Türkiye’de Gezi hareketini ve şimdi Brezilya, Lübnan, Şili, Bulgaristan gibi ülkelerde yaşanan toplumsal tepkileri fantastik yapan küçük ölçekli bir protestonun geniş kitleleri sokağa dökebilmiş olması. Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de ana akım medyanın iktidar yanlısı olması ve Gezi parkı direnişinin ilk günlerinde eylemler yerine penguen belgeseli gösterme konusunda ısrar etmesi karşısında Twitter ve Facebook gibi sosyal medya araçlarıyla organize olan yüzbinler, Gezi hareketinin karakteri ve içeriğini de aslında bu iletişim araçlarıyla, yani sosyal medyayı kullanarak şekillendirdi. Bu merkezsiz örgütlenme Gezi’yi kitlesel yaptı.
Gezi direnişinin sosyal medya aracılığıyla merkezsiz örgütlenmesi Gezi’ye destek veren herkesi Gezi’ye organik olarak bağladı. Çünkü lidersiz, merkezsiz, hiyerarşik olmayan bir oluşum katılan herkesi haber alımında, haber iletiminde ve Gezi hareketinin ileriki adımlarını şekillendirmede etkin yaptı. Bu kişisel sorumluluk bilinci merkezi bir idarenin yokluğunda ve herkesin aktif bireysel katılımı olmadığında Gezi hareketinin sahipsiz kalabileceği kaygısından ileri geliyor olabilir. Her ne motivasyonla gerçekleşmiş olursa olsun, bu katılımcı ve paylaşımcı hareket Türkiye tarihinde ilk defa bu denli kitlesel biçimde ortaya çıkan bir doğrudan demokrasi arzusundan besleniyor ve yepyeni bir deneyime kapı aralıyor.
Aslında demokrasinin parlamenter biçiminin Türkiye’de yüzyıldan uzun bir geçmişi var. Sık sık kesintiye uğrasa ve ağır aksak işlese de Türkiye’nin parlamenter geleneği birinci meşrutiyet dönemine kadar gidiyor. Tek parti döneminin sonundan itibaren sayacak olursak da Türkiye’nin neredeyse 60 yıllık bir çok partili geçmişi var. Bu 60 yıl boyunca muhalefet partileri hep mecliste yer aldı, ama etkili bir muhalefet yapamadı, bir anlamda temsil ettikleri iddiasındaki insanların taleplerini etkin bir biçimde ortaya koyamadı. Bugün ise artık demokrasinin temsili biçimine karşı inançsızlık sokağa taşındı ve sosyal medyadaki örgütlenme çevrimiçinden çevrimdışına taştı. Yani ezber bozuldu ve alternatif bir birliktelik biçimi deneyimlendi.
28 Mayıs ve 15 Haziran arasında 5 milyon tweet atılmış. Bu tweetlerin %90’ı yurtiçinden dolaşıma girmiş. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse Mısır’da Tahrir Meydanındaki protestolar sırasında eylemlerin doruk noktasında atılan 1 milyon tweetin çoğu yurtdışındaki Arap diasporası tarafından atılmıştı. Gezi hareketinin ortaya çıkmasından sonra Türkiye’deki aktif Twitter üyesi 2 milyondan 9 milyona çıkmış. Arkadaş çevremden daha öncesinde siyasi bir geçmişi olmayan birçok kişinin Gezi eylemleri döneminde sosyal medya aracılığıyla politize olduğuna da şahit oldum. Yani biri gösterileri kameraya aldı, diğeri sosyal medyada bunu paylaştı, öbürü yabancı dile tercüme etti ve dünyaya duyurdu; bu organizasyonda bir merkez veya lider yoktu. Böylece temsiliyet yerine doğrudanlığı koyan Gezi hareketi, temsil ilişkilerinde sıkça rastlanan kitlelerin temsilcilerine yabancılaşması ve kolaylıkla pasifize olmalarının da önüne geçmiş oldu.
