( * Grafiği büyütmek için üzerine tıklayınız)
Malum AKP’li yetkililer işlerine gelen ekonomik göstergeleri öne çıkarıp işlerine gelmeyeni görmezden gelme konusundaki maharetleriyle tanınıyorlar. Bilindiği gibi Türkiye’de 2002 yılında 3.492 dolar civarındaki kişi başına düşen gelir 2008 ekonomik krizi öncesinde 10.483 dolar seviyesine ulaşmış, AKP de uzun bir süre boyunca “kişi başına düşen geliri üç katına çıkardık” hikâyesiyle propaganda yapmıştı.
Bu konudaki çarpıtma ekonomistler arasında ciddi tartışmalara neden olmuştu. 2012 yılının Haziran ayında “milli geliri üç buçuk katına çıkardık” diyen Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’i uyaran ekonomi profesörü Dani Rodrik, dolar bazlı “nominal” milli gelir artışının aldatıcı olduğunu, uzun bir süre boyunca Türk lirasının Amerikan doları karşısında değerini koruduğu bir ortamda sadece enflasyondaki artışın bile milli gelir artışı gibi yansıdığını vurgulamıştı. Rodrik, 2002-2012 yılları arasında gerçekleşen reel milli gelir artışının %350 değil %63, kişi başına düşen milli gelir artışının da yalnızca %43 olduğunu belirtmişti.
(Bu tartışmanın güzel bir özeti ekonomi yazarı Uğur Gürses’in bloğundaki şu yazıda mevcut: bkz: “Milli Gelirdeki Artış Oranı Ne?” )
Yukarıdaki grafikte de görüldüğü gibi kişi başına düşen milli gelir, Türk Lirası Amerikan Doları karşısında suni olarak değerlenirken çok hızlı artarak 10.500 dolar civarına yükselmiş, ancak 2008 krizinin etkisi ve 2010’dan sonra TL’deki değer kayıplarının başlamasıyla son altı yıldır bir takım iniş çıkışlar olmakla beraber bir daha 10.500 dolar civarının pek üzerine çıkamamıştır. Hem hükümetin “Orta Vadeli Plan”ı hem de IMF’nin hesaplamaları Türkiye’de kişi başına düşen gelirin, eğer döviz kurlarında ciddi bir değişiklik olmazsa, 2014 sonu itibariyle 10.518 dolar olacağını öngörüyor. Bu geçen yıl yani 2013 sonundaki 10.807 dolarlık kişi başına düşen gelirin de altında. Yani geçen yıla göre nominal gelirde bir düşüş söz konusu. Kısacası bu resimde görünen Türkiye’nin altı yılda bir arpa boyu yol kat edemediği.
Hal böyle olunca, AKP’lilerin aklına bu kez milli geliri bir başka yöntemle hesaplamak ve ülkeler arasındaki kur farkı ve fiyat düzeyi farklılıklarını ortadan kaldıran ve kişilerin gelirini kendi ülkeleri içinde harcadıklarını varsayan “satın alma gücü paritesine” (SAGP) göre ifade etmek geldi. (SAGP’nin ayrıntılı ve örnekli bir açıklaması için Mahfi Eğilmez’in “Satın Alma Gücü Paritesi Nedir?” yazısına bakılabilir.) Örneğin Temmuz ayında yaptığı bir açıklamada Bakan Ali Babacan “Son rakamlara bakıldığında satın alma gücü paritesine göre kişi başına düşen milli gelirimiz 19 bin doları aşmış durumda. Bu Japonya ve AB ortalamasının yüzde 60’ı kadar bir refah seviyesi demek” şeklinde konuşmuştu. (bkz: “Babacan Kişi Başı Milli Geliri Açıkladı”) Bu noktada kendisine iki soru yöneltmek gerekiyor.
1) IMF’nin 2014 öngörülerine göre gerçekten de Türkiye’nin yıl sonunda SAGP bazında kişi başına düşen milli geliri 19.555 dolar. Aynı öngörü Japonya için 37.683, AB için ise 35.849 dolar. (Son güncel IMF verilerine şu linkten bakılabilir: “IMF World Economic Outlook October 2014“) Şimdi dört işlem kullanarak basitçe 19.555’i sırasıyla bu sayılara böldüğümüzde karşımıza %52 ve %54 oranları çıkıyor. Yani Türkiye’nin 2014 sonunda SAGP bazında kişi başına düşen milli geliri Japonya’nın %52’si ve AB’nin %54. Peki ne zamandan beri 52 veya 54, 60’a eşit oldu? İlk soru bu.
2) İkinci ve daha önemli soru ise şu. Evet, doğru, Satın Alma Gücü Paritesi (SAGP), milli geliri, piyasadaki döviz kuruna göre değil o ülke içindeki alım gücüne göre hesaplayarak reel ekonomik büyümeyi daha yakın biçimde yansıtan bir sonuç ortaya koyuyor. Zira aslında ekonomi 2008’den beri büyümeye devam ediyor. Ancak Türk lirası dolar karşısında değer yitirdiği için bu nominal kişi başına düşen gelir artışını götürüyor ve 2008’den beri kişi başı milli gelir hiç artmıyormuş gibi gözüküyor. Hâlbuki SAGP bazında 2008’de 15.722 dolar olan kişi başı milli gelir 2014’te 19.555 dolara ulaşmış. Yani ekonomi büyümüş. Peki, ekonomik büyümeye dair daha sağlıklı veri sunan SAGP’yi kullanmak yeni mi aklınıza geldi? İkinci soru da bu.
