Adına D/devrim dediğimiz kavramı, olguyu ya da her ne ise onu düşünmek beraberinde bir dolu kavram ve olguyu da düşünmeyi ve yeniden düşünmeyi gerektiren fazlasıyla yorucu ama bir o kadar da ufuk acıcı olabilen bir fikir mesaisidir. Peki, devrim üzerine nasıl bir fikir mesaisi verilmeli, nereden başlamalı, neyin izini, nasıl, hangi soruları sorarak sürmeli?
Bu suallere cevap ararken, bir çok farklı kaynaktan beslenmiş ve yine o bir çok farklı kaynak ile farklı farklı tartışmalar içine girmiş Nicos Poulantzas’ın yazıp çizdiklerine durup göz gerdirmemek olmaz. Özellikle ölümünden kısa bir süre önce yayımladığı kitabı Devlet, İktidar, Sosyalizm (Poulantzas, [1978]2000) Marksizm’in içinden devrim meselesi üzerine verilmiş en heyecan verici fikir mesailerinden birisidir. Kitabı bu kadar heyecan verici kılan Marksizm ile post-yapısalcılık arasındaki ilk ve en önemli etkileşim olarak Poulantzas’ın Michel Foucault ile girdiği tartışmadır.
Bu yazıda yapmak istediğim şey bir taraftan Poulantzas’ın düşüncesindeki dönüm noktalarını işaretlemek diğer taraftan ise verdiği fikir mesaisinden çıkan ana izleklerin altını çizerek bu izleklerin bizi devrimi düşünürken ulaştırabileceği olası sorular ve yanıtlara dair birtakım tahminler yürütmek. Diğer bir deyişle, ‘D/devrim’ denen olguyu bütünüyle bir kenara atmak pahasına, Poulantzas’ın D/devrimini takip ederek, belki de, devrim üzerine çok daha heyecan verici ve verimli bir fikir mesaisinin mümkün olabileceğini düşlemek.
Yunanistan doğumlu olan Poulantzas (1936-1979), Atina’da hukuk eğitimini tamamladıktan sonra 1960 yılında Fransa’ya yerleşir. Hem Yunanistan’da hem de Fransa’da çeşitli siyasal faaliyetlerle örgütlülük deneyimleri içinde bulunur. Fransa’ya yerleşmesinden sonra, Althusser ile tanışır ve görüşlerinden çok etkilenir; Les Temps Modernes’de yazmasının ardından adı Balibar, Macherey, Ranciére, Debray ile birlikte “Althusser Grubu” içinde anılmaya başlar (Hall, [1980]2000, s. vii).
Marksist literatür içinde adını Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar (Poulantzas, [1968]1978) isimli kitabını yayımladığı 1968 sonrası, Miliband ile girdiği tartışma vesilesiyle duyurur (bkz. Miliband, 1969, 1970, 1973 1983; Poulantzas, 1969, 1976)*. Kitabında ortaya attığı “devletin göreli özerkliği” tezini Althusser’den yoğunluklu olarak etkilendiği dönemlerde geliştiren yazar hayatının sonraki dönemlerinde de bu tezini sahiplenmiştir. Fakat bu anlamda yazarın son kitabı; Devlet, İktidar, Sosyalizm önceki çalışmalarından farklı bir yerde tutulmalı. Bu kitabın, Foucault ile girdiği tartışma göz önüne alındığında, Althusserci yapısalcılıktan bir ölçüde sıyrıldığını söyleyebiliriz (Jessop, 1990). Bir kolundan Althusser’in diğer kolundan da Foucault’nun tutup çektiği Poulantzas Devlet, İktidar, Sosyalizm’de bize üzerine düşünmemiz gereken çok önemli tespitler, tezler ve kafa karışıklıkları bırakmıştır ([1978]2000).
D/devrim D/devlete Karşı mı?
Devrimin kime karşı, kimler tarafından ve nasıl yapılacağı sorusu bir sorunsal olarak devleti işaret eder. Marksizm içinden ya da dışından her hangi bir devrim tahayyülüne sahip olan bir çok kişi devleti bir sorunsal olarak tahlillerinin kenarına ya da merkezine koymuşlardır. Benzer bir biçimde Poulantzas da Siyasal İktidar ve Toplumsal Sınıflar kitabında devleti bir analiz nesnesi olarak neden ele aldığını açıklamak için Lenin’den miras kalan suali yeniden dile getirir: “Neden her devrimin en temel sorunu devlet iktidarı sorunudur?” ([1968]1978, s. 44).
Bu suali sorarken yazar esasında Marx, Engels, Lenin ve Gramsci’yi temel kaynak alarak Marksist bir devlet kuramı oluşturmayı hedefliyor. Ve aslına bakıldığında da, Marksizm içindeki en müstesna devlet kuramlarından birisiyle bizi karşı karşıya bırakıyor. Poulantzas’ın devlet kuramını anlamak, anlatmak ve değerlendirmek için Althusser’in kurduğu kuramsal çatı ve o çatıyı mümkün kılan analiz yöntemlerini akılda tutmak gerekir. Öyle ki kullanılan kavram ve kavramsallaştırmalar Althusser’inkilerle çok benzeşir. Bu benzerliğin sınırlarını en azından Althusserci analizin temel araçlarını kısaca belirterek daha görünür kılmak yazarın sonraki yazılarında aşmaya çalıştığı sınırlar ve o sınırların tereddütlerle dolu ötesine dair bize fikir verebilir.
