“Kalkınmanın Çelişkisi/The Paradox of Development” Başlıklı Makalemiz Yayınlandı

Bugüne kadar Tuzla Tersaneleri’ndeki iş kazaları üzerine yazdığım doktora tezimi okuyanların en çok ilgisini çeken kısımlardan “Kalkınmanın Çelişkisi/The Paradox of Development” başlıklı bir makale derledim. Makale İŞ GÜÇ: Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi’nde yayınlandı. Makale açık erişimli ve link aşağıda. Yorum ve görüşlerinize hazır.

The Paradox of Development: Rapid Economic Growth and Fatal Workplace Accidents in Turkey

I published a journal article titled “The Paradox of Development: Rapid Economic Growth
and Fatal Workplace Accidents in Turkey” based on my dissertation research. The article is open access. Here is the link to the full PDF:

Full PDF: “The Paradox of Development: Rapid Economic Growth and Fatal Workplace Accidents in Turkey”

Gezi’ye Dair Unuttuklarımızı Hatırlarken

2013_Taksim_Gezi_Park_protests
“Oradaki çevreci gruba sabaha karşı sert müdahaleden sonra yeter artık dedim yani.
Ben bir şey yapmasam bile yanlarında olayım dedim, hiçbirini tanımıyordum.
Arkadaşlarımla Facebook üzerinden haberleştik.
Bir önceki günden Reyhanlı olayında kopuş oldu zaten konuşuyorduk.
Siyaseti umursayıp da bir şey yapamayanlar için bir kopma noktası…”
(İnsan kaynakları çalışanı)

Gezi ile sokak siyasetine ilk kez girişen ve böylece küçük bir çevreci eylemi kitlesel bir protestoya dönüştüren kalabalıklar bir anda ortaya çıkmıştı. Bir yıl önce en çok da buna şaşırıldı. 1 Mayısların kemikleşmiş geleneksel solcu ekiplerinden olmayan ama 31 Mayıs 2013 tarihinde öndeki örgütlü grupların arkasındaki kalabalığı yaratan Gezi protestocuları ne için oradaydı? Geçen bir yıl süresince bu insanlar çeşitli vesilelerle yine sokaklara çıktı. Berkin’in cenazesini bu milyonlar sahiplendi, yine bu insanlar seçim sonrası sokaklarda oyunu çaldırmamak için sabahladı. En son olarak da 13 Mayıs Soma işçi katliamını protesto etmek için bir araya geldiler.

Ama 30 Mart yerel seçimlerinde sol, bir oy patlaması yapamadı. Bu 1 Mayıs da yine geleneksel kısıtlı solcu katılımıyla gerçekleşti. Yani Gezi dinamiğini taşıyan kesim ile sosyalist hareket bir iletişim kuramadı. En son geçtiğimiz haftalarda Gezi’nin sahiplenebileceği iki miting, Soma mitingi Kadıköy’de, Alevi mitingi de Şişli’de olmak üzere aynı gün farklı yerlerde yapıldı. Büyük kitlelerin bazı mitinglere katılmamasının açıklaması, işçi sınıfı bilinci taşımayan bir mücadele zaten devrime gidemez denerek veya orta sınıflar avantajları nedeniyle sisteme muhalif olamaz önyargılarıyla hele ki, sadece eyleme gidenler toplumsal vicdana sahiptir kibriyle yapılamaz. Alternatif bir tanı için, Gezi protestocularıyla Ağustos 2013 döneminde yaptığım görüşmelerden yararlanacağım. Bu yazıdaki amacım da bir yıl önce gerçek, doğrudan, katılımcı demokrasi isteğiyle sokağa çıkan Gezi protestocularına sözü geri vermek ve Gezi’yi kitlesel bir harekete çeviren dinamik üzerine düşünmek.

Gezinin birinci yıl dönümünde düşünülmesi gereken insanların nasıl bir harekette var olmak istedikleri olmalı, çünkü insanların nasıl bir muhalefetin içinde olmak istedikleri sistemin meşruiyetini tamamen kaybettiği kırılgan noktayı ele veriyor. İşte neoliberal düzene alternatif bir sosyal değerler yaratımı buradan esinlenmeli.

