Bu Dönüşüm Kimler İçin?

Gazeteci Erhan Demirtaş’ın K. Murat Güney ile gerçekleştirdiği ve Gazete Kadıköy’de 4 Aralık 2019 tarihinde yayınlanan röportajın uzun versiyonunu aşağıda okuyabilirsiniz. Röportajın Gazete Kadıköy’de yayınlanan versiyonuna ise şuradan ulaşabilirsiniz: “Bu Dönüşüm Kimler İçin”

1- Son 17 yılda inşaata dayalı bir ekonomik büyümenin olduğunu söylüyorsunuz, bunu açar mısınız?

Türkiye ekonomisini inşaat ve gayrimenkule dayalı hale getirmek AKP hükümetinin iktidara geldiğinden beri hayata geçirdiği son derece planlı bir siyasetti. Dolayısıyla iktidarın ilk yıllarından itibaren bir yandan konut politikasında bir dizi kapsamlı hukuki düzenleme gerçekleşirken bir yandan da makro ekonomik boyutta bir dönüşüm yaşandı. Hukuki ve siyasi anlamda 2003 yılında hükümetçe ilan edilen Acil Eylem Planı çerçevesinde “Planlı Kentleşme ve Konut Seferberliği” programı yürürlüğe kondu. Ardından 2004 yılında yeniden düzenlenen Toplu Konut Kanunu ile 1984’te kurulmuş ancak uzun yıllar âtıl kalmış Toplu Konut İdaresi (TOKİ) geniş yetkilerle donatıldı. Böylece Türkiye’de inşaat ve emlak sektörü odaklı ekonomik büyüme modelinin resmi olarak benimsendiğini söylenebiliriz.

TOKİ’nin yetkilerinin artırıldığı 2004’teki ilk kanun değişikliğini yeni gecekondu yapımını ilk kez hapis cezası gibi ağır bir ceza ile cezalandıran yasal düzenleme takip etti. 80’li ve 90’lı yıllarda zaman zaman bazı bölgelerde gecekondu yıkımları gerçekleşmiş olsa da 2004’e kadar gecekondu yapanların hapis cezasına çarptırıldığı görülmemişti. 2004’teki düzenlemeden sonra yeni gecekondu yapımı bıçak gibi kesildi. Bunun yerini TOKİ’nin gecekonduluları modern toplu konutlara taşımak iddiasıyla başlattığı büyük çaplı toplu konut projeleri aldı.

Türkiye’de konut alanında TOKİ eliyle yürütülen bu formalleşme aynı zamanda konutun finansallaşmasını, yani konutun bir kullanım aracı olmanın ötesine geçip spekülatif bir yatırım aracına dönüşmesini de beraberinde getirdi. Dolayısıyla Türkiye’de konut alanındaki formalleşmenin, konutun finansallaşmasını aktif olarak destekleyen eş zamanlı bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. 2004’e kadar İstanbul’daki konutların yaklaşık %50’si gecekondulardan oluşuyordu. Yani konut stokunun yarısı kayıtdışıydı, dolayısıyla servet birikimi, ekonomik büyüklük gibi verilerde gözükmüyor, ekonomik büyümeye hiçbir katkı sunmuyor, tüm bunlara ilaveten emlak vergisinden de muaf olarak vergi gelirlerine de katkı sunmuyordu. TOKİ eliyle gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projeleri her ne kadar kâğıt üstünde yoksullara modern konut edindirme amacı gütse de esasında amaçlanan kayıtdışı konut sektörünü kayıt altına almak, buradan servet yaratmak ve konutu finans piyasasına entegre etmekti. Böylece bir yandan gecekonduların yerini tapuda kaydı olan, resmi olarak alınıp satılabilen ve dolayısıyla serbest piyasa kapitalizmi açısından “değer” üreten ve emlak vergileri ile devletin vergi gelirine katkıda bulunan toplu konutlar alırken, bir yandan da bu formalleşmeye eşlik eden finansallaşma sayesinde 2010-2017 yılları arasında Türkiye’de konut fiyatlarının %228, İstanbul özelinde ise %284 yani neredeyse üç kat, artmasını sağladı ve ekonomik büyüme ve servet yaratımının başlıca kaynağı oldu.