Althusser ([1966]1969), Marx’ın Hegelci diyalektikten bütünüyle farklı bir (materyalist) diyalektiği tarif ettiğini iddia eder. Bu iddianın ardındaki düşünce ise bir yandan ekonomi dışındaki her şeyin ekonominin salt bir görüngüsü olduğunu savlayan özcü ekonomist görüşün, bir yandan da Lukacs’ın başını çektiği insan gereksinimlerini ve insanlar-arası ilişkileri tarihin akışını açıklarken merkeze koyan tarihselci hümanist Marksist görüşün değillenmesidir (Althusser, [1966]1969; Sunar 1999). Farklı bir diyalektik süreci tarif edebilmek ise yeni analiz araç ve kavramlarını gerekli kılar ki, zaten psikanalizden ödünç alınan çeşitli kavramlarla bu ihtiyaç giderilir: “yoğuşma (condensation)”, “yerdeğişim (displacement)” ve “çoklu-belirlenim (overdetermination)” (Althusser, [1966]1969).
Althusser bize bir tablo çizer; bu tablo, yaşamın içinde aktığı yapıları, yani toplumsal kuruluşları (social formation) tasvir eder. Yapıların kendisi de üç seviyeden; ekonomik, siyasal ve ideolojik seviyeden oluşmaktadır. Seviyelerden herhangi birisini merkezi seviye olarak kodlamak yerine Althusser, toplumsal kuruluş içinde başat (dominant) seviye ile belirleyici (determinant) seviyelerin var olduğunu savlar ([1966]1969, Sunar 1999). Başat seviye her toplumsal kuruluş için değişebilirken, hangi seviyenin başat seviye olacağını ise belirleyici seviye belirler. Analizin en önemli noktası ise belirleyici seviyenin tüm toplumsal kuruluşlar için sabit ve ekonomik seviye olmasıdır. Üç seviyeden kaynaklı bir çok çelişkiden bahsedebiliriz; hatta bu çelişkiler birbirlerini etkileyebilirler öyle ki bu çelişkiler üst üste binebilir ya da tersi olabilir yani çelişkilerin ‘yoğuştuğu’ ya da ‘yerdeğiştiği’ anlar olabilir. Bu anlar çoklu-belirlenir ancak yine de bu çoklu-belirlenmede ekonomik seviye, belirleyici seviye, ‘son kertede’ belirleyendir. Durup dikkatlice baktığımızda, bir çoklu-belirlenme durumundan bahsederken, bu çoklu-belirlenme durumu içinde ‘son kertede’ ya da ‘son tahlilde’ bir belirleyenin varsayıldığını görürüz. Böylelikle Althusser’in, mekanik bir diyalektik anlayışı benimseyen ekonomizmi aşma çabası ve bunu yaparken de yapısalcılıktan kopmama refleksi karşımıza grotesk bir çoklu-belirlenim kavramsallaştırması çıkartmıştır.
Poulantzas da Althusser çizdiği tablo üzerinden yine onun yöntem ve araçları ile iş görür. Kapitalist karakterli toplumsal kuruluşun, yani kapitalist üretim tarzının diğer üretim tarzlarıyla yan yana bulunduğu ancak, kapitalist üretim tarzının başat rol oynadığı toplumsal kuruluşun, diğer toplumsal kuruluşlardan çok önemli bir farkla ayrıştığını kabul ederek işe başlar (Poulantzas, [1968]1978). Kapitalist üretim tarzı, üretim araçlarının sahipliğinin, emeğini harcayan kişiden çıkmış olmasıyla üretim sürecine üretim araçlarının sahibi ya da emeğini harcayan/satan kişinin emeğinin sahibi olarak, emek-harcamayan kişinin dahil olmasıyla ayrışır. Böylelikle karşımıza, diğer üretim tarzlarından farklı olarak, “ekonomi-dışı etmenlere ihtiyaç duymadan, görece özerk bir biçimde işleyen” üretim süreci çıkar (Poulantzas, [1968]1978, s. 32). Poulantzas ekonomik olan için tespit edilen bu göreli özerkliğe benzer bir göreli özerkliğin politik olan için de geçerli olduğunu iddia eder. ‘Devletin göreli özerkliği’ tezi temel olarak bu önermeden ileri gelir. Tabi ki devletin göreli özerkliği kapitalist üretim tarzının başat rol üstlendiği kapitalist karakterli toplumsal kuruluş için geçerli bir tespittir. Bir toplumsal kuruluş içinde bir çok üretim tarzının ve her üretim tarzı içinde de farklı seviyelerin ve bu farklı seviyelerden kaynaklı muhtelif çelişkilerin var olduğunu ön varsayan; kapitalist karakterli toplumsal kuruluşun diğer toplumsal kuruluşlardan nasıl ayrıştığını da not düşen yazar için kapitalist karakterli toplumsal kuruluş içindeki devleti bu çelişkilerin yoğuştuğu ya da yerdeğiştiği bir alan olarak tanımlamak varacağı son nokta olacaktır. Bu noktada devlete yüklenen en önemli işlev farklı seviyeler arasındaki “uyumu” tahsis etmektir (Poulantzas, [1968]1978, s. 44). Homojen