Solun ve Sağın Ötesinde: Politikleşen Apolitik
Niye siyaset Gezi’de birden bire popüler oldu? Nasıl kendisine apolitik denen veya küçük burjuva denip geçilen kesimler Gezi eylemcilerine dönüştü? Geziyi kitleselleştiren ve Kuzey Amerika’daki Occupy hareketleri gibi kısıtlı ve marjinal olmasını engelleyenler, Gezi’ye bireysel olarak veya kendi aralarında sözleşip katılanlardı. Aralarında daha önceden örgüt ve hatta eylem deneyimi bile olmayanlara niye Gezi’ye katıldıklarını sorduğumda birçok kişiden “Gezi’nin politik olmadığı ve bu yüzden katıldıkları” yanıtını almıştım. Birçok kişi de Gezi Parkı’nın merdivenlerinde ve meydandaki siyasi parti ve gruplara ait stantlara uğramayıp arka taraflardaki arkadaşlarını bulmaya gittiklerini anlatmıştı:

“Hiçbir örgütlenme içine girmedim. Gençlikten gelen bir şey -bu ilk eylemim– zaten partisiz bir eylem en mantıklısı bu” (Pazarlama müdürü)

“Herhangi bir gruba üyeliğim yok, bir partinin gençlik kolunda değilim. Ait hissettiğim politik bir görüşüm de yoktu. Üniversitede bir kez onur yürüyüşüne katıldım. Siyasi olarak bir şeylere karşı değil de, hak içindi. Bizim okuldan Cihan vardı, onun için Çağlayan adliyesinde beklemiştim. Hep birilerinin haklarını savunmak içindi. 1 Mayıs’a hiç katılmadım. Bir örgüte de katılmadım.”(Öğrenci)

Başka bir Gezi katılımcısı plastik mermiyle göğüs kısmından yaralandığını söyledikten sonra Gezi Parkı deneyimini şöyle anlatıyordu:

“Sol örgüt çadırlarına uğramadık, çünkü onlar taraf. Siyasi bir partiye de katılmadık. Tam tersine arkadaşlarla konuşayım ortamı göreyim dedik.” (Avukat)

“Bir sürü sol örgüt çadır kurmuştu. Benim elime manifesto tutuşturuldu: ‘Yeter artık bu rejim bilmem ne’ -yavaşça katlayıp cebime koydum” (Öğrenci)

Okumaya devam et

#GeziyiHatırlat

gezi_AKM

İnanması güç ama son 12 ayda
Türkiye tarihinin en büyük ayaklanması #Gezi,
en büyük yolsuzluğunun ifşası #17Aralık,
en kalabalık cenaze töreni #BerkinElvan,
en şaibeli seçimi #30Mart ve
en büyük işçi katliamı #Soma yaşandı.

Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden birini yalnızca bir yıla sığdırmayı başaran AKP ülkenin sırtında bir kanburdan başka bir şey değildir artık. Silah zoru, polis copu bu algıyı sadece biraz daha pekiştirmeye yarar, o kadar.

Hafızalarımız daha çok taze, hafızalarımız kurşun geçirmez.

O yüzden bugün ve her zaman, AKP ve tüm kurumsal iktidarlar için sonun bizler içinse yepyeni bir geleceğin başlangıcı olan #GeziyiHatırlat

Sandıktan Ne Çıktı?