AKP’nin makro ekonomik planlamayı da tamamen inşaat ve gayrimenkul sektörünün çıkarını gözetecek şekilde düzenlediğini söyleyebiliriz. Türkiye’de 80’li ve 90’lı yıllarda zaman zaman %100’lerin üzerini gören enflasyon ve bunun da çok üstünde seyreden faizler 2001 ekonomik krizi sonrası dayatılan IMF programını koşulsuz bir biçimde uygulayan AKP iktidarının ilk yıllarında düşmeye başladı. 2008 krizinden sonra ise faizden enflasyon oranının düşülmesi ile elde edilen reel faiz oranlarının sıfırlandığı görüldü.

Böylece o güne kadar yüksek faizli mevduata yatırım yapmaya alışmış olan sermayenin yatırım alışkanlıklarını değiştirmesi ve yüksek getiri vaad eden gayrimenkul yatırımına yönelmesi teşvik edildi. Enflasyon ve faizi baskı altına alan AKP iktidarı böylece geleneksel olarak yüksek faizden nemalanan yatırımcıları emlak alımına yöneltti. Öte yandan faizlerdeki düşüş aynı zamanda konut kredilerinin de orta sınıflar için ulaşılabilir seviyelere çekilmesi anlamına geliyordu. Böylece düşük faiz ile borçlanan orta sınıfların da konut alımı yaparak gayrimenkul sektörünü canlandırması sağlandı. Bu koşullar, konut kredilerinin ciddi miktarlara ulaşmasını ve konutun finansallaşmasını da beraberinde getirdi. Bu durum aynı zamanda konuta artan talep sonucu konut fiyatlarında spekülatif bir artışa ve dolayısıyla konut sahibi olmak isteyenlerin daha da fazla borçlanmasına yol açtı.

2- Servet dağılımında eşitsiz bir ortamın yaratıldığını söylüyorsunuz. Bu nasıl mümkün oldu?

2018 yılı itibariyle Türkiye’deki mevcut servetin büyük çoğunluğu (%75 civarı yani dörtte üçü) ev, arsa, konut, iş yeri, yani gayrimenkullerden oluşmaktadır. Yani Türkiye’deki servet üretiminin de servet dağılımındaki eşitsizliğin de en büyük kaynağının gayrimenkul olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz gayrimenkulün bu şekilde finansal bir yatırım aracı haline gelmesi servet bölüşümü adaletini olumsuz yönde etkileyen bir faktör olmuştur. Zira, konutun barınma ihtiyacını karşılayan kullanım değerinin ötesinde bir finansal yatırım aracı haline gelmesi bir yandan sermaye sahiplerinin hiçbir zaman kullanmayacakları çok sayıda konut edinmesi ve emlak fiyat spekülasyonu üzerinden rant elde etmesine yol açarken bir yandan da ilk konutunu edinmek isteyen orta sınıfların krediler ile yüksek miktarlarda borçlanmasına neden olmuştur. Böylece emlak rantı ile zenginleşen sermaye sahipleri ile emlak borcu ile fakirleşen orta ve orta-alt sınıflar arasındaki servet farkı daha da açılmıştır.

3- Bu büyüme sanırım son 3-4 yıldır durdu hatta gerilemeye başladı. Ne dersiniz?

Evet, son iki yılda suni biçimde baskılanan faizlerin tekrar yükselmesi, yatırım cazibesini yitiren emlak piyasasına yabancı ilgisinin beklendiği kadar artmaması ve zoraki mega-projelerin yeni kentsel alan ve finansal değer yaratımının sınırına dayanması sonucu bu konut balonu ve inşaat furyası çöküntüye uğradı. Yaşadığımız ekonomik kriz birçok inşaat firmasının iflasına yol açtı. İşten çıkarmaların ve istihdam kaybının en çok olduğu sektör de haliyle şu anki ekonomin ana dayanağı olan inşaat sektörü oldu. Ne var ki, tüm bunlara rağmen Merkez Bankası konut fiyat endeksine göre özellikle İstanbul’daki konutların 2010’a göre reel olarak yani enflasyondan arındırılmış halde hala %20 civarında değerli olduğunu da gözden kaçırmamak lazım.