bir hakim sınıf tanımını değilleyerek Poulantzas, belli hakim sınıfların siyasal iktidarı elinde bulunduran ‘iktidar-bloğu’ içinde yer alabileceğini ve aralarından bir tanesinin bu iktidar-bloğu içinde diğerleri üzerinde hegemonya kuracağını zikreder. Aslında İktidar-bloğunun ve iktidar-bloğu içindeki hegemonyanın kurulması ise tam da devletin, siyasal seviyenin, farklı seviyeler arasındaki uyumu tashih etme, yani çelişkilerin yoğuşmasının önüne geçme işlevine denk düşer. O halde kapitalist karakterli toplumsal kuruluşta başat seviye, ‘son kertede’ ekonomik seviye tarafından belirlense de, siyasal seviye olarak belirir (Meiksins Wood, 1998). Zaten Poulantzas’a göre ekonomik alanda verilen sınıf mücadelesi ile siyasi alanda verilen sınıf mücadelesi farklı şeylerdir ve asıl dönüştürücü olan, karşımıza hem çelişkilerin yoğuştuğu ya da yerdeğiştiği alan olarak hem de iktidar-bloğunu oluşturan bir fail olarak çıkan D/devleti kendisine hedef olarak seçen siyasal alanda verilen sınıf mücadelesidir.
Poulantzas’ın Kuramında Süreklilik ve Kopuş
Devlet, İktidar, Sosyalizm Poulantzas’ın kuramındaki süreklilik ve kopuşların en görünür olduğu çalışmadır. 1970’lerin son yılarında kaleme alınan kitap tehlikeli bir eğilimin bahsiyle açılır: “Otoriter Devletçilik” (Poulantzas, [1978]2000). Poulantzas bu eğilimin tüm dünyada farklı tezahürlerde olsa da hakim duruma geldiği tespitini yapar. Bu anlamda Sol içindeki iki akımı çok sert bir dille eleştirir. Bunlar Batı’da iktidarı elinde bulunduran Sosyal Demokratlar ile Doğu’da egemen olan reel Sosyalizm ya da Stalinizmdir. İkisinin de üzerinde yükseldiği ortak bir temel vardır ki, o da kitlelere ve kitlelerin taleplerine güven duymayan devletçi anlayıştır. Çalışmanın ardındaki ana sebep de bu durumu analiz etmek ve bu durumdan çıkışın yani “Demokratik Sosyalizme” giden yolun izini sürmeye çalışmaktır. Başka bir deyişle konjonktür Poulantzas’ı devlet analizini yeniden gözden geçirmeye sevk etmiştir.
Gözden geçirmenin imlediği ilk önerme devlet aygıt(lar)ının salt devlet iktidarına indirgenemeyeceğidir. Önerme iktidara dair yapılan isabetsiz bir tespite karşı dillendirilir. Sözü edilen isabetsiz tespit ise toplumsal olanın içerisinde belli bir miktar iktidarın varolduğu ve bu sabit miktardaki iktidarın devlet ve toplumsal sınıflar gibi faillerin arasında paylaşıldığı tespitidir. Poulantzas bu tespitten yola çıkılarak yapılan iktidar tanım(lar)ını “sıfır-toplam* iktidar (zero-sum power)” olarak adlandırır ve iktidarın ölçülebilen bir şey olmadığını ekler ([1978]2000, s. 131). Zira bu tespitten yola çıkan iki devlet analizini sert bir biçimde reddeder. Bunlardan ilki devleti kullanabileceğimiz basit bir araca indirgeyen araçsalcı devlet analizi; diğeri ise devlet iktidarını kendinden menkul kabul eden, devleti, toplumsal sınıfları kendisine tabi kılabilen bir özne olarak karşımıza çıkaran analizdir.
Poulantzas, ‘devletin göreli özerkliği’ tezini daha önceki çalışmalarında temellendirdiği biçimiyle aynen yineler. Ancak bu tezin yanlış anlaşılmaması gerektiğini belirtir, ona göre devletin göreli özerkliği toplumsal kuruluş içindeki (ekonomik, siyasal ve ideolojik) seviyelerin birbirilerinden tamimiyle bağımsız olmaları durumundan ziyade karşılıklı ilişki veya etkileşim içerisinde olduklarına işaret etmektedir. Devletin göreli özerkliği “üretim ilişkileri” ve “toplumsal işbölümüyle” belirlenir. Ancak bu belirlenim tek taraflı ve tek yönlü bir belirleme değildir. Poulantzas, çoklu-belirlenme kavramını hatırlatarak, devletin, siyasal ve ideolojik ilişkilerin üretim ilişkilerinin “inşa ve yeniden üretim” sürecine, üretim ilişkilerinin de siyasal ve ideolojik ilişkilerin “inşa ve yeniden üretim” sürecine müdahil olduğunu ileri sürer. Farklı tür ilişkilerin dahil olduğu bir ilişki evreni vurgulansa da, çok tanıdık bir biçimde, ‘son kertede’ üretim ilişkileri ile toplumsal işbölümü belirleyici seviye olarak nitelendirilir. Yani Althusser’in grotesk çoklu-belirlenimi hala bize eşlik etmektedir. Peki, bu nasıl mümkün olabilir? Ya da bu bir çelişki değil midir?
