Yazan: Yasin Kaya
Yükseldi binalar, güneşi zaptettiler. Dumanlar yükseldi göğe bulut oldular ama yağmur yağdırmadılar. Gece ve gündüz süresi hiçbir zaman eşitlenmedi ve eşitlenmeyeceği kesinleşti. Her yeri gece zaptetti. Kıtaların buluştuğu yer diyorlardı oraya, tüm gezegenin insanları buluştu orada. İstanbul, yükselen binaların gölgesinde binbir türlü insanları sakladı. Kuytu köşelerden başladı çöküş. Ahlak zaten bitmişti, yerine yenisi de koyulmamıştı. Tek yasa olarak cool olmak kalmıştı ve cool’luk tanımını her ay bildiren kurum da cool olmayanların elindeydi. Önce elektronik postalarla çöktü e-devlet, sonra sanal portallar yağmur duası yapanlarla doldu. Kültürün sonu gelmişti ve her geçen gün fiziksel dünyayı içine alıyor, şehri yok ediyordu; dünya sonuna yaklaşıyordu.
Tek hayat, tek amaç olarak belirlenmişti dünyanın yasası. Binlerce yıl öncesinden doğa bu amaç doğrultusunda kullanılıyordu. Yükseldi fabrika bacaları, apartmanlar yükseldi. Doğa bakire bir kadındı ve kızlığını bozdular, sonrasında bir fahişeye döndürdüler.
Emekli ettiler sonra bu fahişeyi ve ona bir yapay kızlık zarı diktiler. Adına internet diyorlardı ve internet kendi doğasını inşa ediyor, yeni bir doğa haline geliyordu. Herkes büyük apartmanlarına çekildi, PC’lerinin başında birbirleriyle buluştular. Gezmeye eğlence içerikli web sitelerine gittiler, alışverişi oralarda yaptılar. Yaşlı babalar su faturasını internetten yatırdı, öğretmenler derslerini internetten anllattı. PC’ler için virüsler yaptılar, sonra virüs doktorları yetiştirdiler. Doktorların çare bulamadığı PC’ler öldüğünde törenler yapıldı, doğudan yükselen ağıtlar batıyı kapladı. İstanbul’da buluştu yakarışlar. İstanbul www’su en yüksek olan şehir; ağladı.
Kurtuluş arandı. Portallarda sonumuzun ne olacağı tartışıldı. Akademiler kurtuluşu düşünmeye başladı. Dünyanın tüm aydınları, http://www.istanbul.şir ‘de toplandı. Kavgalar ettiler, tüm siyasi metinleri birbirlerine okudular. Marksistler, anarşistler, liberalleri dövdüler. Liberaller bir şans daha istediler. Bir yandan da cihata çağrılıyordu yıkılan uygarlıgın insanları. Kurtarıcı bekliyorlardı, kimi İsa diyordu, kimi devrim, kimi Neo; herkes onu bekliyordu bekliyordu…
O geldi.
L.Emin hayatını dünyanın kurtuluşuna adamış fakir bir siyaset teorisyeniydi. Tüm temel siyasi metinleri ezbere bildiğini söylerdi. Hobbes’u anlattı, Kropotkin’i anlattı. “Tarihi metinlerde bizim kurtuluşumuz” diye bağırdı. Herkes çok güveniyordu L.Emin’e. Zaten hayatında hiç yalan söylemediği DRT’nin kayıtlarına geçmişti. L.Emin kurtuluşun yolunu bulmuştu.
L.Emin anlattı:
“Her şey şans eseri başladı. İnsanlar doğayla uyum içerisinde yaşıyorlardı. Sonrasında akıllarının farkına vardılar. Ev yapalım dediler, ev yaptılar. Tarlaları çitlerle çevirdiler. Çitler olduğu için, çitsizlik de icat edildi. Çitleri yıkmaya kalkıştılar. Çit yıkıcılar medeniyetin önünü tıkadılar. Bunlara karşı tek bir beden olarak karşı çıkmak gerekiyordu, toplum denilecekti bunun adına. Toplum çit yıkıcıları yendi. Bu doğayı de yenmek anlamına geliyordu.” (Kediri, 2340:23)
Akademi itiraz etti,” bunun anlamı nedir şimdi” dediler, “bizim çitlerimiz yok ki bizim çiplerimiz var” dediler. “Çipleri yıkmak her şeyi yıkmak anlamına gelir” dediler.
