan alt ve orta-alt gelir gruplarının konut sahipliği oranının tüm yeni toplu konut projelerine rağmen düşüş eğiliminde olduğu ve orandaki bu düşüşün 2012’den itibaren hızlandığı saptanmıştır. Buna da bağlı olarak alt ve orta gelir grubundaki nüfusun toplam servetten aldığı payın her geçen yıl biraz daha azaldığı gözlemlenmiştir.

Anahtar Kelimeler: Eşitsizlik, Kentsel Rant, Ekonomik Büyüme

1. Giriş
2003 yılında hükümetçe ilan edilen Acil Eylem Planı çerçevesinde “Planlı Kentleşme ve Konut Seferberliği” programı yürürlüğe kondu (TOKİ, 2017). Ardından 2004 yılında yeniden düzenlenen Toplu Konut Kanunu ile 1984’te kurulmuş ancak uzun yıllar âtıl kalmış Toplu Konut İdaresi (TOKİ) geniş yetkilerle donatıldı. Bunlarla beraber Türkiye’de inşaat ve emlak sektörü odaklı ekonomik büyüme modelinin resmi olarak benimsendiğini söyleyebiliriz.

Bu model, bir yandan ulusal ekonomik büyümeyi hızlandırmayı hedeflerken bir yandan da ilgili yönetmeliğinde kâr amacı gütmeyen bir kamu kuruluşu olarak yetkilendirilen TOKİ eliyle alt ve orta-alt sınıfların konut edinmesini ve böylece bu ekonomik büyümenin faydalarının adil bir biçimde dağıtılmasını amaçlıyordu (TOKİ, 2019). Peki 2003 yılından beri gündemde olan inşaat ve emlak sektörü odaklı bu büyüme modeli ve kentsel dönüşüm projeleri gerçekten de hedeflendiği ve öngörüldüğü gibi üretilen servetin yıllar içinde toplumun tüm kesimleri tarafından eşitlikçi bir biçimde paylaşılmasını sağlayabildi mi? Araştırma işte bu sorunun cevabını arıyor.

2. Gelir Değil Servet Bölüşümü
İlk olarak önemli bir noktanın altını çizmek gerekiyor. Bu araştırmada tartışma konusu edilen Türkiye’deki “gelir” bölüşümü değil mal varlığı ve servet birikimindeki bölüşümdür.
Gelir dağılımına dair çalışmalar bireylerin veya hane halkının bir yıl içinde elde ettiği gelirleri karşılaştırırken servet dağılımına dair araştırmalar kişilerin yıllar içinde elde ettikleri birikimlerdeki değişimi karşılaştırıyor. Kişilerin orta ve uzun vadede alım güçlerinin, toplumsal statülerinin ve siyasal etkilerinin yıllık gelirlerinden ziyade toplam servet birikimleriyle ilişkili olduğunu göz önünde bulundurursak, servet dağılımının gelir dağılımından daha net bir sosyal adalet göstergesi olduğunu söyleyebiliriz.

Basit bir örnek vermek gerekirse elinde çok sayıda gayrimenkul bulunduran bir kişi, bu gayrimenkullerini o yıl içinde hiç kiralamamış ve belki hiçbir yıllık gelir elde etmemiş olsa da elinde ciddi miktarda bir serveti ve bunun beraberinde getirdiği ekonomik, siyasal ve toplumsal gücü bulundurmayı sürdürmektedir. İşte gelir dağılımı analizlerinde görülemeyecek bu noktayı servet dağılımı konusundaki çalışmalar açığa çıkarıyor.

Bu çalışmanın kaynaklarından biri olan Credit Suisse’in “Küresel Servet Raporu” (Global Wealth Report) başlığıyla her yıl yayınladığı çalışma dünyadaki tüm ülkelerle beraber Türkiye’deki servet birikimi ve dağılımına dair kapsamlı veriler üreten az sayıdaki periyodik araştırmadan biri. Bu veriler ışığında Türkiye’de ve dünyadaki servet birikimini, her ülkenin dünyadaki toplam servet birikiminden aldığı payın değişimini ve ülkeler içindeki %10 ve %1’lik en zengin kesimler ile geri kalan %90’lık nüfusun toplam servet içinden aldıkları payı incelemek mümkün (Credit Suisse, 2018b). Credit Suisse “net servet birikimini” kişilerin menkul yani finansal varlıkları ile emlak, arsa gibi gayrimenkul varlıklarının toplamından borçlarının çıkarılması sonucu elde kalan miktar olarak tanımlıyor (Credit Suisse, 2018a). Küresel Servet Raporu aynı zamanda ülkelerdeki zenginliğin kaynağının ne oranda finansal ve gayrimenkul varlıklardan oluştuğu hakkında da bilgi veriyor.