4- Kentsel dönüşümün ve o ekonomik büyümenin en bariz örneklerinden biri de Fikirtepe. Fikirtepe’de iflas eden şirketler, bitmeyen projeler ve evsiz kalan insanlar var. Bir Kadıköylü olarak Fikirtepe’yi nasıl değerlendirmek gerek?

Fikirtepe aslında kentsel dönüşümün bir rantsal dönüşüm açgözlülüğüne dönüşmesinin en ibret verici örneklerinden. Belki Esenyurt’ta bugün Fikirtepe’den de daha büyük bir yarım kalmış ve terk edilmiş inşaatlar alanı var. Ancak Fikirtepe fiyaskosu İstanbul’un merkezinde ve Kadıköy gibi sosyo-ekonomik açıdan en gelişmiş ilçelerinden birinde yaşandığı için çok daha görünür durumda. Fikirtepe 2005 yılında kentsel dönüşümde pilot proje olarak seçildi. Önce o zamanki İBB yönetimi daha sonra da Çevre Bakanlığı elindeki tüm imkanları zorlayarak halkı kentsel dönüşüme ikna etti. Bu sırada binaları yenileyip değerini katlayacağı iddiasındaki müteahhitler bölgedeki arsaları topladı. Bu müteahhitlerin bu sözlerini tutabilecek ve inşaatları bitirebilecek güçleri olup olmadığı kamu kurumları ve hükümetçe denetlenmedi. Buna karşın, konutundan çıkmak istemeyen, müteahhitlere güvenmeyen bazı Fikirtepe sakinleri devlet gücüyle kamulaştırma tehdidine maruz kalarak evlerini inşaat şirketlerine devretmek zorunda kaldı. Bugün inşaata dayalı ekonomik model krize girince ortada birçoğu iflas etmiş inşaat firması; terk edilmiş, yarım kalmış, çamur içindeki inşaat alanları ve bu firmalarla imzaladıkları sözleşmeleri yerine getirilmemiş 65 binden fazla hak sahibi mağdur kaldı. Bu haliyle Fikirtepe’deki çöküntü sadece evlerine kavuşamayanları değil oradan geçen herkesi mağdur eden bir halk sağlığı problemine dönüşmüş durumda. “Toz, Toprak, Fikirtepe” diye bir belgesel var, Youtube’dan izlenebilir. Yarım kalmış inşaatların çevreye saçtığı toz, çamur ve pisliklerin nasıl kamusal yaşamı ve halk sağlığını tehdit ettiğini çok çarpıcı bir biçimde anlatıyor.

Okumaya devam et

MADakademi – Mega Projeler, Kentsel Dönüşüm ve Finansallaşma

Mekanda Adalet Derneği’nde 10 Ekim 2019 tarihinde gerçekleştirdiğimiz söyleşinin video kaydı 21 Kasım 2019’da Youtube’da yayınlanmıştır.
#MADakademi’nin bu yıl 25. etkinliği olan konuşmada sosyolog ve öğretim görevlisi K. Murat Güney ‘Massive Suburbanization: (Re)Building the Global Periphery’ isimli derlemeyi; kentsel dönüşüm, mega projeler ve finansallaşma ekseninde tanıttı.

#MADakademi etkinliklerinden haberdar olmak için
Instagram’da https://www.instagram.com/mekandaadalet
Twitter’da https://twitter.com/mekandaadalet
sayfalarını takip edebilirsiniz.

İnşaata Dayalı Büyüme Modeli ve Servet Dağılımı Adaletsizliği

Bu yazı 19 Kasım 2019 tarihinde Gazete Duvar internet sitesinde yayınlanmıştır.