L.Emin devam etti:
“Hata yaptık dedi, her şey yanlış kuruldu. Yanlışı devam ettirdik. Buna son vereceğiz. Kurtuluşumuzu yine bu yanlışımızla kurtaracağız. Sonrasında sonsuza dek, doğru yaşayacağız. “(Kediri, 2340:87-88)
“Zihinlerimizi ve bedenlerimizi ayırmalıyız. Bedenlerimiz ki, yanlışın anıtıdır, onlardan kurtulmalıyız. Bunun için bir bilgisayar yapacağız. Her şeyimizi bu bilgisayarda saklayacağız. Bilgisayarın adı Rousseau olacak, tarihi metinlere saygımızdan olacak bu. Rousseau herkesin zihinlerini depolayacak. Zihinleri depolananlar bedenlerinden kurtulacak. İnsan zihni değil midir yalnızca, bedenimiz bize sadece yük değil midir? Bedenden kurtulmuş zihinler Rousseau’nun içinde yapılan yanlışları tekrarlamayacak. Medeniyet hatasız doğruya yaklaşacak.” (Kediri, 2340:125-129)
Akademi sordu, “bedenlerden kurtulmak nasıl olacak?”
“İntihar” dedi L.Emin. “İntiharımız kurtuluşumuz olacak. Bedenlerinden istemleriyle kurtulacak insanlar ve Rousseau bunlara yeni bir dünya sunacak.”
Bağırdı içlerinden biri, ”Peki bunu istemeyenler ne yapacak”. Akademi saygısızlık ettiği için Uyarı:1 verdi bu kişiye.
“Kurtuluş yok tek başına” dedi L.Emin. “Ya hep beraber, ya hiçbirimiz…” İnsanlar neden kıyametin gelmesini istesinlerdi ki. Hem bunu istemeyenler kendilerinden vazgeçmiş olurlardı. Kendinden vazgeçenler herkesten de vazgeçebilirdi. Rousseau’yu tehlikeye atamazlardı, dışarıda kalanlar ona zarar verebilirdi. Dışarısından kurtulmanın tek yolu, dışarısız bir dünya yaratmaktı. L.Emin onüç senedir üzerinde çalıştığı ideal toplum sistemini sundu. Rousseau’ya yüklenecek sistemle birlikte insanlar bu ideal topluma doğru gideceklerdi. Bedenlerinden kurtulacak zihinleri, Rousseau format’layacak sadece otantik insan doğası kalacaktı. Öğrenilmiş kötülüklerden kurtulmanın başka yolu olamazdı. İnsan, doğasında olan iyilik ile birlikte, medeniyeti kuracaktı. Tarihte kötülük üreten tüm icatları saydı L.Emin, onların tekrar üretilmesine olanak tanınmayacaktı.
Akademi hararetle kabul etti bunu, herkes kabul etti. E-devlete sundular, insanalara acil oy yaptırdılar. Oylamaya katılanların hepsi kabul etti. Oylamaya katılmayanlar yasa gereği kabul edilmiş sayıldılar. Yüksek Teknoloji Enstitü’süne Rousseau’yu üretme talimatı verildi. Ama işler sanıldığı gibi gitmedi. YTE’nin raporu işlerin o kadar kolay olmadığı söylüyordu:
“ Yüksek Akademi’ye,
(…)Yapılan teknoloji tespiti testimize göre Rousseau’nun sanal diski bu şekilde bir proje için yeterli olacaktır. Yalnız bu işlemi yürütecek sanal işlemci için şu an geldiğimiz düzey yetersiz görünmektedir. Hesaplarımıza göre tüm insanlığın aynı anda zihinlerini bu bilgisayara aktaracak bir işlemci için çalışmalarımız başlayacak fakat elli yıl gibi bir süre içerisinde bu ancak bitirilebilecektir. Şu anki teknolojimiz en fazla bin kişinin zihnini sisteme geçirecek güçtedir(…)”
Akademi elli yıl beklemenin dünyanın kurtuluşu için çok uzun bir süre olduğunu söyledi. İnsanlık bu kadar bekleyemezdi, zaten bu proje halka duyurulmuş ve halk arasında küçük çaplı isyanlar başlamıştı. Bu tür bir bekleme süresi insanları büyük isyanlara sürüklerdi. Proje reddedilmeliydi.