Buna göre AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında toplam servetin %67.7’sine sahip olan en zengin %10’luk kesim, 2018 yılı itibariyle ülkedeki toplam servetten aldığı payı %81.2’ye çıkarmış durumda. Buna karşın 2002 yılında Türkiye’deki toplam servetten %32.3 oranında pay alan geriye kalan %90’lık nüfusun bu payı 2018’de %18.8’e düşmüş.
Bu tablo bize ülkenin ekonomisinin büyümesi veya küçülmesinden bağımsız olarak bugünkü ekonomik modelin sürekli ve istikrarlı bir biçimde zengini daha da zengin etmeye hizmet ettiğini gösteriyor.

3. Servet Dağılımında Gayrimenkulün Oranı
Peki servet bölüşümü tartışmalarında özellikle inşaat ve emlak sektörlerine odaklanmanın nedeni ne? Burada hemen belirtmek gerekir ki, servet birikimi ve dağılımı üzerine yukarıda bahsedilen rapor ve araştırmalara göre 2018 yılı itibari ile Türkiye’deki mevcut servetin büyük çoğunluğu (%75 civarı yani dörtte üçü) ev, arsa, konut, iş yeri, yani gayrimenkullerden oluşmaktadır.
Menkul yani finansal varlıklar ise banka mevduatı, devlet tahvili, hazine bonosu, emeklilik fonları, hisse senedi ve dolaşımdaki nakit para biçiminde Türkiye’deki toplam servetin ancak %25 yani dörtte biri kadarını oluşturmaktır (Credit Suisse, 2018b). Özetle Türkiye’deki servet üretiminin de servet dağılımındaki eşitsizliğin de en büyük kaynağının gayrimenkul olduğunu söyleyebiliriz.

4. Peki İnşaat ve Gayrimenkul Odaklı Büyüme Modeli Servet Eşitsizliğini Nasıl Artırdı?
AKP’nin iktidara geldiği ilk yıllardan itibaren yaptığı yasal düzenlemeler, siyasi ve ekonomik tercihler ile planlı bir biçimde inşaat ve gayrimenkul sektörleri odaklı bir büyüme modelini devreye soktuğunu söylemiştik. TOKİ’nin yetkilerinin artırıldığı 2004’teki ilk kanun değişikliğini yeni gecekondu yapımını ilk kez hapis cezası gibi ağır bir ceza ile cezalandıran yasal düzenleme takip etti (Kuyucu & Ünsal, 2010).

Kâğıt üzerinde gecekondu yapmak her zaman yasak olsa da geçmiş iktidarlar döneminde endüstrileşen kentlerin artan işçi ihtiyacı karşısında köyden kente göçenler için yeterli toplu konut üretilememesi nedeniyle gecekondu yapımına göz yumulmuştu (Hirt, 2007). 80’li ve 90’lı yıllarda zaman zaman bazı bölgelerde gecekondu yıkımları gerçekleşmiş olsa da 2004’e kadar gecekondu yapanların hapis cezasına çarptırıldığı görülmemişti. 2004’teki düzenlemeden sonra caydırıcı örnek teşkil etmesi açısından birkaç fiili cezalandırmanın ardından yeni gecekondu yapımı bıçak gibi kesildi. Bunun yerini TOKİ’nin gecekonduluları modern toplu konutlara taşımak iddiasıyla başlattığı büyük çaplı toplu konut projeleri aldı (Işık & Pınarcıoğlu, 2008).