AKP iktidara geldiği günden bugüne 17 yıldır Türkiye’de inşaat ve emlak sektörü odaklı bir ekonomik büyüme modelini benimsendi. Bu model, bir yandan ulusal ekonomik büyümeyi hızlandırmayı hedeflerken bir yandan da TOKİ eliyle alt ve orta-alt sınıfların konut edinmesini ve böylece bu ekonomik büyümenin faydalarının adil bir biçimde dağıtılmasını amaçlıyordu. Peki inşaat ve emlak sektörü odaklı bu büyüme modeli ve kentsel dönüşüm projeleri gerçekten de hedeflendiği ve öngörüldüğü gibi üretilen servetin yıllar içinde toplumun tüm kesimleri tarafından eşitlikçi bir biçimde paylaşılmasını sağlayabildi mi? Geçtiğimiz ay güncel verileri yayınlanan TÜİK’in “Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları” araştırması ile Credit Suisse’in “Küresel Servet Raporu”nu yorumlayan bu yazı işte bu sorunun cevabını arıyor.

KENTSEL RANT ÜRETİMİ
TOKİ eliyle gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projeleri her ne kadar kâğıt üstünde yoksullara modern konut edindirme amacı gütse de esasında amaçlanan kayıtdışı gecekondu yapımına son verip konut sektörünü kayıt altına almak, buradan servet yaratmak ve konutu finans piyasasına entegre etmekti. Konutun finansallaşmasıyla beraber gecekonduların yerini tapuda kaydı olan, resmi olarak alınıp satılabilen ve dolayısıyla serbest piyasa kapitalizmi açısından “değer” üreten ve emlak vergileri ile devletin vergi gelirine katkıda bulunan toplu konutlar aldı.
AKP hükümetlerinin konut sektörünün ekonomik ağırlığını ciddi oranda artırmak ve konutu finansallaştırmak için kentsel dönüşüm ve toplu konut projelerine eşlik eden üç makro stratejiye başvurduğu söylenebilir. Bunlardan ilki tarihsel olarak yüksek seyreden faiz oranlarını baskılamak, ikincisi konut piyasasını yabancılara açmak, üçüncüsü de mega-projeler olarak tabir edilen havaalanı, köprü, hızlı tren, otoyol ve kanal gibi altyapı projeleri ile kentlerin çeperlerinde yaratılan yeni arsa ve konut alanları üzerinde gerçekleşen inşaatlar ile ekonomik büyümeyi sürdürmekti.
Böylece konutun TOKİ ve Emlak Konut gibi kamu kuruluşları ve onlarla işbirliği içinde çalışan yandaş inşaat şirketleri aracılığıyla spekülatif bir yatırım aracı haline gelip finansallaşması 2010-2017 yılları arasında Türkiye’de konut fiyatlarının %228, İstanbul özelinde ise %284 yani neredeyse üç kat, artmasını sağladı ve gayrimenkul, ekonomik büyüme ve servet yaratımının başlıca kaynağı oldu.
Ne var ki, son iki yılda yaşanan ekonomik kriz sonucunda suni biçimde baskılanan faizlerin tekrar yükselmesi ve zoraki mega-projelere artık finansman bulunamaması sonucu bu konut balonu ve inşaat furyası çöküntüye uğradı.

KENT RANTININ EŞİTSİZ BÖLÜŞÜMÜ
Bir dönem boyunca çok hızlı ekonomik kalkınma, sermaye birikimi ve istihdam yaratan inşaat odaklı büyüme modeliyle üretilen kentsel rantın paylaşımı son derece eşitsiz bir biçimde gerçekleşti. Kent sakinlerinin konut sahipliği durumu ve gelir seviyesine bağlı olarak kentsel dönüşüm projeleri küçük bir azınlık için ciddi bir sermaye birikimi anlamına gelirken özellikle ev sahibi olmayan, kiracı ve borçlu geniş halk kesimleri için daha da mülksüzleşmeye, borç artışına ve yoksullaşmaya yol açtı.
Buna dair en çarpıcı göstergelerden biri TOKİ’nin hedef kitlesini oluşturan düşük gelirli ailelerin ev sahipliği oranının son yıllarda git gide düşmesidir.

