Anti-otoriter haber, yorum ve tartışma portalı InternationalAforum sitesinden…
Hükümetle Türk-iş arasında yapılan görüşmelerin sonucu gösterdi ki, sermaye sınıfı kendi çıkarlarını korumak için yüzbinlerce insanı işsiz ve aç bırakmakta hiçbir tereddütte bulunmuyor. 50 gündür ülkenin dört bir yanından gelip kış koşullarında sokaklarda kalan TEKEL işçilerinin kararlı direnişi bile sermayenin kendi sırtının sağlam olduğunu düşünmesine herhangi bir etkide bulunmamış görünüyor. Sermaye ve patronlar hayatın her alanına nüfuz edecek kadar örgütlü ya bizler…? Bu hayatı emekleriyle ve alınterleriyle ellerinde tutanlar biz sıradan insanlarken, bir avuç imtiyazlı azınlık hayatın asıl yaratıcılarıymış gibi davranmaktan çekinmiyor, alışılageldik örgütsüz, tüm iş kollarına ve hayatın her alanına yayılmayan direnişler karşısında da geri adım atmak şöyle dursun, tehdit ediyor ve polisin eliyle devlet terörünü hayata geçiriyor. Şimdiden sermayenin hükümet sözcüsü Erdoğan, TEKEL işçilerini kriminalize etmeye ve tehditler savurmaya başladı bile. TEKEL işçilerinin kararlı mücadelesi sürdüğü ölçüde önümüzdeki günler TEKEL direnişinin ilk günlerinde yaşanan polis terörünün yarattığı travmalara gebedir. Hükümetin sözcülüğünde sermaye bu tehditlerini 3 milyon işsizi adres göstererek ezilen ve sömürülen kesimleri birbirine düşürmeye çalışmakta ve sermayeyi sorgulanamaz kılarak bir ilüzyon politikası uygulayıp sürdürmektedir.
Sermaye sistemi polis ve zor yoluyla tehdit ve baskısını arttırırken, tıpkı tüm yeryüzünde olduğu gibi ülkenin dört bir yanında da direniş çığlıkları bir bir yükselmeye devam etmektedir. Ezilen sınıfların yerel mücadeleleri genelleşen direnişlere dönüşmeye meyletmeye başlamıştır. TEKEL’den Marmaray işçilerine, Çemen Tekstil’den Metal işçilerine, Sağlık çalışanlarından demiryolu çalışanlarına, belediye çalışanlarından neredeyse tüm iş kollarına küçük ölçekli direnişler halen sermaye sisteminin nihai yıkımı için birikmeye ve genelleşmeye devam etmektedir. Çalışan sınıfın direnişlerinin yanı sıra birçok sosyal hareket kapitalist sistemin sömürü çarkına karşı direnişlerini sürdürmektedir.
Karadeniz ve Anadolu’nun birçok bölgesi yapılmak istenen baraj, termik, HES (Hidro-elektrik Santraller), nükleer santrallere karşı kaynamaya başlamış ve bir fırtına gibi patlamaya hazır bulunmaktadır. Ezilenler doğayı ve insan sağlığını tehdit eden teknolojilerin farkına varmakta ve yerel ölçekte direnişler sergilemektedir.
Kürt illerinde süregiden devlet terörü 2009’un son aylarından bu yana trajik bir hal alarak hapishanelerin siyasi mahkumlarla dolup taşmasına neden olmuş, polis ve devlet terörü kronikleşmeye başlamıştır. Hiçbir suçu olmayan yüzlerce çocuk sadece Kürt oldukları için hapishanelere kapatılmaktadır. Cezaevlerindeki baskılar artmakta, birçok cezaevinde kazanılmş haklar da bir bir geri alınmaktadır. Devrimci kişi veya gruplar sürekli soruşturma, gözaltı ve tutuklama terörüne maruz bırakılmakta, polis işkence ve infazlarına devam etmektedir.
Kent yoksulları Kentsel Dönüşüm adı altında kentlerden sürülmek, soylulaştırılma ve güzelleştirme adı altında yoksul insanların barınma hakları sermaye sisteminin çıkarına hizmet eden bir projeye dönüştürülmek istenmektedir. “İstanbul 2010 Dünya Kültür Başkenti” sloganı soylular için bir göz zevki anlamına gelirken, yoksullar için evsiz kalmak ve sürgün anlamına gelmektedir. Benzer kentsel dönüşüm teraneleri ülkenin birçok ilinde binlerce yoksulu evsiz bırakacak projeleri hayata geçirmek için bir reklam kampanyası gibi kamuoyuna satılmaktadır.