Türkiye’de konut alanında TOKİ eliyle yürütülen bu formalleşme aynı zamanda konutun finansallaşmasını, yani konutun bir kullanım aracı olmanın ötesine geçip spekülatif bir yatırım aracına dönüşmesini de beraberinde getirdi. Dolayısıyla Türkiye’de konut alanındaki formalleşmenin, konutun finansallaşmasını aktif olarak destekleyen eş zamanlı bir süreç olduğunu söyleyebiliriz (Güney & Keil & Üçoğlu, 2019). 2004’e kadar İstanbul’daki konutların yaklaşık %50’si gecekondulardan oluşuyordu. Yani konut stokunun yarısı kayıtdışıydı, dolayısıyla servet birikimi, ekonomik büyüklük gibi verilerde gözükmüyor, ekonomik büyümeye hiçbir katkı sunmuyor, tüm bunlara ilaveten emlak vergisinden de muaf olarak vergi gelirlerine de katkı sunmuyordu. TOKİ eliyle gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projeleri her ne kadar kâğıt üstünde yoksullara modern konut edindirme amacı gütse de esasında amaçlanan kayıtdışı konut sektörünü kayıt altına almak, buradan servet yaratmak ve konutu finans piyasasına entegre etmekti. Böylece bir yandan gecekonduların yerini tapuda kaydı olan, resmi olarak alınıp satılabilen ve dolayısıyla serbest piyasa kapitalizmi açısından “değer” üreten ve emlak vergileri ile devletin vergi gelirine katkıda bulunan toplu konutlar alırken, bir yandan da bu formalleşmeye eşlik eden finansallaşma sayesinde 2010-2017 yılları arasında Türkiye’de konut fiyatlarının %228, İstanbul özelinde ise %284 yani neredeyse üç kat, artmasını sağladı (TCMB, 2019) ve ekonomik büyüme ve servet yaratımının başlıca kaynağı oldu.

Ne var ki, takip eden son iki yılda suni biçimde baskılanan faizlerin tekrar yükselmesi ve zoraki mega-projelerin yeni kentsel alan ve finansal değer yaratımının sınırına dayanması sonucu bu konut balonu ve inşaat furyası çöküntüye uğradı.

Okumaya devam et

Bu Dönüşüm Kimler İçin?

Gazeteci Erhan Demirtaş’ın K. Murat Güney ile gerçekleştirdiği ve Gazete Kadıköy’de 4 Aralık 2019 tarihinde yayınlanan röportajın uzun versiyonunu aşağıda okuyabilirsiniz. Röportajın Gazete Kadıköy’de yayınlanan versiyonuna ise şuradan ulaşabilirsiniz: “Bu Dönüşüm Kimler İçin”

1- Son 17 yılda inşaata dayalı bir ekonomik büyümenin olduğunu söylüyorsunuz, bunu açar mısınız?

Türkiye ekonomisini inşaat ve gayrimenkule dayalı hale getirmek AKP hükümetinin iktidara geldiğinden beri hayata geçirdiği son derece planlı bir siyasetti. Dolayısıyla iktidarın ilk yıllarından itibaren bir yandan konut politikasında bir dizi kapsamlı hukuki düzenleme gerçekleşirken bir yandan da makro ekonomik boyutta bir dönüşüm yaşandı. Hukuki ve siyasi anlamda 2003 yılında hükümetçe ilan edilen Acil Eylem Planı çerçevesinde “Planlı Kentleşme ve Konut Seferberliği” programı yürürlüğe kondu. Ardından 2004 yılında yeniden düzenlenen Toplu Konut Kanunu ile 1984’te kurulmuş ancak uzun yıllar âtıl kalmış Toplu Konut İdaresi (TOKİ) geniş yetkilerle donatıldı. Böylece Türkiye’de inşaat ve emlak sektörü odaklı ekonomik büyüme modelinin resmi olarak benimsendiğini söylenebiliriz.

TOKİ’nin yetkilerinin artırıldığı 2004’teki ilk kanun değişikliğini yeni gecekondu yapımını ilk kez hapis cezası gibi ağır bir ceza ile cezalandıran yasal düzenleme takip etti. 80’li ve 90’lı yıllarda zaman zaman bazı bölgelerde gecekondu yıkımları gerçekleşmiş olsa da 2004’e kadar gecekondu yapanların hapis cezasına çarptırıldığı görülmemişti. 2004’teki düzenlemeden sonra yeni gecekondu yapımı bıçak gibi kesildi. Bunun yerini TOKİ’nin gecekonduluları modern toplu konutlara taşımak iddiasıyla başlattığı büyük çaplı toplu konut projeleri aldı.

