Orduya Gelin Giden Kadınlar

Yazan: Esra Gedik

Genç bir hemşireydi. O yaşlarda üniformalı insanlardan özellikle askerlerden hoşlanmıyordu. Bir gün karşı komşunun astsubay oğlu anahtarını unuttuğu için kapıda kalmıştı. Zaten daha önceden kızı için ona göz koyan anne onu evlerine çağırdı. Yemek hazırladı genç hemşire ona. O gün ya tesadüftür ya da kader genç asker şapkasını unuttu komşunun evinde. Asker en sonunda gidince buldu kız şapkayı; denemek için taktı başına. İçerden anne seslendi: “Sen tak o şapkayı tak, daha çok göreceksin o şapkayı”

Evet, şimdi bir asker eşi bu hemşire. Peki, çoğu zaman Cemil astsubayın eşi olmaktan öteye geçmeyen bu kadının “normal” evliliği nasıl geçti 30 sene? Görünmez rütbelerin ağırlığı görünür olanlardan ne kadar farklıydı? İdeal bir eş ve anne olarak sorumluluğu iki kat artmamış mıydı? O şimdi hem bir eş ve anne hem de bir komutan eşi idi, sorumlu olduğu kişiler/kurumlar artmıştı: önce vatana, sonra orduya, sonra da kocasına…

Kendi tanımını ve var olma nedenini ‘vatan savunması’ üzerinden kuran Türk Silahlı Kuvvetlerinin ve onun savunduğu milliyetçiliğin, sadece erkekleri değil kadınları da şekillendirdiği çokça konuşuldu. Kadınların milliyetçilikle, militarizm ile ilişkileri pek çok yazının konusu oldu. Peki, bu süreçte Yıldız Namdar[1] gibi pek çok asker eşinin hikâyesi nasıl anlatılmalı? Asker eşleri olan kadınların anlattıkları, yani bilimsel bir çalışma değil ama önemli. İşte bu nedenle militarizme ve milliyetçiliğe feminist bakış, belirli kurumların cinsiyet politikalarını olduğu kadar, kadınların deneyimlerini, duygularını ve anlatılarını da sorgulamasının bir parçası yapmak zorunda. Ancak bu şekilde şehit anneleri gibi, ya da birçok asker eşi gibi resmî söylemlerin içinden konuştuğunu düşündüğümüz kadınların aslında bu söylemleri hem yeniden ürettiklerini hem de bu üretimin içinde şekillenen kadınlar olduğunun da farkına varırız.

Komutan olarak erkekler küçük yaşlardan zaten bu sosyalizasyonun içersinde. Sıkı bir nizam içersinde bir aradalar ve böyle bir tertip içinde yaşamaya çok erken yaşta başlıyorlar. Çoğu 12 yaşından itibaren. Bu kadınlar ise kendilerini komutan eşleri olarak yeniden tanımlamak zorundalar. Dün “sivil” iken bir günde “askeri” olmak gerçekten zor atlatılan bir süreç. Tamamen kendi kuralları ve normları olan bir dünyada-orduda- komutan eşi olarak var olabilmek; peki ama nasıl? Örnek olmak zorundasınız. Onlara bu öğretiliyor tekrar tekrar. Hangi insana sorarsan sor paylaşılan bir kanıdır, asker eşleri neredeyse bedavaya saç kestirir, müzisyen ama asker olan insanlar hemen orduevlerinde çalmaya başlar, sivil hayatta garson olanlar hemen orduevinde hizmet verir… Asker eşleri ordunun nimetlerine alışkındır. Ancak unutulan nokta bu kadınlar eşlerinin dolayısıyla ordunun doğal uzantısı olarak görülür. Toplum kadınları ayrı bir birey olarak görmüyor ki zaten, bir asker eşini de ayrı bir şahsiyet olarak, en az subay kadar etkinliği olan bir varlık olarak görülsün.

Oysaki asker eşleri evlendikten hemen sonra kendisine, sadece eşine değil, artık bir parçası olduğu orduya olan sorumluluklarının hatırlatıldığı bir mektup alır.[2] Yazılı bir metin almadıysa da sadece protokollerde değil ‘sivil hayat’ta da bir asker eşi olarak nasıl giyinmesi, nerde nasıl durması ve nasıl konuşması gerektiği kendisine kocası ya da başka asker eşleri tarafından hatırlatılır, değişik yollarla öğretilir. Asker eşi olan Tomris Özden şöyle diyor örneğin:

Bir subay eşinin 24 saat kapıda giyinik olması gerekir. Aynı bir kurum gibi işliyor lojmanlar… Sevdiğiniz bir arkadaşınızla fazla görüşemezsiniz çünkü komutanınızın eşi kime yakınsa sizler de onlarla görüşürsünüz… Eğer bunlara uymazsanız, bir bakarsınız eşiniz çağrılır, azarlanır, aile siciline çarpı yer. Veya takdir bekliyorsa o dönem takdir alamaz, cezalandırılır.[3]

Ben küçükken annemle babamın katılmak zorunda olduğu yemekler, toplantılar olurdu. Annem “rütbeli” komutan eşleri için “çay partileri” hazırlardı. En büyük “rütbeli” komutan eşinin, ast komutan eşlerinden seçilen asistanı bile olurdu. Zaten en kötüsü de bu olurdu kadının kadına uyguladığı sömürü. Her yemek ya da aktivitede yerler belli olurdu. Eşle gelinmesi gerekilen aktiviteler asla kaçırılmamalıydı çünkü bu da bir puanlamaya tabi idi. Bundan sorumlu insanlar vardı. Tabii ki ellerinde bir çizelge gelen gidene tik atmıyorlardı ama aile siciline eksiler yemen kaçınılmazdı.

