Tirad

– Konuş!
– Hissin kendisi maddeden bağımsızdır, kabul. Ne de olsa hissedilenin nerede meydana geldiğini söyleyemiyoruz. İşte “hissin meydana gelmesi” bile garip bir ifade oluyor. Hangi meydan? Ama ben bundan, özün algoritmada olduğunu iddia eden görüşü çıkaramıyorum. Hani, insanı insan yapan esas unsurların; ruhun, duyguların, düşüncelerin hep bu maddesel olmayan yapısını örnek gösterip bunların analojisi olarak algoritmayı ve onun uygulanmasını sağlayacak soyut dizge olan yazılımı seçen görüş; şu sıralar pek bir yaygın olan, çocuklarımıza aktardığımız görüş…

Sırf çok amaçlı işlemciler piyasaya egemen oldukları için yazılım ana mühendislik alanı haline geldi diye donanımın önemini görmezden gelemeyiz ki. Belki icatların daha uç noktalara çıkabilmeleri için bir uzmanlaşma alanı seçmek, dikkati yoğunlaştırmak için bakış açısını daraltmak gerekiyordu ama yeni kuralları ilan etmeden önce düşünce yapımızı kendi ellerimizle kısıtladığımızı unutmamalıyız. Bedensiz algoritma hissedemez, yaratamaz, ayrıca silikonla karbonun da tatları farklıdır.

Karşıdaki Honda standının duvarına yansıtılan, son modellerinin evrimini anlatan reklam görüntülerine bir baksanıza. Başlangıçta ayakta zor duran, yanı başında “aman düşmesin” diye bodyguard’ların beklediği robot, sonraki görüntülerde merdivenlerden inip çıkıyor. Ne acınası sefil hareketler bunlar, yürümeyi öğrenirken düşen bir çocuğun yanında ne kadar da iğreti duruyorlar. Ama artık kimsenin çocuklara baktığı yok. Tüm alkış komik hareketlerle yürüme simülasyonu yapan o ucubede. Eski reklamları ne diyor: “belli ki gelişimi bu hızda devam ederse beş sene içerisinde koşmaya başlayacak.” Sonra da olimpiyat rekorlarını kıracak. Beli kırılsın deyyus!

Ne yazık ki, tek boyutlu Turing makineleri hızlandıkça, orjinalleri taklitte gittikçe daha başarılı oluyorlar. Ama onları kıskanmıyorum, çünkü Kasparov’la oynarken Deep Blue’nun düşünme sisteminin Kasparov’unkiyle alakasının olmadığını, hatta aşırı hafıza ve işlem gücüyle hile ve doping yaptığını herkes biliyor. Kaldı ki, onların mantıkları insanınkinden o kadar farklı ki, Kasparov eğer onun hilelerine sahip olsaydı, bu onun oyun tekniğini geliştirir miydi, bu bile tartışılabilir.

Evet, insan taklitlerinin başarıları artıyor. Yazı okuyan robotik ses artık sadece estetik bir unsur olarak müzikte kullanılıyor, sanal bestekârların orjinalinden ayırt edilemeyen sentetik müzik aletleri için yazdıkları eserleri uluslararası yarışmalarda ödül kazanıyor, insanlar icq listelerine insandan çok chat-bot’lar ekliyor…

Kendisi sanal başarıları gerçek mahluklar bunlar. Onları tasarlayanlar, yaptıkları hilelerin, kurdukları düzenlerin, en basit bir arama, tanıma mekanizması için yazdıkları algoritmalarla attıkları taklaların farkındalar elbette. Ama onların yerini alacak tasarımlar ufukta gözükmedikçe ve kendilerine sunulan tatmin unsurlarıyla yetindikleri sürece, işlerine gelen düzenin yanlış olduğunu bildikleri terminolojisinin yanlışlığının önemini vurgulamayacak, tıkırında giden üretime, öğrendikleri gibi devam edecekler.

