Buradayız Ahparig!

BW_hrant_NY_02

19 Ocak 2014, Hrant Dink’in katledilişinin yedinci yıldönümü.
Bizler yedi yıldır mahkemeleri, salonları ve sokakları dolduruyor, adalet istiyoruz. Katilleri biliyoruz. Onlar yedi yıldır katilleri birlikte korudular, birlikte susuyorlar.

Yolsuzluklar ortaya döküldükçe görüyoruz ki iktidar savaşında taraflar yer değiştiriyor ama “milli ittifak” devam ediyor. Bizler “vur” diyenler yargılanmadıkça ve esas sorumlular ortaya çıkarılmadıkça adalet talebimizi sürdüreceğiz. Her 19 Ocak’ta, dünyanın neresinde olursak olalım eşit yurttaşlar olarak eşit haklarla yaşayacağımız, hukukun üstün olduğu bir Türkiye talebimizi seslendirmekten vazgeçmeyeceğiz. Suça seyirci kalarak ona ortak olmayacağız.

Hrant için, adalet için, “Buradayız AHPARİG!” demek için; insanın kendi olma hakkını hiçe sayan otoriter, baskıcı, şöven ve şiddet yüklü devlet aklını sorgulamak, bundan payımıza düşeni anlamak ve bununla yüzleşmek için 19 Ocak`ta Hrant`ın bütün sevenlerini buluşmaya çağırıyoruz.
Geziniyoruz NYC

“Gerçek hakem, halklar ve onların vicdanlarıdır. Benim vicdanımda ise hiçbir devlet erkinin vicdanı, hiçbir halkın vicdanı ile boy ölçüşemez.”
Hrant Dink

"Türkiye'de İktidarı Yeniden Düşünmek" — Önsöz Yazısı —

Türkiye’de iktidarın kuruluş ve işleyiş dinamiklerini yeniden düşünmeyi öneren bu kitap, sosyal bilimler alanında düşünce üreten akademisyenlerin, doktora ve yüksek lisans öğrencilerinin kolektif çabasıyla hazırlanmıştır. Amacımız, Türkiye’de bugüne kadar hep dolaylı olarak incelenen ama kendisi tek başına tam olarak sorunsallaştırılmayan iktidarı sorunsallaştırmak, iktidarın işleyiş biçimlerini analiz edip görünür kılmaya çalışmaktır. Bunu yaparken, iktidarı sadece merkezi devlet yapısı ve bürokrasisi olarak değil, gündelik hayatlara yayılmış türlü söylem ve eylemlerde karşımıza çıkan dağınık ve karmaşık bir ilişkiler ağı olarak değerlendiriyoruz. Böylece, sadece devletle karşı karşıya geldiğimiz zamanlarda değil, kendi aramızda kurduğumuz gündelik ilişkilerimizde de kendisini yeniden üreten ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, militarizm gibi tahakküm ilişkilerini ifşa etmeyi ve bu tahakküm ilişkilerine karşı daha keskin bir muhalefeti nasıl örebileceğimizi el birliğiyle düşünmeyi amaçlıyoruz.

Genel olarak Türkiye’de iktidar meselesine, özel olarak da 1980 sonrası dönemde yaşanan siyasal ve toplumsal dönüşümlere odaklanan makalelerden oluşan böylesi bir kitabı hazırlama düşüncesinin bir diğer gerekçesi de Türkiye’nin akademik ve entelektüel çevrelerinde sıklıkla karşımıza çıkan bir tıkanmışlık ve kendi kendini tekrardan öteye gitmeyen bir tutuculuk karşısında duyduğumuz tepki. Türkiye’deki akademik ve entelektüel çevrelerin en başta gelen sorunlarından biri, kalıplaşmış anlayışları yerinden eden radikal görüşleri ve yeni düşünce akımlarını, bir açılım ve dönüşümün kaynağı olarak görmek yerine, çoğunlukla, kendi küçük iktidar alanlarını tehdit eden tehlikeli oluşumlar olarak algılamaları. Elinizde tuttuğunuz kitap, işte tam da bu noktada, bir yandan genel olarak Türkiye’de iktidarın işleyiş mekanizmalarını sorgularken bir yandan da kendi özel konumlarını sarsacağı gerekçesiyle yeni düşünce ve eleştirilere kendisini kapatmış muhafazakâr bir akademik ve entelektüel zümrenin iktidarının altını oymayı amaçlamakta.