Aslında insan istese de tek başına asker olamıyor. Askerlik ailecek, hatta sülalece yapılan bir iş mecburen. Mesela askeri okullara girebilmek için fiziksel, akademik ölçülerin yanı sıra “sosyal durum, ahlak ve karakterle ilgili genel koşullar”a da uymak gerekli. Bunların arasında da “kendisi ve aile bireyleri, kusursuz ahlak ve karakter sahibi olmak” ve “evli, dul, nişanlı olmamak, bir kadınla nikâhsız olarak birlikte yaşamamak” da var.

Dahası, asker kocalarının tayinleri dolayısıyla, çalışmayı bırakmak zorunda kalan pek çok kadın bilinmez. Aslında asker eşlerinin çalışması yasak değil. Bazı meslekleri yapmalarının yasak olduğu biliniyor ama öğretmenlik, hemşirelik gibi birkaç meslek dışında asker eşlerinin bir mesleği yürütebilmesi çok zor. Çünkü paralel tayin gerekiyor. Üstelik kadınların tayinleri, kocasının tayinlerine göre ayarlanır. Örneğin annem evlenirken, iki üç senede bir ev değiştirip haritada yerini bilmediği kasabalara, köylere gitmeyi göze aldı. Ya da diğer asker eşleri bazı zamanlar kocalarından günlerce haber alamamayı, onun, çocuklarının doğumlarında, hastalıklarında, bayramlarda, yılbaşlarında görev nedeniyle yanında olmaması ihtimalini kabullendi ve bunu kendilerine tek bir gerçekle açıkladılar, eşleri vatan hizmetindeydi.

Sirman’ın deyişiyle, milletin modernliğinin sergilendiği vitrininde kadınlar ancak bir sevgi ve saygı gösterisiyle boy gösterebiliyorlarsa,[4] bu subay eşlerinin önemli bir kısmı da, kendisini, toplumsal alanda, ancak vatan sevgisini yüreklerine kazıyarak, bir subayla evli olmayı vatan borcunu ödemenin kadınlara mahsus bir şekliymiş gibi hissederek var edebiliyor.

Dahası, asker eşlerinin gündelik konuşmalarda “Bizim terfi aldığımız sene” ifadeleri görmek mümkündür. Ya da birinden bahsederken “Hani bizim sınıftandı canım” deyiverir. Oysa ne o sınıfta bulunmuştur, ne de o sene terfi almıştır. Ama bu alışkanlıktan fazla bir şeydir aslında. Günlük dilleri de askerileşir bu kadınların. Giderek “askeri hizmetlere dair” bilgi, günlük yaşam içinde tüketilmeye başlar.

Kadınlara var olmak için, erkeklerini desteklemekten başka seçenek bırakmayan militarizm hükümranlığının sonucudur bu tablo… Bir feminist olarak, ben de Handan Koç gibi, TSK’nın bir asker ordusu olduğu kadar asker eşleri ordusu olarak da var olduğunu ve bunun erkek egemen düşünce tarafından görünmez kılındığını düşünüyorum. Bu yazıda bazı noktalara değinerek perdeyi aralamak istedim sadece. Belki de içeri de oturan o genç hemşire için. Küçükken evde bir oyun oynardık. Babam işten gelince sıraya dizerdi bizi. Ben onbaşı olurdum, kardeşim çavuş ve annem-genç hemşire- ise rütbesiz er olurdu hep. Bu babamın asker kimliğinin bizim eve nasıl yansıdığının göstergesiydi. İşte bu yazı ile bir nebze olsun annemin hikayesini anlatabilmişimdir umarım.

Notlar
[1] Daha fazla bilgi için bakınız: http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=37079
[2] Seçil Demirer, “Ordunun Vatansever Kadınları”, http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=37079
[3] Tomris Özden Röportajı, Kışladan Anayasaya Ordu, Siyah Beyaz Kitapevi, İstanbul, 2004, ss. 51, 56.
[4] Nükhet Sirman, “Türkiye’nin Kamusunda Endişe,” Amargi, sayı 1, yaz 2006, s.19–21

Reklam

Orduya Gelin Giden Kadınlar” üzerine 2 yorum

  1. Yazı için tşkler çok üstü kapalıda olsa bazı sorunlara değinilmiş. Öyle komutanlar ve eşleri var ki istedikleri hanımlar üzerinde hakimiyet kurabiliyor. Tabiiki eşine baskı uygulama gibi derin bir sebeple birçok asker eşinde başarılı olabiliyorlar. Başarılı olamadıklarının da zaten eşleri de kendileri de bayağı zor durumlarda kalabiliyor. 18 yıllık bir asker eşi olarak bu hakimiyeti şiddetle kınıyorum. Artık eşlerimizin rütbelerini biz hanımlardan söksünler. Yalnızca kendileri kullansınlar. Bizden geçti en azından yeni nesil ezik ve pasif kişiliklere bürünmesin.

  2. Çok güzel anlatmışsınız, bir asker kızı olarak o duyguları iyi bilirim. Ama sivil hayatta bu hiyerarşinin olmadığını mı düşünüyorsunuz? Var, özel şirketlerde, bankalarda, eğitim camiasının içinde…. heryer de ama her yer de var. Üstelik de çok onursuzca…

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s