“Her tanrının hayalidir, kendi kendine yaratılan bir evren. Kur bırak, o kendi kendini düzene soksun, ne ala!”
Featuring Isaac Asimov
Bir gün ustam Hayri Seladun Efendi beni ve diğer çıraklarını topladı ve yıllardır beklediği işaretin Hakk tarafından önceki gece rüyasında verildiğini söyledi.
***
Dün gece kovaladıkça kaçan uykuyu bir türlü yakalayamamıştım. Uyumaya çabaladıkça bilincim keskinleşmiş, odadaki zerrelerin hangilerinin bana ait olduğunu hangilerinin olmadığını ayırtedebilir hale gelmiştim. Havada yüksek bir gerilim vardı.
Gözlerimi kapadım, kulaklarımı tıkadım, yatakta öylece bekledim. Horultular kesildi. Göz kapaklarıma düşen ışıklar yok oldu. Yatağa değen bedenim arş-ı âlâ da yalnız başına salınır gibi hissizleşti. En bariz hislerim olan beş duyudan sonra açlık ve yorgunluk, dizimdeki yaranın acısı, battaniyenin tüylerinin kaşıntısı da beni terk etmeye başladı. Nefes aldığımı, kalbimin attığını duymaz oldum. Duygularımın yokluğunu, uyaransız kalan beynim, hafızamda kalan son görüntüleri rastgele göstermeye başladığında gördüklerime tepkisiz kalınca, fark ettim. Utanç, mutluluk, hüzün (ve paranoya) benimle değildi. Mekanla birlikte zamanın geçişini de kaybedince boyutsuzlaşmış oldum. Geri beslemesiz kalan hafızam anılarını koruyamaz oldu, görüntüler, sesler, olaylar kişiler birbirlerine karışıp karardılar. Beynime kazınmış en son melodi de beni terk edince bir varlık olduğuma dair bilincim de yok oldu. Bedenim ve bilincim mekansızlıkta sonsuza doğru difüze oldu. Yoğunluğum sıfırlandı ve ben dediğim o tek nokta da sonunda dağıldı.
Birden ustamın sarsmasıyla uyandım.
Okumaya devam et