Kitapta karşınıza çıkacak makaleler boyunca Türkiye’nin sosyoloji, siyaset bilimi ve tarih alanında önde gelen akademisyenlerinin görüşlerinin esaslı ve kapsamlı eleştirileri ile karşılaşacaksınız. Kısacası niyetimiz, Türkiye’de iktidar meselesini yeniden düşünmeyi öneren makaleler içeren bu eserin ortaya koyduğu fikirler ile bir yandan da akademik iktidar odaklarını kendilerini dönüştürmeye zorlamaktır. Şüphesiz, Türkiye’deki akademik ve entelektüel hayatın zenginleşmesi ve çeşitlenmesi bu ve bunun gibi müdahalelerle mümkün olacaktır.

Kitabımızın bir diğer özelliği, başta da belirttiğim gibi kolektif bir çalışmanın ürünü olmasıdır. Her biri kendi alanlarında yoğun düşünsel emek sarf etmiş araştırmacıların makalelerinden oluşan bu kitap, zaman zaman birbiriyle çatışan farklı görüşleri, hocalar ve öğrenciler arasında herhangi bir akademik hiyerarşi gözetmeksizin bir araya getirmektedir. Bu makaleleri aynı kitap içerisinde buluşturan ortak etmen ise her bir makalenin, konusu ister edebiyat ister sivil toplum isterse hukuk olsun, Türkiye’de iktidarın işleyişine dair yeni sorular ortaya atması ve ilgili konuya dair kapsamlı bir araştırmanın sonucunda kaleme alınmış olmasıdır. Kitabımızda makaleleri yer alan yazarları buluşturan bir diğer ortak nokta da her birinin yeni düşünce akımlarına açık olmaları ve özellikle 1980’lerden sonra dünya akademisinde daha geniş biçimde kabul görmeye başlayan post-yapısalcı yeni analiz araçlarını ve eleştirel perspektifleri ilk defa Türkiye özelinde tartışmaya açmalarıdır. Sadece içerik açısından değil aynı zamanda hem hazırlanış süreci hem de tekil bir anlatıyı dayatmaktan ziyade incelenen konuların karmaşıklığını ortaya koyan çoğul ve çekişmeli bir tartışmayı yansıtmayı tercih etmesi itibariyle de bu kitabın post-yapısalcı eleştiriden beslenmiş olduğunu söyleyebiliriz. Bu anlamda, hem içeriksel hem de biçimsel olarak bu çalışma, içinde yaşadığımız zaman ve mekânın karmaşıklığını ve kapsamını ortaya koyabilmek için ortaklığı ve işbirliğini bir yöntem olarak benimseyen kolektif çalışmanın öneminin altını bir kez daha çizmektedir.
Okumaya devam et

Kitabımız "Türkiye'de İktidarı Yeniden Düşünmek" Çıktı !

iktidari yeniden dusunmek.inddKitabımız “Türkiye’de İktidarı Yeniden Düşünmek” Varlık Yayınları’ndan çıktı !

–Meltem Ahıska, Nurdan Gürbilek, Dicle Koğacıoğlu, Yasemin İpek Can, Özlem Göner, Fırat Bozçalı, Ferhunde Özbay, T. Balca Arda, Esra Gedik, K. Murat Güney–

Türkiye’de iktidarın kuruluş ve işleyiş dinamiklerini yeniden düşünmeyi öneren bu kitap, sosyal bilimler alanında düşünce üreten akademisyenlerin, doktora ve yüksek lisans öğrencilerinin kolektif çabasıyla hazırlanmıştır. Amacımız, Türkiye’de bugüne kadar hep dolaylı olarak incelenen ama kendisi tek başına tam olarak sorunsallaştırılmayan iktidarı sorunsallaştırmak, iktidarın işleyiş biçimlerini analiz edip görünür kılmaya çalışmaktır. Bunu yaparken, iktidarı sadece merkezi devlet yapısı ve bürokrasisi olarak değil, gündelik hayatlara yayılmış türlü söylem ve eylemlerde karşımıza çıkan dağınık ve karmaşık bir ilişkiler ağı olarak değerlendiriyoruz. Böylece, sadece devletle karşı karşıya geldiğimiz zamanlarda değil, kendi aramızda kurduğumuz gündelik ilişkilerimizde de kendisini yeniden üreten ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, militarizm gibi tahakküm ilişkilerini ifşa etmeyi ve bu tahakküm ilişkilerine karşı daha keskin bir muhalefeti nasıl örebileceğimizi el birliğiyle düşünmeyi amaçlıyoruz.