Kadınların erkek egemen ilişki biçimlerine ve erkek egemen yasalara karşı mücadeleleri halen sürmektedir. Keza, LGBTT (Lezbiyen-Gay, Biseksüel, Transeksüel, Travesti) hareketi bir varoluş mücadelesi olmakla birlikte homofobik devletin ve kültürün baskı ve saldırılarına karşı direnç göstermeye devam etmektedir.
Savaşa, militarizmin hakimiyetine ve kişilerin piyonlara indirgenmesine karşı toplumsal barış mücadelesi, devletin yok sayan politikaları ve “halkı askerlikten soğutmak” gibi yasalarla ezilmek istense de tüm baskı ve hapsedilme tehditlerine karşın sürmektedir.
Belediyelerin, fabrika çiftliklerinin ve tıbbi araştırma merkezlerinin hayvanlara yönelik uyguladığı zulüm, işkence ve katliamlara karşı öfke yer yer tepkilere dönüşmektedir.
Banka mağdurlarının ve icralıkların sayısı milyonlarla ifade edildiğinde bir sosyal patlamanın eşiğinde olduğumuzun semptomlarından başka birisini de görmüş oluyoruz.
Ezilenlerin direnişi Anadolu’da olduğu gibi tüm dünyada sürüyor. Atina’dan Fransa’ya, İngiltere’den Hindistan’a, Nepal’den İtalya’ya yerüyüzünün birçok coğrafyasında küresel veya yerel sermayenin ve hükümetlerinin sömürü ve baskı aygıtlarına karşı direnişlere şahit olabiliriz.
Sermayenin kendi çöküşünü kendi elleriyle hazırladığı gerçeği, onun insanlık ve gezegen için sürdürülebilir bir sistem olmadığı ve çıkarlarının dünya ve insan çıkarlarıyla ters olmasından ötürü kendi çöküşünün semptomlarını her geçen gün daha da arttırması anlamına gelir. Asıl çöküş ve tüm insanlık için kabul edilebilir bir yıkım sadece ezilenlerin gündelik direnişleri bir isyana dönüştüğünde ve bu isyan bir yangın gibi yerelden bölgesele, bölgeselden küresel ölçeğe yayıldığında sermaye sisteminin nihai sonunu getirecek olan ezilenlerin öfkesinin bir festivale dönüşmesiyle hayat bulacaktır.
Bir avuç sermaye ve patronlar sınıfı örgütlü bir biçimde, onları hayatta tutan ve giydikleri kıyafetten yedikleri yiyeceğe kadar her şeyi üreten bizlere meydan okumaktan, oyalamaktan ve kırıntı vermekten çekinmiyorlar. Çünkü bizler onların bizler için kurguladıkları dünyaya ve rollere boyun eğerek kabul ettik. Onların bizlere dayattıkları örgütsüzlük batağına hapsedilmiş olarak kalmayı bir gerçekçilik olarak gördüğümüz sürece sömürülmeye ve haksızlığa uğramaya devam edeceğiz. Patronlar, karşılarında örgütsüz bir çalışan sınıfı tercih ederler, çünkü çıkar ve sömürü savaşlarında ayaklarına dolanacak birilerini görmek istemezler.
Gerçekçi olmak gerekirse bugün Genel Grev herhangi bir toplumsal değişimin sinyalleri vermektense, bir sosyal devrimin tohumlarını atacak olan ezilenlerin (patronlaşan işçilerin boyunduruğundan çıkarak) kendi yerel öz-örgütlülüklerini kurmaları ve bu yerellikler arasında ağlar örmeleri açısından tetikleyici bir role sahip olmaktadır. Bizler bu sürecin anti-otoriter devrimciler tarafından iyi değerlendirerek ezilenlerin kendi öz-örgütlenmelerini yaratabilmeleri için patronların gerçekliğine karşı ezilenlerin kendi gerçekliklerini yaratma noktasında itici güç oluşturmaları gerektiğini savunuyoruz.
Bugün TEKEL işçilerininki ile birleşen ve birçok iş kolunda süren kararlı direnişler gösteriyor ki, bir tepki ancak direnişe dönüşürse etki yaratabilir. 4 Şubat’ta diyeceğiz ki, bir direniş ancak yerelden genele yayılan bir isyana dönüşürse başarılı olabilir ve ancak örgütlü bir mücadele böylesine örgütlü bir sistemi gereksiz kılacak ve yerle bir edecek bir mayaya sahip olabilir.
Şimdi tüm işkollarında ve hayatın her alanında yürüttüğümüz direniş ve mücadelelerimizi birleştirmenin zamanıdır…
Şimdi tepkiyi direnişe, direnişi isyana dönüştürmenin zamanıdır…
4 Şubat Perşembe günü işi gücü bırakıp sokaklara çıkalım ve işçi örgütlerinin adres gösterdiği yürüyüş güzergahlarında buluşalım.