seyyar_forum_geziniyoruz_logoSandıktan ne çıktı?
İktidarın son hokkabazlığı seçim kayıplarından bir zafer kanısı çıkarmaktır. Bu kanının oluşmasında kendini sandıkçılığa sıkıştıran muhalif kesimlerin de rolü büyüktür. Yönetimin iliklerine işlemiş kriminalliğini temize çıkaracak bir sandık yoktur, olamaz. Ayrıca “millet” iradesi demagojisini kendisine en güvenli liman belleyen iktidarın binlerce sandık hilesi ve oy hırsızlığı iddiasına konu olması da manidardır. Ankara, Ağrı ve Serêkanî (Ceylanpınar) gibi çokça örnekler iktidarın sandığa saygı konusundaki ikiyüzlülüğünü ifşa etmenin ötesinde müstakbel seçim yenilgilerine de ne denli hoyratça tertiplerle tepki verecegine dair çok açık işaretlerdir. Kült-iktidarın ailesiyle yangından mal kaçırır gibi balkondan ilan ettiği ‘zaferi’ daha fazla gerilim, baskı ve şiddetin yakıtı yapacağına da şüphe yoktur.

Kirlenmek güzel midir?
Bununla beraber seçim öncesi yazdığımız gibi, kriminal iktidarın “ben kirliyim; siz de kirleneceksiniz; bu bizim son yaşama ihtimalimizdir” doğrultusunda ilan ettiği ‘seferberlik’ maalesef gözardı edilemez bir karşılık buldu. Bu desteği sadece “alt sınıfların” nesnel çıkarlarına veya “elit-avam” ikilemindeki kültürel tutumuna bağlamak hüsn-i-ta’lil’den öteye gidemez. Bu tür klişe ve derinliksiz açıklamalar hem analiz adı altında iktidara meşruiyet zemini sunuyor, hokkabazlığına kılıf üretiyor, hem de vaziyetin vahametini perdeliyor. Kült-iktidar kendisini ve yakın çevresini hesap vermekten kurtarmak için talancılığına, ahlaki iflasına ve tiranlaşmasına rıza üreten saldırgan bir vicdan sistemini yaygınlaştırma çabasındadır. Bunu yaparken de bir yandan yeni “iç-düşmanlar” yaratmakta, bir yandan da ülkenin etnik-dini-kültürel fay hatlarına fütursuzca yüklenmektedir. Kısacası erk-sahibi geri dönülemez bir biçimde kaybettiği itibar ve meşruiyetine rağmen iktidarda kalabilmek uğruna topluma felaket tohumları serpmekten kaçınmıyor.

Peki ya şimdi?
Seyyar Forum ve GEZIniyoruz Network olarak yerel seçimlerden üç temel sonuç çıkarıyoruz. Birincisi, mevcut kurumsal siyaset örgütlenme tarzı, programı ve siyasi-moral konumlanışı itibariyle kriminal iktidarın alternatifi değil bilakis varlık şartıdır. İkincisi, iktidar-muhalefet kısır kurumsal siyasetine ve oradan gelecek hazır çözümlere bel bağlamanın, kolay yenilgi hissi veya uçucu zafer sanrısı ötesinde sunacağı bir seçenek yoktur. Bu tür bir siyasetin felç olmuş nesnesi ve seyircisi olmamak için tartışılamaz hak ve özgürlüklerimizi savunma ve genişletme mücadelesinde ısrar etmeliyiz. Bunu gerçekleştirebilmenin en temel yolu yatay, kolektif ve çoğulcu inisiyatifleri artırmaktır. Bu sebeple Gezi sonrası ortaya çıkan forumların bu bakışla canlandırılması ve sadece semtler ölçeğinde kalmayıp yaşamın her alanına nüfuz etmeleri özellikle önemlidir. Üçüncü ve son olarak ise ‘hayır’ demenin ve sesimizi yükseltmenin hiçbir aracını dışlamamakla beraber, seçim sürecinde sokağın başka yöntemlere yedeklenemez olduğunu görüyoruz. Çünkü sokak sadece geleceğe ait değişimin itici gücü değil, kendilerimizi özgürleştirdiğimiz, aracısız ve doğrudan ifade edebildiğimiz anın adıdır.