Genel olarak Türkiye’de iktidar meselesine, özel olarak da 1980 sonrası dönemde yaşanan siyasal ve toplumsal dönüşümlere odaklanan makalelerden oluşan böylesi bir kitabı hazırlama düşüncesinin bir diğer gerekçesi de Türkiye’nin akademik ve entelektüel çevrelerinde sıklıkla karşımıza çıkan bir tıkanmışlık ve kendi kendini tekrardan öteye gitmeyen bir tutuculuk karşısında duyduğumuz tepki. Türkiye’deki akademik ve entelektüel çevrelerin en başta gelen sorunlarından biri, kalıplaşmış anlayışları yerinden eden radikal görüşleri ve yeni düşünce akımlarını, bir açılım ve dönüşümün kaynağı olarak görmek yerine, çoğunlukla, kendi küçük iktidar alanlarını tehdit eden tehlikeli oluşumlar olarak algılamaları. Bu kitap, işte tam da bu noktada, bir yandan genel olarak Türkiye’de iktidarın işleyiş mekanizmalarını sorgularken bir yandan da kendi özel konumlarını sarsacağı gerekçesiyle yeni düşünce ve eleştirilere kendisini kapatmış muhafazakâr bir akademik ve entelektüel zümrenin iktidarının altını oymayı amaçlamakta.

Kitapta karşınıza çıkacak makaleler boyunca Türkiye’nin sosyoloji, siyaset bilimi ve tarih alanında önde gelen akademisyenlerinin görüşlerinin esaslı ve kapsamlı eleştirileri ile karşılaşacaksınız. Kısacası niyetimiz, Türkiye’de iktidar meselesini yeniden düşünmeyi öneren makaleler içeren bu eserin ortaya koyduğu fikirler ile bir yandan da akademik iktidar odaklarını kendilerini dönüştürmeye zorlamaktır. Şüphesiz, Türkiye’deki akademik ve entelektüel hayatın zenginleşmesi ve çeşitlenmesi bu ve bunun gibi müdahalelerle mümkün olacaktır.

Umuyoruz, bu kitapta yeralan tüm yazılar ve fikirler, yoksulluğun ve zenginliğin, acıların ve mutluluğun, ölümün ve yaşamın dağılımındaki eşitsizliklerin bir nebze olsun azaldığı, gündelik hayatlardaki faşizmin ve ırkçılığın daha çok sorgulandığı, halkların kardeşçe yaşadığı bir Türkiye’ye katkıda bulunur.

www.varlik.com.tr

İçindekiler
-“Türkiye’de İktidar ve Gerçeklik” / Meltem Ahıska
-“Arşiv Korkusu ve Karakaplı Nizami Bey: Türkiye’de Tarih, Hafıza ve İktidar” / Meltem Ahıska
-“Avrupa’nın Cinsiyeti: Uysal Bakire, Yutucu Dişi, Fetihçi Oğul” / Nurdan Gürbilek
-“Bir İstanbul Adliyesinde Davranış Kalıpları, Anlamlandırma Biçimleri ve Eşitsizlik” / Dicle Koğacıoğlu
-“Türkiye’de Gençlik, Nüfus ve İktidar” / Ferhunde Özbay
-“Türkiye’de Sivil Toplum Kuruluşları: Modernite, Milliyetçilik ve Neo-Liberalizm Kıskacında ‘Gönüllülük’” / Yasemin İpek Can
-“İktidarın Farklı Yüzleri ve Alevi Kimliğinin Dönüşümü” / Özlem Göner
-“Kürt Sorununu ‘İdare’ Etmek” / Fırat Bozçalı
-“Yeni Bir Hegemonik Savaş Alanı: TRT6” / T. Balca Arda
-“Orduya Annelik Yapmak: Türkiye’de Şehit Anneleri” / Esra Gedik
-“AKP ve Türkiye’de ‘Yeni’ İktidar” / K. Murat Güney