Dilerseniz bu ikinci soruya hep birlikte cevap arayalım. Durum şu. AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında SAGP bazında kişi başı milli gelir zaten 10.324 dolar imiş (Hatırlatmak gerekirse aynı yıl, dolar kurunu da hesaba katan kişi başına düşen nominal gelir 3.492 dolar idi). 2008 yılına yani, AKP’lilerin “milli geliri üçe katladık” dedikleri ve kişi başına düşen nominal milli gelirin ilk kez 10 bin doları aştığı yıla geldiğimizde SAGP bazlı milli gelirin 15.722 dolara çıktığını görüyoruz. Eğer SAGP hesabını kullansalardı, “ekonomiyi üç kat büyüttük” dedikleri dönemde aslında SAGP bazında kişi başına düşen gelirin yalnızca %52 arttığını söylemeleri gerekecekti. Yine Bakan Mehmet Şimşek’in “milli geliri üçe katladık” dediği 2012 yılı ortasına geldiğimizde ise SAGP bazlı kişi başı milli gelirin 18.000 dolar civarına ulaştığını görüyoruz. Bu da 2002’den beri %74’lük bir artışa denk geliyor, yani %300 değil! Ne var ki, yazının başında belirttiğimiz gibi Türk Lirası Dolar karşısında değer kaybettiği için kişi başına düşen nominal gelir 2008’den beri 10.500 dolar civarına takılıp kalmış durumda ve altı senedir de artmıyor, ekonomi hiç büyümüyormuş gibi gözüküyor. İşte tam da bu sırada AKP’lilerin aklına milli geliri bundan böyle SAGP bazında ifade etmek geliyor, çünkü 2008 sonrasında artan gösterge o. Böylece piyasadaki reel dolar kurunu da hesaba katan nominal milli gelir hesabı gidiyor, yerine SAGP hesabı geliyor. Yani AKP’lilere göre “milli geliri üçe katladık” derken Türk Lirası’ndaki suni değerlenmeyi hesaba katmak doğru ve yerinde bir yaklaşım ancak “2008’den beri kişi başına milli gelir hiç artmadı” derken Türk lirasının değer yitirmesini hesaba katmak doğru bir yaklaşım değil!
Bu mantık aslında en çok Nasreddin Hoca’nın meşhur “kazan doğurdu” hikâyesini çağrıştırıyor: Bir gün Nasreddin Hoca komşusundan kazanını ödünç alır. Aradan vakit geçer. Hoca, komşusuna kazanını iade ederken içine bir küçük kazan daha koyar. Komşusu şaşırır: “Hocam bu ne?”. Hoca, “senin kazan doğurdu” der. Bir süre sonra hoca yine komşusuna uğrar ve kazanını ödünç ister. Komşu bu kez hevesle kazanını hocaya verir. Aradan bir hayli vakit geçer ancak hocadan bir daha ses çıkmaz. Sonunda komşusu hocanın kapısını çalar ve kazan ne oldu diye sorar. Hoca: “Senin kazan sizlere ömür” der. Komşu sinirlenir: “Hocam, hiç kazanın öldüğü görülmüş şey mi?” der. Hoca çıkışır: “Birader, kazanın doğurduğuna inanıyorsun da öldüğüne niye inanmıyorsun?”
AKP’nin ekonomi anlatısındaki kazan Türk lirasının değeridir. Türk lirası suni biçimde değerlenirken milli gelir hesabına katılır. Böylece kişi başı milli gelir %300 artmış gözükür, kısacası kazan doğurmuştur. Ancak daha sonra Türk Lirası hızla değer kaybetmeye başlar. Döviz kurunu hesaba kattığımızda kişi başına milli gelir artık hiç artmamaktadır. Yani kazan ölmüştür. Kazanın doğurması işine gelen hükümet kazanın öldüğünü bir türlü kabul etmemektedir. Bu durumda 2008 sonrası için hesaplama biçimi değiştirilip içinde “kazanı” yani Türk lirasının değerini göz önünde bulundurmayan yeni bir “başarı” hikâyesi yaratılır. Kısacası mantık şöyle işlemektedir: “Ekonomik göstergelere bakalım, en çok hangisine göre olumlu bir artış varsa onu seçip kullanalım.” Gerçekten harika bir mantık!
Tabii, burada bir ülkenin zenginliği hesaplanırken kişi başına düşen nominal gelir mi yoksa SAGP bazlı milli gelir mi daha “doğru” bir göstergedir sorusu sorulabilir. Bu soru hali hazırda ekonomistler arasında da süregiden bir tartışma konusu. Ancak bu tartışma bu yazının sınırlarını aşıyor. Türkiye’deki sorun ise milli gelir hesabına dair bu farklı yöntemleri AKP’nin kendi sözde başarı söylemini kurarken işine geldiği gibi kullanmasıyla ilgili. Böylece AKP ekonomi yönetimi, durum ve şartlara göre işine gelen göstergeyi kullanıp işine gelmeyeni göz ardı ediyor ve bizlere ekonominin çok iyi durumda olduğu masalını anlatarak manipülasyonunu sürdürüyor.
Bu manipülasyonu bertaraf etmek için Türkiye’nin dünya ekonomisindeki yerine dair daha gerçekçi ve karşılaştırmalı verilere bakmak gerekiyor. Zira dünya ülkeleriyle karşılaştırmalı veriler AKP’nin “ekonomik büyüme mucizesi” adı altında dillendirmekten büyük haz duyduğu hikâyenin içinin aslında ne kadar boş olduğunu gözler önüne seriyor. Bir sonraki yazımda Türkiye’nin dünya ekonomisi içindeki gerçek konumunu yansıtan bu karşılaştırmalı verileri inceleyeceğim…