SEYYAR FORUM & GEZIniyoruz Network

Doğum Günün Kutlu Olsun Berkin Elvan! Seni Bekliyoruz

14 yaşındaki lise öğrencisi Berkin Elvan 16 Haziran 2013 saat sabah 8’de bakkala gitmek için evden çıktı. İstanbul Okmeydanı’nda Mahmut Şevket Paşa Mahallesi’nde Gezi eylemleri boyunca orantısız şiddet uygulayan polislerden birinin attığı gaz fişeğiyle başının arkasından yaralandı, beyin kanaması geçirdi. O günden beri Okmeydanı SSK Hastanesi’nde bilinci kapalı bir şekilde yatıyor.
Berkin_iyikidogdun
Polis hastaneye gelip Berkin’in delil niteliğindeki elbiselerine el koymayı denedi. 25 Haziran’da ailesinin sorumluların bulunması ve, işkence ve insan öldürmeye teşebbüs suçundan yargılanmaları için verdiği dilekçeye 25 gün boyunca işlem yapmayan savcılık, suçlamayı TCK’nın 256/1. maddesi uyarınca “zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması” olarak değiştirdikten sonra, ancak 10 Temmuz’da kamera kayıtlarını talep etti. 25 Temmuz’da polis ne güvenlik, ne de MOBESE kamerası kaydı olmadığı yanıtını verince o gün o sokakta görev yapan polislerin kaydı istendi. 25 Eylül’de Emniyet, Berkin’in vurulduğu sokakta görevlendirilmiş polis olmadığı yanıtını verdi. Okmeydanı’nda görev yapan tüm polislerin ismi talebine ise henüz yanıt vermiş değil. Savcılar sorumlu polis memurlarını bulmak yerine tanıklık yapanlara “Berkin’in elinde o gün torpil ya da molotof kokteyli var mıydı” gibi sorular sormakla, Berkin lehine tezahürat yapanları terörist olmakla itham etmekle, Berkin’le ilgili haber yapan bazı gazetecilere 6 tane dava açmakla uğraştılar.

Polis, Berkin’e destek için gösteri hakkını kullanan ve basın açıklaması yapmak isteyen vatandaşlara 31 Temmuz’da Taksim’de ve 16 Kasım’da Çağlayan Adliyesi’nin önünde şiddet uyguladı. Kendi işledikleri suça vatandaşların gösterdiği haklı tepkiyi kaba kuvvetle bastırmaya çalıştı. Aile fertlerine saygısızlık etti ve akrabalarını darp etti. Berkin 203 gündür uyuyor. Bugüne kadar 4 önemli ameliyat geçiren Berkin’in sağlık durumu ne yazık ki hala belirsizliğini sürdürüyor.

Berkin’e destek olmak için 6 Ocak’ta tüm liselerin, üniversitelerin, dershanelerin tahtasına “İyi ki Doğdun Berkin!” yazıyoruz.
Geziniyoruz NYC

İletişim Aracı Mesajın Ta Kendisidir*: Gezi, Empati ve Merkezsiz Sosyal Medya

semazen_twitter*Marshall McLuhan

Türkiye’de Gezi hareketini ve şimdi Brezilya, Lübnan, Şili, Bulgaristan gibi ülkelerde yaşanan toplumsal tepkileri fantastik yapan küçük ölçekli bir protestonun geniş kitleleri sokağa dökebilmiş olması. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de ana akım medyanın iktidar yanlısı olması ve Gezi parkı direnişinin ilk günlerinde eylemler yerine penguen belgeseli gösterme konusunda ısrar etmesi karşısında Twitter ve Facebook gibi sosyal medya araçlarıyla organize olan yüzbinler, Gezi hareketinin karakteri ve içeriğini de aslında bu iletişim araçlarıyla, yani sosyal medyayı kullanarak şekillendirdi. Bu merkezsiz örgütlenme Gezi’yi kitlesel yaptı.