Türkiye’de Irkçılığın Gündelik Halleri

irkci.gifTürkiye’de devlet ve uzantılarının uyguladığı şiddetten bahsederken ırkçılıktan dem vurmak adeta bir tabudur. Bu ülkede vatanseverler olabilir, milliyetçiler olabilir, hatta milliyetçiliklerini aşırıya kaçıranlar da olabilir. Ama bu ülkede ne ırkçılar ne de ırkçılık vardır. Hâşâ, bundan bahsedilemez bile, ırkçılık mı? O hiç olmamıştır, olamaz da. Kim tanık olmuştur bizim ülkemizde insanların sabun yapıldığına? Toplama kampları kurulduğuna dair bir bilgi var mıdır kayıtlarda? Yoktur, bizim ülkemizde ırkçılık yoktur. Ülkemizde ırkçılık vardır diyen en hain teröristtir, bölünmez bütünlüğümüze yönelik en büyük bir tehdittir, tez elden yok edilmelidir!

Türkiye devleti ve uzantıları, kuruluşundan bu yana böylesi baş edemediği, norma, kurala, yasaya bir türlü uyduramadığı fikirleri, yaşamları ve eylemleri yok ederek geldi bugünlere. Norm, kural ve yasa bu norma, bu kurala, bu yasaya tabi olacak insanların zihniyetlerini, beklentilerini, istek ve arzularını hesaba katarak değil onları adeta yok sayarak hazırlanmıştı zira. Kurallar, hitap ettikleri halkların zihinlerini boş ve yeniden yazılabilir, bedenlerini ise sıfırdan yeniden biçimlendirilebilir varsaymıştı her zaman. Yasa kesindi. Yasaya ya uyulacak ve yasa koyucular ‘sevilecek’ ya da geriye kalanların selametine, katıksızlığına, safkanlığına halel gelmemesi için buralardan çekip gidilecek, vatan ‘terk edilecekti’. Böylece bu ülkede, yeniden yazılmaya, yeniden biçimlendirilmeye karşı koyanlar bu toprakların dışına, bu topraklarda yaşamakta ısrar edenlerse bu dünyanın dışına sürüldüler. Kararlaştırılan ulusal projeye önce Ermeniler’in uygun düşmediği ortaya çıktı 15’lerde. Müslüman bir Türklüğün saflığı ve selameti için Ermeniler’den ‘arınılmalıydı’. 20’lerde bu kez laik ve batılı bir Türklüğün selameti için şapka da takmayan sakal da kesmeyen yobaz takımından ‘kurtulunması’ gerekti. Gösterilerde asker ve polisin kurşunlarına hedef olanlar İstiklal Mahkemeleri’nde asılanlardan kat be kat fazla oldu. 38’lerde çıkardıkları kargaşalık had safhaya ulaşan Dersim halkı, Sabiha Gökçen önderliğindeki yeni kurulan Türk Hava Kuvvetleri’nin ilk bombalarına hedef oldular. Bir yandan da norma, düzene, yasaya uymayanların akıbetinin ne olacağı konusunda gelecek nesillere ibret teşkil ettiler. Dersim tamamen boşaltıldı, tam da normun, kuralın, yasanın öngördüğü gibi bomboş, çıplak, yeniden yazılmaya, yeniden, sıfırdan kurulmaya hazır bir arazi haline, ‘Tunceli’ haline getirildi.
Okumaya devam et

Savaş Barıştır… Yoksulluk Zenginliktir… Sansür Özgürlüktür… AKP Mazlumdur… Mazlumun da Dostudur…