D/devleti ‘stratejik bir alana’, hatta bir ‘tarlaya’ benzeten Poulantzas’ın analizindeki en önemli olgu sınıf mücadelesidir. Alan yerine tarla kelimesini tercih etmem daha anlamlı olacaktır çünkü Poulantzas devletin “bir ucundan diğer ucuna işçi sınıfının halkın geniş desteğini alan mücadelesi ve direnişi” tarafından “sürüldüğünü” söyler ([1978]2000, s. 119). Diğer bir deyişle, devlet bir tarladır; ve bu tarlayı süren, ona her defasında kendine münhasır şeklini veren ise sınıf mücadelesidir. Sınıf mücadelesi ise hiç kuşkusuz ki sınıf konumları yani üretim ilişkileri ile toplumsal işbölümü tarafından belirlenir. Böylece devletten, daha doğrusu, devletin üretim ilişkileri ile toplumsal işbölümünün inşa ve yeniden üretim sürecine müdahil olduğu önermesinden yola çıkan kuramcı, üretim ilişkileri ile sınıf konumları ve sınıf mücadeleleri arasındaki bağı kurmuş ve oradan da sınıf mücadelelerinin devletin coğrafyasını değiştiren en önemli olgu olduğunu savlayarak tekrar devlete varmıştır. Böylelikle ilk bakışta kendi içinde tutarlı görünen bir devlet analizi ortaya çıkarır.
Poulantzas’ın devlet analizi diğer analizlerden çok önemli bir noktadan daha ayrışır. O da devleti; üretim ilişkileri, toplumsal işbölümü ve sınıf mücadeleleri arasındaki ilişkiyi kurulum sorusu üzerinden ele alarak açıklama çabasıdır. Yani üzerine kafa yorulması gereken sual farklı seviyelerden boy veren farklı ilişkilerin, birbirlerinin kurulum süreçlerine nasıl dahil olduklarıdır. Bu anlamda, Engels’in önce ekonomik olanın, sonra da onun ürünü olarak devletin ya da bu tarihsel anlatıyı tersine çeviren Clastres’ın önce siyasal olanın sonra da onun ürünü olarak devletin ortaya çıkışını anlatan, “köken (origin)” sorusunu merkeze koyan çalışmaları değiller ve devleti “kurulum (foundation)” sorusunu merkeze alarak tahlil etmeye çalışır (Poulantzas, [1978]2000, s. 43; bkz. Engels, [1884]1972; bkz. Clastres, [1974]1998). Poulantzas kendi deyimi ile herhangi bir yumurta-tavuk hikayesi yerine ‘kurulum’ sorusunu sorarak mevcut kapitalist devletin tarifini, kapitalist devletin diğer seviyelerin inşa ve yeniden üretim sürecini mümkün kılacak “kurumsal-maddi bağlamı” nasıl sağladığı meselesi üzerinden yapmaya çalışmıştır ([1978]2000, s. 39). Peki bu tarif bize nasıl bir D/devlet resmediyor?
Tarif, devleti karşımıza, entelektüel emek ile el emeğinin birbirinden ayrışması, “bilim-bilgi” üretimi ve bu üretimin bir iktidar biçimi olarak hakim sınıflarca kullanılması süreçlerinin hem faili hem de bu süreçlere sağladığı kurumsal bağlam ile süreçlerin faaliyet alanı olarak çıkarıyor (Poulantzas, [1978]2000, s. 57). Devlet yine bir fail olarak, insanları bir yandan bireylere dönüştürüp, onlar üzerinde disipline edici iktidar tekniklerinin uygulanabilirliğini mümkün kılarken diğer bir yandan da, özel ile kamusal olanı tanımlayarak kendi meşru iktidar alanını kendi çiziyor ([1978]2000). Ayrıca türdeş ve yekpare bir mekan algısı ile, insanlar için belli hedeflerin konduğu sonsuz bir zaman algısının ulus denen olguyu mümkün kılarken bir taraftan da ebedileştirilmiş bir devlet algısı yarattığını not ediyor. Elbette ki Poulantzas’ın tarifi mekan ve zaman algılarındaki değişimleri üretim ilişkilerinin, toplumsal işbölümünün ve sınıf mücadelelerinden bağımsız değerlendirmiyor ([1978]2000). Şunu unutmamak gerekir ki Poulantzas’ın verdiği devlet tarifinde devlet, salt bir araç ya da salt bir özneden çok, bir taraftan hem kendi kurulumu için bir çok farklı seviyenin kurulum sürecine dahil olan hem de hakim sınıfları bir çok alanda muktedir kılan bir fail diğer taraftan da bu kurulum süreçlerinin işlediği ve coğrafyası sınıf mücadeleleri tarafından tekrar tekrar şekillenen stratejik bir alan ya da tarla olarak karşımıza çıkıyor.