Bunca yıldır bilgisayar mühendislerinin aynı ilkel tasarım üzerine yatmış olmaları gerçekten çok utanç verici. İşlediği sürece temel prensiplere dokunmamışlar ve karşılaştıkları her problemi brute force… nasıl diyorsunuz, kaba kuvvetle çözmüşler. Daha güçlü işlemciler, daha geniş hafıza. En dandik konuyla bile bu kadar uğraşsanız nihayetinde ele gelir bir iş çıkar. İlk mühendisler tekerleği daire değil de üçgen şeklinde yapsalardı, şimdi otoyollarda otomatik vitesli üçgen tekerler dolaşıyordu. Ya da aynı emeği silikon yerine çamura verselerdi çoktan yeni Adem’i yaratmışlardı. Ama neymiş efendim kaotikmiş gibi, randommuş gibi davranan doğrusal algoritmalar, fraktalmış gibi geometriler, irrasyonelmiş gibi sayılar…

Gerçi çoğunluk istemese de bu söylediklerimin farkında. Ama herkes bilmesine rağmen insanlar kendilerini gerçeğin zıttına, daha doğrusu onda bir gariplik olmadığına inandırmak istiyorlar. Yapay hayvan ve insanlara, muhabbet ettikleri chat-bot’lara inanmak istiyorlar. Uyanmanızı istiyorum! Tasarlanmışların kusurları olan kusursuzluk -veya yapay, kusurlu bir kusurluluk-, insana ve doğal olana ait olan çirkinlik, elegeçirilememe veya iki insan arası ilişkide ister istemez ortaya çıkan ve ait olma çabasına bir tepki olduğu söylenebilecek olan uyumsuzluk ve geçimsizliği içermiyor.

Bunlar bir çeşit idealler. İdeal arkadaş, ideal sevgilinin gerçekleşmiş halleri. Kaprissiz sevgili, hep veren dost gibi kabusların gerçeğe dönüşmüşleri… Güdük ideallere oynayan tasarımcıların yaratımları. Bunlar gerçek olarak algılanıyorlar, gerçek yerine konuyorlar, çünkü artık insanlar, yani gerçek olanlar kendi kendilerini kandırmak istiyorlar. Öyle bir zaman gelecek ki, kendilerini kandırdıklarını unutacaklar ve aldatma ancak o zaman ortadan kalkacak. Öldükten sonra canlanan, fiziksel ve ruhsal yaralarını kendi kendine onaran tamagoçiler. Bu sefer beceremediysen bir dahaki sefere daha iyi besleyebileceğin, geri dönüşün her zaman mümkün olduğu ilişkiler. Oysa geri dönüşün çizdiği çemberler bizi kelepçeliyor. Bu yineleme hareketi içinde kısır bir döngüye giriyoruz.

İnsanın düşüşü karşısında makinelerin yükselişini görmek beni hem üzüyor hem de nefretle doluyorum. Ama bu, türler arası bir ırkçılıktan, hümanistlikten değil, makinelerin aptal olmasından kaynaklanıyor. Zeka denen güzellik yerine onun bu adi taklitleri geçecek işte buna yanıyorum. Uzak gezegenlerden ziyaretçilerimiz geldiğinde ne yüzle bakacağız onlara, bunlar mı temsil edecek uygarlığımızı? Kanla, hırsla, aşkla, aldırmazlıkla, sürüklenmeyle kurduğumuz uygarlığımızı… Nefret ediyorum, iyi iş yapan güler yüzlü maskelerinin altında aynı işi/işlemi saniyede milyon defa yapmanın ötesinde bir özelliği olmayan işlemcilerin olduğunu bilmekten ve kahretsin ki, bunu asla anlayamamaktan. En kazık Turing testini bile geçer bunlar. Deckard’la rakı sofrasında bir gece geçirirler de o bile hiçbirini avlayamaz.

Hem sonra, empati taklidini o kadar iyi yapıyorlar ki, empati yaptıklarını sanıyorsunuz. Ve onun hissettiklerini, size beslediği güzel duyguları duyumsuyorsunuz. Yok, ben denemedim ama deneyen arkadaşlarım öyle söylüyorlar. Onların hepsi insandan beklentilerini kısmışlar. Hastalıktan, çılgınlıklardan korkmaktan kimseye yaklaşamaz olmuşlar. En son ne zaman gerçek birine sarılarak uyudunuz hatırlıyor musunuz? Bunlar size gülümsüyorlar, birlikte ağlıyorsunuz.

Hayır, denklem kullanmadan, her uzvun açısının hesabını yapmadan dengede durabilseler, lafım olmaz. Saygı duyarım. Gerçi insandaki gibi denge için bilinçleri dışında ayrı bir sinir sistemi geliştirseler de yani eleman tıpkı insanın dengede durmak için ne yaptığının tam olarak farkında olmaması gibi, kullandığı denklemlerin bilincinde olmasa da, yöntemleri bana kulağı tersten göstermek gibi geliyor. Dedim ya, insandan sonra onun yerine böyle ucuz bir taklidinin gelmesidir beni esas üzen…

– Yeter! Evet, yeni modelimizi nasıl buldunuz?

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s