Devletin kendi resmi araştırma kurumu olan TÜİK’in 2006’dan beri her yıl yaptığı ve Eylül 2019’da yayınlanan son güncel verilerle beraber 2006-2018 yıllarını kapsayan Türkiye’de “Gelir Dağılımı ve Yaşam Koşulları” araştırmasının ortaya koyduğu çarpıcı tabloya göre Türkiye’deki genel konut sahipliği oranı %60’lar seviyesinde seyrediyor ve araştırmanın kapsadığı on iki yıllık dönemde büyük bir değişiklik göstermiyor. Ancak aynı araştırmaya göre “yoksul” olarak tanımlanan Türkiye’deki ortanca (yani medyan) gelirin %60’ından az geliri olan ailelerin ev sahipliği oranı 2006’da %59.3’ten yıllar içindeki düşüş trendine bağlı olarak 2018’de %52.1’e kadar gerilemiş durumda. Yoksul sınıfların ev sahipliği oranında özellikle 2012 yılından sonra yaşanan hızlı düşüş trendi dikkat çekici. Bu veriler bizlere TOKİ’nin toplu konut projeleriyle ürettiği konutların sayıca gerek köyden kente göç edenlerin gerekse gecekondusu elinden alınanların en temel insan hakkı olan konut ihtiyacını karşılamaktan çok çok uzak kaldığını gösteriyor.
İnşaat odaklı büyüme modeli elindeki konutların sayısını ve değerini artıran en zengin kesim ile yükselen emlak fiyatları karşısında ilk konutlarını almak için büyük miktarlarda borçlanan veya bu süreçte elindeki konutu da kaybedip kiracı haline gelerek yoksullaşan orta ve alt-orta sınıflar arasındaki servet uçurumunu git gide daha da açıyor.
Burada hemen belirtmek gerekir ki, Türkiye’deki mevcut servetin büyük çoğunluğu (%75 civarı yani dörtte üçü) ev, arsa, konut, iş yeri, yani gayrimenkullerden oluşmakta. Türkiye’de AKP iktidarı altındaki 17 yılda servet üretiminin çok büyük oranda gayrimenkul üzerinden gerçekleştiğini göz önünde bulundurursak Türkiye’deki servet üretiminin de servet dağılımındaki eşitsizliğin de en büyük kaynağının gayrimenkul olduğunu söyleyebiliriz.

TÜRKİYE’DE SERVET DAĞILIMI EŞİTSİZLİĞİ

Dolayısıyla emlak sahipliği oranında zenginler ve yoksullar arasında açılan uçurum Türkiye’deki genel servet dağılımını da ciddi biçimde olumsuz etkiliyor. Yukarıdaki grafik Türkiye’deki genel servet dağılımına dair. Buradaki veriler yıllık gelir dağılımını değil toplam servet dağılımını gösteren özgün bir çalışmanın sonuçlarını yansıtıyor.
Gelir dağılımına dair çalışmalar kişilerin bir yıl içinde elde ettiği gelirleri karşılaştırırken servet dağılımına dair araştırmalar vatandaşların yıllar içinde elde ettikleri birikimlerdeki değişimi karşılaştırıyor. Kişilerin orta ve uzun vadede alım güçlerinin, toplumsal statülerinin ve siyasal etkilerinin yıllık gelirlerinden ziyade toplam servet birikimleriyle ilişkili olduğunu göz önünde bulundurursak, servet dağılımının gelir dağılımından daha net bir sosyal adalet göstergesi olduğunu söyleyebiliriz.
Buradaki verilerin kaynağı Credit Suisse’in her yıl yayınladığı “Küresel Servet Raporu”. Credit Suisse “net servet birikimini” kişilerin menkul yani finansal varlıkları ile emlak, arsa gibi gayrimenkul varlıklarının toplamından borçlarının çıkarılması sonucu elde kalan miktar olarak tanımlıyor.
Buna göre AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında toplam servetin %67.7’sine sahip olan en zengin %10’luk kesim, 2018 yılı itibariyle ülkedeki toplam servetten aldığı payı %81.2’ye çıkarmış durumda.
Buna karşın 2002 yılında Türkiye’deki toplam servetten %32.3 oranında pay alan geriye kalan %90’lık nüfusun bu payı 2018’de %18.8’e düşmüş.
Bu tablo bize ülkenin ekonomisinin büyümesi veya küçülmesinden bağımsız olarak bugünkü inşaat sektörü odaklı ekonomik modelin sürekli ve istikrarlı bir biçimde zengini daha da zengin etmeye hizmet ettiğini gösteriyor.