Türkiye’de konut alanında TOKİ eliyle yürütülen bu formalleşme aynı zamanda konutun finansallaşmasını, yani konutun bir kullanım aracı olmanın ötesine geçip spekülatif bir yatırım aracına dönüşmesini de beraberinde getirdi. Dolayısıyla Türkiye’de konut alanındaki formalleşmenin, konutun finansallaşmasını aktif olarak destekleyen eş zamanlı bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. 2004’e kadar İstanbul’daki konutların yaklaşık %50’si gecekondulardan oluşuyordu. Yani konut stokunun yarısı kayıtdışıydı, dolayısıyla servet birikimi, ekonomik büyüklük gibi verilerde gözükmüyor, ekonomik büyümeye hiçbir katkı sunmuyor, tüm bunlara ilaveten emlak vergisinden de muaf olarak vergi gelirlerine de katkı sunmuyordu. TOKİ eliyle gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projeleri her ne kadar kâğıt üstünde yoksullara modern konut edindirme amacı gütse de esasında amaçlanan kayıtdışı konut sektörünü kayıt altına almak, buradan servet yaratmak ve konutu finans piyasasına entegre etmekti. Böylece bir yandan gecekonduların yerini tapuda kaydı olan, resmi olarak alınıp satılabilen ve dolayısıyla serbest piyasa kapitalizmi açısından “değer” üreten ve emlak vergileri ile devletin vergi gelirine katkıda bulunan toplu konutlar alırken, bir yandan da bu formalleşmeye eşlik eden finansallaşma sayesinde 2010-2017 yılları arasında Türkiye’de konut fiyatlarının %228, İstanbul özelinde ise %284 yani neredeyse üç kat, artmasını sağladı ve ekonomik büyüme ve servet yaratımının başlıca kaynağı oldu.

AKP’nin makro ekonomik planlamayı da tamamen inşaat ve gayrimenkul sektörünün çıkarını gözetecek şekilde düzenlediğini söyleyebiliriz. Türkiye’de 80’li ve 90’lı yıllarda zaman zaman %100’lerin üzerini gören enflasyon ve bunun da çok üstünde seyreden faizler 2001 ekonomik krizi sonrası dayatılan IMF programını koşulsuz bir biçimde uygulayan AKP iktidarının ilk yıllarında düşmeye başladı. 2008 krizinden sonra ise faizden enflasyon oranının düşülmesi ile elde edilen reel faiz oranlarının sıfırlandığı görüldü.

Böylece o güne kadar yüksek faizli mevduata yatırım yapmaya alışmış olan sermayenin yatırım alışkanlıklarını değiştirmesi ve yüksek getiri vaad eden gayrimenkul yatırımına yönelmesi teşvik edildi. Enflasyon ve faizi baskı altına alan AKP iktidarı böylece geleneksel olarak yüksek faizden nemalanan yatırımcıları emlak alımına yöneltti. Öte yandan faizlerdeki düşüş aynı zamanda konut kredilerinin de orta sınıflar için ulaşılabilir seviyelere çekilmesi anlamına geliyordu. Böylece düşük faiz ile borçlanan orta sınıfların da konut alımı yaparak gayrimenkul sektörünü canlandırması sağlandı. Bu koşullar, konut kredilerinin ciddi miktarlara ulaşmasını ve konutun finansallaşmasını da beraberinde getirdi. Bu durum aynı zamanda konuta artan talep sonucu konut fiyatlarında spekülatif bir artışa ve dolayısıyla konut sahibi olmak isteyenlerin daha da fazla borçlanmasına yol açtı.

2- Servet dağılımında eşitsiz bir ortamın yaratıldığını söylüyorsunuz. Bu nasıl mümkün oldu?