Kopuş Nerede?
Buraya kadar konjoktürel tespitler ışığında gözden geçirildiğinden dem vurduğum devlet analizinin yazarın önceki çalışmalarıyla bir süreklilik arz ettiğini görmek hiç de zor olmasa gerek. Peki bahsi geçen kopuşa ne oldu? Nereden, nasıl, nereye bir kopuş? Kopuşu teorize etmek için yazarın Foucault ile girdiği tartışmaya bakmamız gerektiğini daha önce belirtmiştim. Zira bu tartışmaya bakmak, bize Poulantzas’ın Althusser ile Foucault arasında yaşadığı gerilim ve bu gerilimin Poulantzas’a attırdığı ufuk turunun irtifası hakkında tahminler yürütme fırsatını verecektir. Önce Poulantzas’ın Foucault ile ortaklaştığı noktalara sonrasında ise Poulantzas’ın Foucault’ya getirdiği temel eleştirilere bakacağım.
Daha önce zikrettiğim üzere Poulantzas ‘sıfır-toplam’ diye nitelendirdiği iktidar tanımlarını reddediyor bu anlamda da Foucault’nun iktidarı ilişkisel bir olgu olarak görme çabasını olumluyor. İktidarı ilişkisellik üzerinden, sözgelimi bir sınıfın diğer sınıflar karşısında verdiği mücadele ölçüsünde “çıkarlarını gerçekleştirebildiği bir kapasite” olarak tanımladığımız zaman iktidarı miktarı ölçülebilen bir maddeden öte belli bir ilişki ya da ilişki ağı içinde yer alan faillerin birbirlerine karşı konumları ölçüsünde sahip oldukları edim aralıkları olarak tanımlamış oluyoruz (Poulantzas, [1978]2000, s. 147). Böylelikle Poulantzas’ın da Foucault gibi iktidarı sadece baskı ve zulüm getiren olumsuz bir olguya indirgemek yerine, onu insanları farklı bağlamlarda farklı biçimlerde muktedir kılan, insanların hareket kabiliyetlerini arttıran olumlu bir olgu olarak da gördüğünü düşünmeliyiz (Jessop, 1990).
Ayrıca Poulantzas devleti ‘stratejik bir alan’ ya da ‘tarla’ olarak tanımlarken, Foucault’nun iktidar analizlerine de göndermeler yapıyor. Ona göre, devletin kendinden menkul bir iktidar odağı olmadığını yaptığı analizlerle göstermesiyle Foucault, devleti salt bir baskı aracına indirgeyen Marksizm içindeki bir takım görüşlerin aşılması için çok önemli imkanlar sunmuştur (Poulantzas, [1978]2000).
Foucault’nun analizlerinin bir bölümünü olumlayan Poulantzas bir taraftan da Foucault’ya ciddi eleştiriler yöneltmiştir. Bu eleştirilerden ilki Foucault’nun “ölüm üzerinde iktidar” karşısında “yaşam üzerinde iktidarın” doğuşundan bahsederken; egemenliğin, hukukun ve devletin ölüm üzerindeki idaresini “yaşam üzerinde iktidarın” kullandığı taktiklere indirgemesi meselesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. Poulantzas’a göre egemenlik, hukuk ya da devletin ölüm üzerindeki idaresi, bir toplumsal kuruluş içindeki siyasal, ideolojik ve ekonomik seviyelerin kurulum süreçleri için ‘kurumsal-maddi bağlam’ sağlar (Foucault, [1976]1998; Poulantzas, [1978]2000). Ayrıca hukuk sadece öldürmez ya da yasaklamaz, yeri geldiğinde insanları konuşturur savını öne sürerek salt olumsuz bir hukuk tanımına da karşı çıkmaktadır ([1978]2000). Halbuki Foucault, “yaşam üzerinde iktidarın”, “ölüm üzerinde iktidarın” önemsizleşmesiyle yükseldiği gibi bir savda bulunmamıştır. 1978 yılında kaleme aldığı bir denemesinde bu iki iktidar biçiminin adına disiplin dediği iktidar biçimiyle beraber, birbirlerini mümkün kılarak işlediğinin altını çizmiştir (Foucault, [1978]2000) . Tabi ki bu denemenin kaleme alındığı tarih itibariyle Poulantzas, son kitabını yazarken bu denemeyi inceleme ve değerlendirme fırsatını bulamamıştır. Ancak yine de burada durup bir düşünmek gerekiyor. Sorulması gereken sual bu yanlış anlamanın tesadüfi mi olduğu yoksa Marksizme içkin ve farklı biçimlerde sürekli tezahür eden bir yanlış anlama mı olduğudur. Şu noktada mutabakata varmak gerekir ki Marx ile Marksizm farklı şeylerdir ve Marksizm dışından Marx’ın adını telaffuz etmeden Marx’ın yaptığı amelin bir ucundan tutan, onunla yan yana okunabilecek başka ameller de yapmak mümkündür, ve belki de Foucault bütün hayatı boyunca böyle bir amelle iştigal etmiştir (Çalışkan, 1996).