recep_tayyip_erdogan_akp2.jpgTürkiye son günlerde Yargıtay Başsavcısı tarafından AKP’ye karşı açılan kapatma davasını konuşuyor. İşin ilginci, davanın açıldığı andan itibaren, Türkiye her şeyini, tüm problemlerini, dertlerini, tasalarını, savaşı, yoksulluğu, sansürü unutmuşçasına sadece ama sadece bu davayı konuşuyor. Türkiye, DTP’ye ve başka partilere açılan kapatma davalarına karşı sesini yükselttiğine bugüne değin bir türlü hiç şahit olamadığımız AKP’nin, şimdi bir anda yargı erki karşısında nasıl da mazlum olduğunu, demokrasi havariliğiyle haklarımıza nasıl da sahip çıktığını ve geçmişin katı fikirleri karşısında özgürlüğümüzün yegâne güvencesi olarak nasıl da inatçı bir mücadele yürüttüğünü konuşuyor. Konuşan Türkiye veya daha doğrusu Türkiye’nin konuştukları duyulan ve işitilenleri bunları konuşuyor bugünlerde hararetle. Peki ya konuşmayan Türkiye veya daha doğrusu konuştukları duyulmayan ve işitilmeyen Türkiye ne düşünüyor bu olan bitenler hakkında?

Bugünden geçmişe baktığımızda, AKP’nin mecliste çoğunluğu elinde bulunduran parti oluşunu idrak edişimizin üzerinden 6 yıl geçtiğini görüyoruz. Konuşanlar ve konuşmayanlar olarak çoğunluğumuz bu 6 yıl içinde karşımıza çıkan seçeneklerden her defasından AKP’yi seçti. Bizlere vaat edilen demokrasiye, barışa, zenginliğe ve özgürlüğe oy verdi. Demokrasiyi, barışı, zenginliği ve özgürlüğü; diktaya, savaşa, yoksulluğa, sansüre tercih etti. Bu tercihi onayladı, onaylamaya da devam ediyor.

Peki, AKP bu vaatlerini yerine getirdi mi, getiriyor mu ki, bizler de AKP’yi oylamaya, onaylamaya devam ediyoruz? Yoksa tıpkı bugün şu anda olduğu gibi uzun bir süredir ehven-i şer bir tercihi kabul etmenin dayatmasıyla mı karşı karşıya kalıyoruz her defasında?
Okumaya devam et

Hrant Dink'i Özledik!

hrant_dink.jpgGeçtiğimiz gün İstanbul ve tüm Türkiye’de 19 Ocak 2007’de ne olduğu hatırlandı. Bir parmağın bir tetiği çekmiş olduğu, sakin bir öğle vakti dünyanın akışının değiştiğiydi hatırlanan. Peki 20 Ocak’ta, 21, 22 ve 23 Ocak’ta neler olmuştu? Geçtiğimiz senenin şubat ve mart ayları ne getirmişti bize? Silah tutan ellerin gösterdiği işbirlikçi polis ve askerler, münferit kelimesini kullanmakta hiç tereddüt etmeyen bakanlar ve valiler, gündüz gözüne uluorta atılan tehditler, imha edilen deliller, soruşturulması reddedilen emniyet mensupları, jandarmalar, polis muhbirleri… Cinayetten tam bir yıl sonra bugün, 19 Ocak 2008’de geldiğimiz nokta neresi peki? Dava da sürüyor, birbiri ardına tahliyeler de. Biz Hrantız dedikçe Mehmetlik dayatmaya meraklı grupların seslerini yükseltirken sırtlarını yasladıkları ırkçı iktidarlar işbaşında. 301’in soluğu hâlâ ensemizde.

Nasıl bu cinayet 19 Ocak 2007’de durup dururken kendine hakim olamayarak tetiği çekmiş bir aklıevvelin işinden ibaret değilse, nasıl bu feci olayda, o parmağın o tetiği çekişinde, nice ocakların, şubatların, “Hrant Dink’in öldürüleceğini çoktan bilen bütün bir Trabzon”un, valisiyle, komiseriyle, ülkücüsüyle, eline silah tutuşturulan çocuklarıyla ince ince dokunmuş bir şebekenin izi varsa, o karanlık günün üzerinden geçen bir yılda ve tam şu anda da, o tetiği çeken parmak dışında kalan her şey, Hrant Dink’i bu dünyadan alan silahlar, fikirler, şebekeler, yasalar aramızda. Cinayet devam ediyor. Her gün, her saniye maruz kaldığımız, zaman zaman fikrimize, zaman zaman canımıza kasteden şiddet biçiminde, Hrant Dink’in yaşamaya mecbur bırakıldığımız yokluğu biçiminde devam ediyor cinayet.