L.Emin bunun gerekli olmadığını söyledi. Kısa sürede bu projeye başlanır ve her seferinde bin kişi bu projeye aktarılırsa kurtuluş sağlanabilirdi. YTE’nin raporu doğrultusunda yaptığı tespit çerçevesinde bu şekilde beş sene içerisinde tüm insanlar Rousseau’ya geçebilirdi. Akademi isyanların bu şekilde kesileceğinden emin değildi. “Emin olun” dedi L.Emin. Buna kimse karşı gelmek istemeyecekti; çünkü intihar otonom bir eylem olacaktı. İstemli intihar, insanların gönül rahatlığı ile ölmeleri anlamına geliyordu. Bu beş sene içerisinde içlerinde huzurla bedenleri yiterken, zihinleri, bilgisayarın boşluğunda bu son gönül rahatlığıyla ve fotografik hafızalarında son olarak kalan cennet görüntüsüyle dolanacaklardı. Bu medenileşme projesine katılmayacak olurlarsa onlara meşru şiddet uygulanacak ve zihinleri sonsuz boşluğa salıverilecekti. Sonsuz boşluk yokluk demekti ve kimse yok olmak için bu projeye karşı çıkmazdı. Öyle ki, insan akıllı bir varlıktı ve akıl her insana bunu emrederdi.
Bu öneri doğrultusunda intihar planları başlatıldı. İlk grup akademiden oluşan bir heyet olacaktı ve bu sayede tüm insanlar projenin aslında onlar için de olduğunu göreceklerdi. Sonrasında bilgisayarın random bir şekilde belirleyeceği listeler doğrultusunda insanlardan intihar etmeleri istenecekti. Bu süreçte herkesin intihar ettiğinden emin olmak için Sistemin Aygıtı isimli ordu, denetim yapacaktı. Zaten gelinen bu teknolojik seviyede herkes kontrol altında tutuluyordu ve kimsenin Sistemin Aygıtları’ndan kaçma şansı yoktu. Sistemin Aygıtları görevlerini yerine getirdikten sonra toplu halde intihar edecekti.
Akademi grubu projenin son aşamasında bir problem daha çıkabileceğini öngördü. Öyle ki, bu sistemi harekete geçirmek için sistemin dışında bir kontrol mekanizması gerekiyordu. O kişi sistemi harekete geçirdikten sonra sistemin dışında kaldığı takdirde sistemin içindekiler üzerinde mutlak hakim olabilirdi ve akademi bunun olmasını istemiyordu. L.Emin kendisinin bu kişi olabileceğini ve sistemi harekete geçirdikten sonra intihar ederek zihninini de mutlak yokluğa salıvereceğini söyledi. Akademi sanal alkış yağmuruna tuttu L. Emin’i. İnsanın zihninin en büyük varlığı olduğu bir zamanda kim böyle bir fedakarlık cialis buy yapabilirdi. L.Emin aklının böyle bir fedekarlık yapması gerektiğini söylediğini söyledi, öyle ki, tüm insanlık bir zihindi aslında ve zihin için yok olmak kadar hayatına verilebilecek daha büyük bir anlam yoktu. Herkes L.Emin’e güvendi, L.Emin de kendine güvendi.