Diğer önemli eleştiri ise Foucault’nun iktidar ve direniş için “kati bir temel” tanımlamamasıdır ([1978]2000, s. 148). Poulantzas, Foucault’nun tersine, iktidarın kati temellerinden bahsedebileceğimizi, hatta bahsetmemiz gerektiğini vurgular. Ona göre “sınıf ayrımı ve mücadelesi” söz konusu olduğunda iktidarın kati temelleri, “artık değere el konulmasının, yani sömürünün”, “farklı sınıfların farklı iktidar aygıt ve mekanizmalarında yer almalarının” ve “devlet aygıtının” toplamına denk düşer (Poulantzas, [1978]2000, s. 14). Buna karşın Foucault iktidarın belli ya da kati bir temelinin olmadığının altını açıkça çizmektedir ([1976]1998). Poulantzas, Foucault’nun hem iktidar için kati temeller önermemesini hem de iktidar kavramını analizinin merkezine koyduğu için direnişin “nasıl ve nerede” mümkün olabileceği sorusuna cevap veremeyeceğini iddia eder ([1978]2000, s. 149). Foucault’nun isabetsiz bir biçimde direnişin karşısına iktidarı koyarak bir iktidar-direniş ikiliği yarattığını öne süren Poulantzas, iktidar denen olgunun direnişin karşısında değil sınıfların birbirlerine karşı girdikleri mücadelelerin nihayetinde ortaya çıkabileceğini söyler ([1978]2000). Oysa Foucault mücadele ya da direniş için bağlayıcı kelamlar etmekten, genel geçer değişim, dönüşüm reçeteleri yazmaktan özellikle imtina eder. Foucault, iktidarın ne olduğu meselesinden ziyade iktidarın nasıl işlediği meselesiyle ilgilenir, iktidarın karşısında direnişi konumlandırmaktansa, direnişin iktidara dışkın olmadığını belirterek iktidarın iş görmesinin iktidarla beraber direnişin de iş görmesiyle mümkün olabileceği yargısında bulunur ([1976]1998). Ona göre ne direniş iktidarın zıddıdır ne de direnişin, ya da iktidarın, üzerinde yükseleceği tek, belli ve kati bir temeli vardır.
Poulantzas’ın Mirası: D/devrim
Her ne kadar Poulantzas ile Foucault arasında bir tartışma varmış gibi bir eda yarattıysam da gerçekte böyle bir tartışma olmadı, belki olacaktı. Ancak Poulantzas kitabının yayımlanmasından kısa bir süre sonra, 3 Ekim 1979’da intihar etti. Ve Poulantzas-Foucault tartışması benim tartışma kavramını deforme etmem ile Poulantzas’ın eleştirilerine Foucault’nun verebileceği olası yanıtları dillendirmem sayesinde mümkün olabildi. Bu gizli ve bir nebze kurgu tartışmadaki temaların Poulantzas’ın bize bıraktığı kuramsal mirası çok daha iyi görmemizi sağlayacağına inanıyorum. Zira bu temalara bir göz atmak yapısalcılık sonrası kuramlarla Marksistlerin girdiği bu erken angajmanda hangi refleks ve semptomların ortaya çıktığını ve hangilerinin bastırıldığını görmemize yardım edecektir. Muhtemelen yine bir takım kavramları deforme etmeyi göze alarak bu mirasın iki sorunsaldan müteşekkil olduğunu iddia edeceğim.
Poulantzas’ın ardında bıraktığı ilk sorunsalı ‘son kerte sorunsalı’ diye adlandırabiliriz. Poulantzas, devlet analizini, her ne kadar Foucault ile girdiği tartışmayla yeniden ele almış olsa da hep analizlerinde bir ‘son kertede’ belirleyen olarak üretim ilişkilerine ya da ekonomik seviyeye dikkat çekmiştir. Bu anlamda Althusser’den aldığı grotesk çoklu-belirlenim kavramsallaştırmasından kopamamıştır. Marksizm ile post-yapısalcılık arasındaki etkileşimin ilk ve en önemli ürünlerinden birisi olan Devlet, İktidar, Sosyalizm’de de Poulantzas’ın dönüp dolaşıp analizlerini hep bir ‘son kerteye’ ya da ‘son tahlile’ bağlaması, Poulantzas’ın da her hangi bir “alt-siyasal alanın” değişimiyle tüm diğer alanların değişeceği varsayımına dayanan “Tam Devrim” anlayışını yeniden üretmesi bir sorunsal olarak son kerte ya da son tahlil sözcüklerini işaretlemektedir (Poulantzas, [1978]2000; Yack, 1986, s. 9). Peki neden hep bir son kerte ya da son tahlile ihtiyaç duyulur?