19 Ocak 2007’de giden canın geri gelesi yok. Dünyanın akışı değişti, dünyaya akışını değiştirmeye niyetli bir adam aramızdan alındığı için. Fakat öncesiyle sonrasıyla değişmeyen akışlara dur demenin, adaleti devam eden cinayetin boğazına tıkamanın vaktidir. Mahkeme önlerinde artık hayatlarımızı katlettirmek istemediğimizi bağırmanın vaktidir.

Adalet talep eden bu denli çok insanın acılı hatrı bu yas günüyle sınırlı kalamaz; adaleti de sağlar, karanlıkların boğazına çomak da tıkar bir gün. Hrantsız olduğu için hep eksik kalacak bir adalet…

Bir Yıl Sonra Bugün…

hrant_dink2.jpgRakel Dink:

“Sevgili kardeşlerim
Önce gelin şu lirik yalnızlığımızı paylaşalım. Bırakın anlaşmayı yoklayın yüreklerinizi.
Bir yıl sonra onu yaşamak için yine buradayız. Burada, onun kanını suyla sabunla temizlemeye çalıştıkları kaldırımdayız. Bu kaldırım bu şekilde temizlenebilir mi?
Kardeşlerim
Kanın sesi ancak adaletle susar. Sizler bugün adalet için bugün buradasınız, sessizliğinizde adalet çığlığı yükseliyor.
Katilin eline bayrak verip poster çektirenlere adalet ne yaptı?
Sadece görüntüleri basına verenlere dava açtı. Stadyumlarda hepimiz Ogün’üz diye bağıranlara ne yaptı ülkemin adaleti?
Daha katil yakalanmadan silahın markasına kadar bilen jandarmalara ne yaptı ülkemin adaleti?
Eşime haddini bildirmeye çalışan vali yardımcısına ne yaptı ülkemin adaleti?
Diyorlar ki, “301’den kim hapse girdi?” Ben de diyorum ki, Hrant Dink’i yaşatsalardı da keşke hapse girseydi. Çünkü yaşasaydı, bugün hapiste 3 aydır yatıyor olacaktı.
Bizi acılarla akraba ettiler. Maalesef kardeşlik de bugün cesaret istiyor. Ama asıl yaşamak cesaret ister, umut cesaret ister, adalet cesaret ister kardeşlerim.”

Adı Konamayan Irkçılık: Usulca Düşman Bellenenler ve Yaygın Pratikler

35931.jpg“Siyahi Dergisi'nin Yaz 2007 sayısında yayımlanmıştır.”

Türkiye gündeminin muktedirler arası çarpışmalara kitlendiği bir zamanda, kilidin çoktan kırık olduğunu fark etmek bugün çok önemli. “Kemalist -bürokratik- militer- aydın” ve “liberal- islamcı- AKP” çatışmasının kendini doğrulayan bir kehanet biçiminde, kriz çığlıkları eşliğinde bir krize döndürülmesi esnasında, iki tarafın da faili olduğu otoriteryanizm ve ırkçı pratikler gündemin alt sıralarına doğru düştü. Oysa ki, çok değil dört ay kadar önce Hrant Dink’in öldürülmesiyle birtakım gerçeklerin artık geri döndürülemez biçimde su yüzüne çıktığını sanmış, Türkiye siyasetinin indirgenmeye çalışıldığı iki büyük kutbun ne denli aynı ırkçı kalıplardan faydalandığı, iş ırkçı ayrıma geldiğinde ne denli birbirlerinin ellerine oynadıklarının iyiden iyiye aşikâr olduğunu düşünmüştük. O günden bugüne gelişmeler yaygın ırkçılığın, tam da gizlendiği formlardan ve adının koyulmamışlığından faydalanarak, yapıştığı pratiklere iyice kurulduğunu gösteriyor. Bu yazı ırkçılığı, çoğu doğrudan ve açıkça ırkçı olmayan, belki ayrımcı veya tektipleştirici eğilimleri olan, günlük hayata içkin yaygın pratiklerin mümkün kıldığını savunuyor. Bu pratiklerin devlet odaklarına gölgesi düşen iki taraflı denklemin iki tarafına da içkin olmakla kalmayıp, yaygınlığı ve adının konulmamışlığı sayesinde doğrudan ırkçılığı erklendirdiğine geçtiğimiz birkaç aya bakarak işaret ediyor.
Okumaya devam et