***
Aradan 57 yıl geçti. İnsanlar gönül rahatlığıyla intihar ettiler. Az sayıda insan yokluğa yollanarak cezalandırıldı. Sistemin Aygıtları da yüzlerindeki gülümsemeyle intihar ettiler. L.Emin şehrin ceset kokan sokaklarında yürüdü bir süre. Kız Kulesi’ne kadar yürüdü oradan şehre baktı, hiçbir canlının yaşamadığı şehir ürküttü onu. Dünyada kendisinden başka kimsenin olmadığını düşündükçe daha da ürktü. Gözünden bir damla yaş düştü, sanki Kız Kulesi eski günlerindeki gibi denizin ortasında kaldı. Orada hapsoldu sanki bir yere gitmek istemedi. L. Emin için yokluk vakti, insanlık için kurtuluş vakti gelmişti. Yürüye yüreye Levent’e kadar gitti, yürümeyi özlediğini anladı. Birçok şeyi özlediğini anladı. Kontrol merkezine girdi, Rousseau’yu çalıştırma zamanı gelmişti. Eli titredi, düğmeye bastı:”SİSTEM ÇALIŞMAYA BAŞLADI, SEVİYE: TAŞ DEVRİ” yazısı göründü. Ailesinde adeta kutsallaştırılmış olan altıpatlar silahını çıkardı. Babası girdiği bir bunalım sırasında bununla intihar etmişti. Dedesi bununla, karısını öldürmüştü. Atalarının o zaman ağaçalarla dolu dağlarda bununla soygunculuk yaptığı anlatılırdı. Silahı başına dayadı, teknolojik hayatına mekanik bir ölüm seçmişti. Yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Gülümsemesi ekrana gelen mesajla dondu:
“Ey insanlar…
Bu bir direniş manifestosudur.
O lanetli günün ardından yıllar geçti. Yılların hala geçtiğine şükretmeliyiz ve kendimize bunu sağladığımız için şükretmeliyiz. O lanetli Pazartesi’de “yeniden doğuş” dedikleri kararı aldılar. O gündür ki, insanın kurtuluşu olacak dedikleri fakat insanları yok edecek döneme girdiler. Bizim sesimiz yankılanıyorsa eğer şu an gök kubbe altında ve geliyorsa varolanların kulaklarına; bu ses isyanın sesidir, bu ses insanın kendisidir…”
“Asiler” diye bağırdı L.Emin. Eğer kontrol odasına gelirlerse tüm sistemi kontrol altında tutabilirlerdi. Hatta sistemi tümden devre dışı bırakabilirler ve tüm zihinleri yokluğa atabilirlerdi. Sistemden kaçabildiklerine göre güçlü olmalıydılar hem de çok güçlü olmalıydılar. Bu güçlerini de mutlak iktidar için kullanacak olmalıydılar. L. Emin elindeki altıpatlarla kaldı zira teknolojik silahların hepsi sistemin başlamasıyla devre dışı kalmıştı. Altıpatlar ve karşısında asiler…
***
L.Emin vuruldu, L.Emin’i vurduk. Her şeyi yeniden başlatmalıydık. Rousseau’yu imha etmek zorunda kaldık. İnsan beden demektir, bedensiz bir insanlık düşünemezdik.
Çoğaldık, çok çoğaldık. Varolan teknolojik bilgimizi her şeyi düzeltmek için kullandık. Biz kazanmadık insanlık kazandı. İnsanlık, teknolojinin esiri olmadı. İnsanlık, teknolojiyi kullandı. L. Emin’in anıtını diktik her şehrin orta yerine. Sadece insanın olduğu bir dünyada, her şeyi yeniden inşa ettik. L.Emin’e yas duyduk, göz yaşlarımızı kuruyan denizlere akıttık. O denizler ki, canlandı içerisinde balıkları yarattı. O denizler ki, üzerlerinde insanları taşıyacak büyük gemiler yarattı. O gemiler her tür canlıyı taşıdı, o gemiler inşa ettiğimiz yüksek dağların tepelerine yanaştı, o gemiler insanın üçüncü tarihini başlattı.
Umut…