Hiçbirisinin bir diğerine indirgenemeyeceği bir çok farklı ezme-ezilme ilişkisinden bahsediyoruz. Bu bahsin hemen ardından, mücadele ve direnişi düşünürken, ister istemez, karşımıza bu farklı ezme-ezilme ilişkilerinin mağdurlarını ve onların mücadelelerini birbirlerine bağlayacak bir ilişki evrenini inşa etme gerekliliği/ihtimali bir soru olarak çıkıyor. O zaman hangi ilişki evrenini nasıl inşa edeceğiz? Bu ilişki evreninin; tüm diğer ezme-ezilme ilişkilerini, alt-siyasal, üst-siyasal, ekonomik ya da ideolojik tek bir ezme-ezilme ilişkisine indirgenerek kurulamayacağını gördük. En azından bugüne kadar bu cüretkar işi becermeye çalışan bir sürü kimse çıkmış olsa da hiç birisi yeteri kadar ikna edici kuramsal ya da ampirik gerekçeler sunamadı. Lakin hala bu ilişki evreninin sınırlarını çizecek, bu evrendeki imkanlılık ile imkansızlık durumlarını tarif edecek bir şeye ihtiyaç duymuyor muyuz? Acaba ihtiyaç duyduğumuz şey çeşitli ezme-ezilme ilişkilerinin mağdurları arasındaki bir ortaklık mı? Bu ortaklık bugünden kurgulanması ya da inşa edilmesi gereken bir şey midir yoksa zaten sözgelimi adına ‘insanlık’ diye geldiğimiz bir ortaklığın varlığından bahsedebilir miyiz? (bkz. Yack, 1986). Poulantzas’ın ‘son kertesini’ sorunsallaştıran ve buradan bir takım yeni sorunsallar çıkarmaya çalışanlar oldu ancak şurası açık ki bu konuda çok daha yüksek irtifalı bir ufuk turu atmaya ihtiyaç duyuyoruz (bkz. Laclau & Mouffe, 1996) .
Poulantzas’ın bize bıraktığı diğer kuramsal mirası ise ‘iktidar sorunsalı’ diye anacağım. Foucault’nun iktidar analizlerinden de faydalanarak Poulantzas Marksizm içindeki iki ana akıma çok sert bir eleştiri yöneltmiştir. Hem Sosyal Demokrasiyi hem de III. Enternasyonal’i (Komintern’i) takip eden Leninizm ve Stalinizm’i kitlelere güvenmemekle, onları devletçi olmakla suçlar. Öyle ki Leninizm’in kitlelere ve kitlelerin taleplerine itibar etmediğini belirtip, Rosa Luxemburg’un Leninizm’e yönelttiği eleştirileri hatırlatarak, Stalinizm’in “tohumlarının” Leninizm’de de bulunduğunun altını çizer (Poulantzas, [1978]2000, s. 251). Devletin salt bir baskı aracına indirgenemeyeceğini söylerken Poulantzas, devlet iktidarının ele geçirilip, komünist toplumun önkoşullarını hazırlayan bir araç olarak kullanamayacağını, bunun dönüşüm için yeterli olmayacağını da açıkça ifade eder. Yani devlet ne “tahta bir at kullanarak fethedeceğimiz bir kale” ne de Lenin’in öngördüğü gibi “burjuva devlet aygıtının” yıkılışının ardından “proleter devlet aygıtına” dönüşecek bir araç değildir (Poulantzas, [1978]2000, s. 258; Lenin [1917]1943). Peki nasıl bir iktidar ve devlet analizi yapılmalı?
Poulantzas bize, yapılacak analizlerde iktidar olgusunun devlete indirgenmemesi gereğiyle -özellikle Foucault’dan aldığı yardımla- iktidarın çok daha geniş bir etki alanı içinde ele alınması gerekliliğini gösterdi. Öyle ki bu gereklilikler kendisini, tutucu devletçi görüşlerin karşısında konumlandırdığını söyleyen bir çok kişinin bile, yaşamlarını saran ilişki ağları içinde nasıl bir dolu iktidar odağının üreticisi, taşıyıcısı ve tüketicisi olduklarının ve bu anlamda da nasıl statükocu ve devletçi bir tavrı yeniden üretebildikleri olgusunun altını çizen gerekliliklerdir. İktidarı, devletin ötesinde ve hatta onu da kapsayan yaygın bir analiz nesnesi olarak ele almak bize D/devrimi düşünme mesaisi içinde sonunda belki de kısıtlı ve devletçi muhafazakar bir devrim anlayışına karşı durabileceğimiz bir yol açabilir . Ve belki de bu tam da “Poulantzas’ın D/devrimi” dediğim şeye, D/devrimi bütünüyle bir kenara atmak pahasına devrimci-Marksist sıfatını sırtlayarak D/devrimi düşünmeye ve yeniden düşünmeye karşılık geliyordur.
Bu makalenin D/devrimci fikir mesaisi yola Marksizm içinden çıktı. Amacı önüne çıkan yol ayrımlarına dair mütereddit ve meraklı notlar düşen Nicos Poulantzas’ın sesine kulak vermekti. Bir anlamda onun düştüğü notların bize gösterdiği, D/devrimin aciliyetini yeniden vurgularken, Devrimin kendisini devrimci bir cesaretle yeniden düşündürmekti. Küçük de ye yüklenen büyük vurguyu acilen yeniden düşünmeliyiz. En azından Poulantzas böyle düşünüyor.