Gezi direnişinin sosyal medya aracılığıyla merkezsiz örgütlenmesi Gezi’ye destek veren herkesi Gezi’ye organik olarak bağladı. Çünkü lidersiz, merkezsiz, hiyerarşik olmayan bir oluşum katılan herkesi haber alımında, haber iletiminde ve Gezi hareketinin ileriki adımlarını şekillendirmede etkin yaptı. Bu kişisel sorumluluk bilinci merkezi bir idarenin yokluğunda ve herkesin aktif bireysel katılımı olmadığında Gezi hareketinin sahipsiz kalabileceği kaygısından ileri geliyor olabilir. Her ne motivasyonla gerçekleşmiş olursa olsun, bu katılımcı ve paylaşımcı hareket Türkiye tarihinde ilk defa bu denli kitlesel biçimde ortaya çıkan bir doğrudan demokrasi arzusundan besleniyor ve yepyeni bir deneyime kapı aralıyor.

Aslında demokrasinin parlamenter biçiminin Türkiye’de yüzyıldan uzun bir geçmişi var. Sık sık kesintiye uğrasa ve ağır aksak işlese de Türkiye’nin parlamenter geleneği birinci meşrutiyet dönemine kadar gidiyor. Tek parti döneminin sonundan itibaren sayacak olursak da Türkiye’nin neredeyse 60 yıllık bir çok partili geçmişi var. Bu 60 yıl boyunca muhalefet partileri hep mecliste yer aldı, ama etkili bir muhalefet yapamadı, bir anlamda temsil ettikleri iddiasındaki insanların taleplerini etkin bir biçimde ortaya koyamadı. Bugün ise artık demokrasinin temsili biçimine karşı inançsızlık sokağa taşındı ve sosyal medyadaki örgütlenme çevrimiçinden çevrimdışına taştı. Yani ezber bozuldu ve alternatif bir birliktelik biçimi deneyimlendi.

Okumaya devam et

Çapulcunun Evrimi

resistanbul11kucukLiseden bir arkadaşımın Facebook’taki bir paylaşımında geçiyordu: “eskiden endişeli Kemalist teyzemiz vardı şimdi de Gezi ile beraber endişeli solcu ablamız var diye…”  “Bu hareket nereye kadar gidebilecek? Kalıcı bir örgütlenmeye dönüşebilecek mi yoksa sönümlenecek mi? Devrim ne zaman olacak?” gibi soruların ardı arkası kesilmiyor. Endişenin sonu yok belli ki.

Çapulculuktan devrim değilse de evrim olur ve bu endişelenecek veya küçümsenecek bir durum hiç değil. 1980 darbesi sonrasında etkisizleştirilen bir kuşağın çocuklarının sokağa hep beraber dökülebilmiş olması ve Gezi Parkı direnişini deneyimlemesi artık yepyeni bir politize toplum dönemine işaret ediyor. Gezi direnişinin sosyal medya gibi merkezsiz ve hiyerarşik olmayan bir araçla organize olması herkesi Gezi eylemlerinde sorumlu katılımcı yaptı. Gezi direnişinin otonomi ve katılımcı demokrasi istemi pratikleştirildi. Tabii ki, bu, kapitalizmin otoriter ve hegemonik biçimlerinin insanları edilgenleştirip aynılaştıran anlayışına karşı büyük bir meydan okuma.

Gezi hareketini uluslararası alanda tanımlama ve konumlandırma tartışmasına girenler öncelikle Arap Baharı’na sonra da Amerika’daki Occupy Wall Street hareketine referans veriyor. Gezi, Tahrir meydanındaki protestolar gibi çok büyük bir kitle hareketi olma özelliği taşıyor. Ama Mısır’ın aksine Gezi protestoları demokratik seçimle iktidara gelmiş bir hükümete karşı yapılıyor. AKP hükümeti İslamcılık ve neoliberalizmi buluşturması yönüyle,  nam-ı diğer “Türk Modeli” sunumu ile Arap Baharı’nı yaşayan ülkelere örnek diye gösteriliyordu, nitekim onlar da “demokratik seçimler” sonucunda başlarında AKP’nin “Müslüman Kardeşlerini” buldular. Gezi Parkı eylemleri başladığında küresel kapitalizm ile tümden bütünleşmiş durumdaki AKP hükümeti, Ortadoğu için büyük güçlerin şekillendirdiği bir olası Sünni-Şii çatışması planı içinde Sünnilerin koruyucusu ve neoliberal kapitalizmin savunucusu rolüyle etken bir rol üstlenmeye çalışıyordu.