KENT HAKKI
Hükümetçe geniş yetkilerle donatılan TOKİ’nin kuruluş amacı dezavantajlı ve yoksul kesimler için konut sahipliğini artırmaktı. Ancak hükümetin inşaat odaklı büyüme modeli gayrimenkul üzerinden üretilen servetin toplumun en zengin kesimleri tarafından biriktirilmesine öte yandan yoksul sınıfların toplam servetten aldıkları payın erimesine yol açtı.
Bunca inşaata karşın yoksul sınıfların ev sahibi olma oranlarının git gide düşmesi oldukça düşündürücü. Üstelik yoksul ve orta sınıfların borçları ve borçluluk oranları da artmış durumda. Spekülasyonla yükselen emlak fiyatları özellikle İstanbul gibi kentlerde orta sınıfların bile ilk evlerini almasını neredeyse imkânsız hale getirdi.
Bu koşullar altında bugün toplu konut politikasının ve ilgili yasal düzenlemelerin konut sahibi olmak isteyen yoksul sınıfların önlerindeki engelleri artırmak değil ortadan kaldırmak üzere nasıl yeniden düzenlenmesi gerektiğine dair düşünmeye acil olarak ihtiyacımız var. Kent hakkı kavramını tekrar gündeme taşıyarak toplu konut ve kentsel dönüşüm projelerinin kentsel alanı kâr amacıyla sömürmek isteyenlerin değil mütevazi bir konut sahibi olmaya ihtiyacı olanların ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde nasıl şekillendirilebileceği üzerine kafa yormalıyız.

Kitabımız “Massive Suburbanization: (Re)Building the Global Periphery” Çıktı!


Başta İstanbul olmak üzere 13 dünya kentindeki toplu konut ve kentsel dönüşüm projelerini eleştirel bir biçimde inceleyen kitabımız “Massive Suburbanization: (Re)Building the Global Periphery” University of Toronto Press’ten çıktı! Kitabımızdaki her makale o şehir üzerine uzun süredir çalışan uzman akademisyenler tarafından kaleme alındı. Roger Keil ve Murat Ucoglu ile birlikte derleğimiz kitabımız hakkında şimdiye kadar okuyanlar aşağıdaki yorumları yaptı:

“Bu yalnızca bir kitap değil, bir olay!..”
“Bu eser, kent çalışmaları alanında çok önemli bir sentez üretiyor ve kent çalışmalarının geldiği son noktayı ileriye taşıyor…”
“Bu kitap kent çalışmaları, mimarlık, coğrafya, antropoloji, sosyoloji, sosyal politika ve benzer alanlarda ders kitabı olarak okutulabilir…”

Kitabımızı yayınevinin aşağıdaki linkinden %25 indirimle edinmek mümkün:
https://utorontopress.com/ca/massive-suburbanization-3

Our book “Massive Suburbanization: (Re)Building the Global Periphery” was finally published by the University of Toronto Press! Our book that I co-edited together with Roger Keil and Murat Ucoglu critically examines large-scale housing projects in 13 different cities with a particular focus on Istanbul. We have worked very hard and very carefully for a very long time on this, but as you see some of the previous reader’s comments below, I guess that it is worth to do it:

“This collection is more than just another manuscript. It is more like an event..”
“This publication would constitute a major synthesis and advance in the state-of-the-art regarding sub/urban studies.”
“The book could be assigned in courses in urban studies, architecture, geography, anthropology, sociology, social policy, or similar fields.”

You can purchase the book with a 25% discount by clicking the UfT Press web site link below.
https://utorontopress.com/ca/massive-suburbanization-3

Thank you very much to our contributors Stefan Kipfer, Mustafa Dikeç, David Wilson, Basmattee Boodram, Jasmine Smith, Matthias Bernt, Steven Logan, Douglas Young, Roza Tchoukaleyska, Erbatur Çavuşoğlu, Julia Strutz, Wafae Belarbi, Max Rousseau, Margot Rubin, Sarah Charlton, Abidemi Coker, Oded Haas, Karl Schmid, Tianke Zhu and Fulong Wu.