2018 yılı itibariyle Türkiye’deki mevcut servetin büyük çoğunluğu (%75 civarı yani dörtte üçü) ev, arsa, konut, iş yeri, yani gayrimenkullerden oluşmaktadır. Yani Türkiye’deki servet üretiminin de servet dağılımındaki eşitsizliğin de en büyük kaynağının gayrimenkul olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz gayrimenkulün bu şekilde finansal bir yatırım aracı haline gelmesi servet bölüşümü adaletini olumsuz yönde etkileyen bir faktör olmuştur. Zira, konutun barınma ihtiyacını karşılayan kullanım değerinin ötesinde bir finansal yatırım aracı haline gelmesi bir yandan sermaye sahiplerinin hiçbir zaman kullanmayacakları çok sayıda konut edinmesi ve emlak fiyat spekülasyonu üzerinden rant elde etmesine yol açarken bir yandan da ilk konutunu edinmek isteyen orta sınıfların krediler ile yüksek miktarlarda borçlanmasına neden olmuştur. Böylece emlak rantı ile zenginleşen sermaye sahipleri ile emlak borcu ile fakirleşen orta ve orta-alt sınıflar arasındaki servet farkı daha da açılmıştır.

3- Bu büyüme sanırım son 3-4 yıldır durdu hatta gerilemeye başladı. Ne dersiniz?

Evet, son iki yılda suni biçimde baskılanan faizlerin tekrar yükselmesi, yatırım cazibesini yitiren emlak piyasasına yabancı ilgisinin beklendiği kadar artmaması ve zoraki mega-projelerin yeni kentsel alan ve finansal değer yaratımının sınırına dayanması sonucu bu konut balonu ve inşaat furyası çöküntüye uğradı. Yaşadığımız ekonomik kriz birçok inşaat firmasının iflasına yol açtı. İşten çıkarmaların ve istihdam kaybının en çok olduğu sektör de haliyle şu anki ekonomin ana dayanağı olan inşaat sektörü oldu. Ne var ki, tüm bunlara rağmen Merkez Bankası konut fiyat endeksine göre özellikle İstanbul’daki konutların 2010’a göre reel olarak yani enflasyondan arındırılmış halde hala %20 civarında değerli olduğunu da gözden kaçırmamak lazım.

4- Kentsel dönüşümün ve o ekonomik büyümenin en bariz örneklerinden biri de Fikirtepe. Fikirtepe’de iflas eden şirketler, bitmeyen projeler ve evsiz kalan insanlar var. Bir Kadıköylü olarak Fikirtepe’yi nasıl değerlendirmek gerek?

Fikirtepe aslında kentsel dönüşümün bir rantsal dönüşüm açgözlülüğüne dönüşmesinin en ibret verici örneklerinden. Belki Esenyurt’ta bugün Fikirtepe’den de daha büyük bir yarım kalmış ve terk edilmiş inşaatlar alanı var. Ancak Fikirtepe fiyaskosu İstanbul’un merkezinde ve Kadıköy gibi sosyo-ekonomik açıdan en gelişmiş ilçelerinden birinde yaşandığı için çok daha görünür durumda. Fikirtepe 2005 yılında kentsel dönüşümde pilot proje olarak seçildi. Önce o zamanki İBB yönetimi daha sonra da Çevre Bakanlığı elindeki tüm imkanları zorlayarak halkı kentsel dönüşüme ikna etti. Bu sırada binaları yenileyip değerini katlayacağı iddiasındaki müteahhitler bölgedeki arsaları topladı. Bu müteahhitlerin bu sözlerini tutabilecek ve inşaatları bitirebilecek güçleri olup olmadığı kamu kurumları ve hükümetçe denetlenmedi. Buna karşın, konutundan çıkmak istemeyen, müteahhitlere güvenmeyen bazı Fikirtepe sakinleri devlet gücüyle kamulaştırma tehdidine maruz kalarak evlerini inşaat şirketlerine devretmek zorunda kaldı. Bugün inşaata dayalı ekonomik model krize girince ortada birçoğu iflas etmiş inşaat firması; terk edilmiş, yarım kalmış, çamur içindeki inşaat alanları ve bu firmalarla imzaladıkları sözleşmeleri yerine getirilmemiş 65 binden fazla hak sahibi mağdur kaldı. Bu haliyle Fikirtepe’deki çöküntü sadece evlerine kavuşamayanları değil oradan geçen herkesi mağdur eden bir halk sağlığı problemine dönüşmüş durumda. “Toz, Toprak, Fikirtepe” diye bir belgesel var, Youtube’dan izlenebilir. Yarım kalmış inşaatların çevreye saçtığı toz, çamur ve pisliklerin nasıl kamusal yaşamı ve halk sağlığını tehdit ettiğini çok çarpıcı bir biçimde anlatıyor.

Okumaya devam et