Öte yandan,  Gezi hareketi Amerika’daki Occupy gösterilerinin üzerinde durduğu çevreci ve anti-kapitalist duruştan da besleniyor: “Gezi parkı AVM olmayacak, park kalacak.” Gezi hareketi aynı zamanda, AKP’nin Türk ekonomisinin başarısı olarak betimlediği ve aslen kendine yakın şirketlere kamu arazileri ve doğal kaynaklar üzerinde inşaat hakkını ihale ederek rant alanları yaratan anlayışına karşı örgütlenmiş bir kitle tarafından yapılıyor. Ama hem Gezi parkı eylemlerinin sloganlarına hem de Taksim Dayanışması’nın istemlerine bakıldığında Amerika’daki Occupy Wall Street eylemlerinin bir numaralı vurgusu olan gelir dağılımında adalet talebi ve anti-kapitalist duruş biraz arka planda kalıyor. “Azami ücret asgari ücretin 1o katından fazla olmasın” veya “sendikalaşmanın önü açılsın” gibi maddeler eylemler boyunca dile getirilmiş olsa da bu talepler en öncelikli talepler arasında yer almıyor. Onun yerine polis şiddetine son verilmesi, özgürlük, otonomi, katılımcı demokrasi, farklılıklara saygı ve çoğulculuk üzerinde duruluyor. Yani sınıflar arası eşitlik talebi, biraz özgürlük ve kardeşlik isteminin gerisinde kalıyor. Eşitlik vurgusu her ne kadar talepler arasında arka planda yer alsa da, Gezi Parkı içerisinde örülen dayanışma ve paylaşım pratiğinde ortaya çıktı. Park içinde paranın geçmemesi, kitapların, giysilerin, yiyecek ve ilaçların paylaşılmasıyla beraber mülkiyet ilişkilerine ve maddi eşitsizliklere karşı güçlü bir pratik evrilmeye başladı. Aslında Erdoğan’ın Gezi protestocularını adlandırırken istisnasız hepsini Çapulculukta “eşitlemesi” de Gezi Parkı’nda yeşermeye başlayan bu eşitlik pratiğine belki de ilginç bir katkı sundu.

Bilindiği gibi Erdoğan, Gezi protestocularını Çapulcu olarak adlandırdı. Çapulcu yani üretici gücü olmayan, gereksiz, belki eğitimsiz ve sisteme bir katkısı olmayan… Gezi hareketinin başlamasıyla beraber, borsa yabancı paranın Türkiye’den çekilmesi nedeniyle geriledi, faizler geçen aya nazaran neredeyse iki katına çıktı ve Merkez Bankası ne kadar müdahale etse de Türk Lirası rekor bir seviyede değer kaybetti. Bu nedenle, Erdoğan Gezi hareketini Türkiye’nin ekonomik ve politik güç olmasını istemeyen dış güçlerin komplosu olarak tanımlıyor.  Çünkü Çapulculuk, yani Gezi Parkı’nda evrilen katılımcı demokrasi ve eşitlik pratiği hızın egemen olduğu kapitalist düzende bir lüks olarak görülüyor… Zizek’in de vurguladığı gibi otoriterlik ve kapitalizm, liberal demokrasi ve kapitalizmden de daha iyi bir ikili ve bu ikili Çin ve Rusya’da iyi işliyor. Buna Paul Virilio’nun vurguladığı kapitalizmin durmadan hızlanma mecburiyeti de eklenince Gezi Parkı, yavaş yavaş ve kendiliğinden örgütlenen yapısı ile bugünkü hegemonik neoliberal düzenin tam karşısında konumlanıyor.

Okumaya devam et