Notlar:
* Tartışma Poulantzas’ın, Miliband’ın Kapitalist Toplumda Devlet (1969) adlı kitabı üzerine yazdığı değinisinin New Left Review’da yayımlanmasıyla başlamıştır (1969). Tartışma içinde iki ana anlaşmazlık noktası vardır. Bu noktalardan birincisi yöntembilimseldi: Kıta-Avrupası geleneğinden gelen Poulantzas, Anglo-Sakson geleneğinden gelen Miliband’ın kitabında sadece ampirik veri ve gözlemlerden bahsedildiğini burjuva hakimiyetine önemli eleştiriler yöneltilse de kayda değer hiçbir kuramsal işin yapılmadığını iddia etmiştir. Miliband, daha az kuramsal bir iş yaptığını kabul etse de, Poulantzas’ın ağır kuramsal tartışmalara girmesini eleştirir. Diğer anlaşmazlık noktası ise yapı-fail gerilimine işaret eder. C. Wright Mills’i takip eden Miliband devlet seçkinleri ile burjuva seçkinleri arasındaki ilişkiye vurgu yapan bir devlet analizini önerirken, Poulantzas her toplumsal kuruluşun belli bir yapıya işaret ettiğini ve devletin de bu yapı içinde belli bir konum ve işleve sahip olduğunu savunmuştur.
* Sıfır-toplam (zero-sum): Toplamın her koşulda sabit olduğu kapalı sistem. Öyle ki tarif edilen ilişki biçimi içerisinde bir tarafın kazancı hep diğer tarafın ya da tarafların kaybına eşittir.
Bkz. Murat Güney’in Birikim’in bu sayısındaki “Foucault: Devrime karşı İsyan” başlıklı yazısı.
Bkz. Derya Nizam’ın Birikim’in bu sayısındaki Laclau ve Mouffe hakkındaki yazısı.
Bkz. Murat Güney’in Birikim’in bu sayısındaki “Foucault: Devrime karşı İsyan” başlıklı yazısı.
KAYNAKÇA
Althusser, L. ([1966]1969). For Marx. (Çev. B. Brewster) (Orijinal Çalışma. Pour Marx). Londra: Allen Lane The Penguin Press.
Clastres, P. ([1974]1998). Society against the State: Essays in Political Anthropology. (Çev. R. Hurley) (Orijinal Çalışma. La Société contre L’état) New York: Zone Books.
Çalışkan, K. “Kapital ve Disiplin” Birikim 90 (1996): 10-20.
Engels, F. ([1884]1972). The Origin of the Family, Private Property and The State. (Çev. A. West) Der. E. Burke Leacock. New York: International Publishers Co.
Foucault, M. ([1976]1998). The History of Sexuality:1, The Will To Knowledge. (Çev. R. Hurley) New York: Penguin Books.
Foucault, M. ([1978]2000). “Governmentality” The essential works of Michel Foucault, 1954-1984 vol.3 Der. P. Rabinow (Çev. R. Hurley and et. all) New York: Penguin Books.
Hall, S. (2000). “Nicos Poulnatzas: State, Power Socialism.” State, Power, Socialism. (Çev. P. Camiller) Londra, New York: Verso.
Jessop, B. (1990). State Theory: Putting the Capitalist State in its Place. Pennyslivania State University Press.
Laclau, E. & Mouffe, C. (1996). Hegemony & Socialist Strategy: Towards a Radical Democratic Politics. London, New York: Verso
Lenin, V. I. ([1917]1943). State and Revolution. (Çev. Anonim) New York: International Publishers Co.
Meiksins Wood, E. (1998). “Chapter 3, The Forerunner: Nicos Poulantzas” İçinde. The Retreat From Class: A New ‘True’ Socialism. (Orijinal Çalışma. 1986) London, New York: Verso.
Miliband, R. (1969). The State in Capitalist Society. New York: Basic Books.
Miliband, R. (1970). “The Capitalist State: Reply to Poulantzas.” New Left Review 59: 53-60.
Miliband, R. (1973). “Poulantzas and the Capitalist State.” New Left Review 82: 83-92.
Miliband, R. (1983). “State Power and Class Interests.” New Left Review 138: 37-68.
Poulantzas, N. ([1968]1978). Political Power & Social Classes. (Çev. T. O’Hagan) (Orjinal Çalışma. Pouvoir Politique et Classes Sociales) Londra, New York: Verso.
Poulantzas, N. (1969). “The Problem of the Capitalist State.” New Left Review 58: 67-78.
Poulantzas, N. ([1978]2000). State, Power, Socialism. (Çev. P. Camiller) (Orjinal Çalışma. L’Etat, Le Pouvoir, Le Socialisme) Londra, New York: Verso.
Poulantzas, N. (1976). “The Capitalist State: A Reply to Miliband and Laclau.” New Left Review 95: 63-83.
Sunar, İ. (1999). Düşün ve Toplum. Ankara: Doruk Yayımcılık.
Yack, B. (1986). The Longing for Total Revolution: Philosophic Sources of Social Discontent from Rousseau to Marx and Nietzsche. Princeton, New Jersey: Princeton University Press.