Fiziksel ortamda karşılaşmadan, çevrimiçi alanda buluşma, farklı düşünen birçok kesimi Gezi parkı eylemlerini desteklemek üzerinden yoldaş haline getirdi. Önyargılarımızı bir yana iterek hareket etme olanağımız çevrimiçi yatay etkileşim sayesinde arttı. Bir zamanların katı laik kesiminden Gezi hareketine katılanlar bugün Facebook ve Twitter üzerinden Antikapitalist Müslümanların paylaşımlarını takip etmeye başladı. Lice halkını desteklemek amacıyla düzenlenen Gezi protestolarında Kürtçe ve Türkçe sloganlar birlikte atıldı. Gezi hareketi sırasında yayınlarıyla olduğu kadar bayrak ve Atatürk seti reklamlarıyla da dikkat çeken HalkTV, 28 Haziranda yaşanan Lice olaylarını aktarırken ekranın yarısında Kürt direnişinin kanalı NuçeTV’ye ayırdı. Feminist ve eşcinsel gruplarla beraber ataerkil çizgide denilebilecek kesimler birlikte yürüdü. Hem Nişantaşı Mahallesinde hem de Gazi Mahallesinde barikatlar kuruldu. Sadece ODTÜ’lü veya İstanbul Üniversiteli öğrencilere şiddet uygulanmadı, yüksek gelir grubundan ailelerin çocuklarının çoğunluğunu oluşturduğu Bahçeşehir Üniversitesine de polis girdi. Bu şiddete maruz kalma noktasında yaşanan ortak deneyimin paylaşımı da sosyal medya üzerinden başlatıldı, desteklendi, haberler yayıldı ve karşılıklı empati kuruldu. Bu katılımcı ve merkezsiz örgütlenme sayesinde bugün Gezi eylemlerine katılanlar çoğulcu ve farklılıklarıyla beraber daha güçlü bir ortaklık geliştiriyor. Burada farklılıklara sadece hoşgörü gösterme anlamında bir liberal “tolerans” fikrinin de ötesine geçildi. Zira tüm bu süreç ilk olarak önyargıların yavaş yavaş ortadan kaldırılmasını ve daha sonra da farklılıkların kabul edilip bu farklılıklar göz önünde bulundurularak yeni işbirliği olanaklarının denenmesini sağladı.
Bugün Brezilya, Şili, Kosta Rika, Lübnan, Bulgaristan ve Türkiye’de ulusal bayrağın anlamı dahi değişiyor. Bayrak artık bir milleti, devleti, ülkeyi değil aynı polis ve devlet şiddetine maruz kalan halkların direnişini simgeliyor. Hiyerarşisiz ve yatay örgütlenen sosyal medya yalnızca Türkiye’yi değil tüm dünyayı birbirine bağlayabilme imkanına sahip. Bugün devlete, hükümete, polise ve yandaş medya mekanizmalarına yabancılaşmış halklar, ulus-devlet kurumlarından bağımsız yardımlaşma ve birlikte mücadele yollarını merkezsiz sosyal medya aracılığıyla sağlamaya başladı.
Bu merkezsiz ve lidersiz paylaşım ilişkisi içinde Taksim Dayanışması sadece aracılık-kolaylaştırıcılık hizmeti veriyor. Yani Taksim Dayanışması Gezi direnişinin lider ekibi değil paylaşım aracı. Böylesi merkezsiz ve lidersiz bir örgütlenme aynı zamanda polisin belirli bir lider grubunu hedef alıp etkisizleştirerek hareketi zayıflatması ihtimalini de olanaksızlaştırıyor. Bu büyük bir avantaj, çünkü sosyal medya aracılığıyla yatay olarak örgütlenen böylesi bir yapı, devletin hegemonik araçlar veya şiddet yoluyla sindirip eritebileceği bir Gezi muhalefeti lider kadrosunun oluşumunu engelleyerek hareketin her an yeniden oluşturulabilir, kurulup bozulup bir daha çağırılabilir olmasını sağladı.
Düşünür Jacques Ranciere’e göre liberal temsili demokrasinin özünü oluşturan uzlaşma (“konsensüs”) anlayışı aslında polis devletinin kitleleri tanımlanma, gruplama ve kategorize etmesi ve sistemin işleyişine uyumsuz gördüklerini de dışarıda bırakması biçiminde işliyor. Gezi direnişinin tam olarak tanımlanamayan, kategorize edilemeyen, merkezsiz ve lidersiz hali ise Ranciere’in uzlaşmazlık (“disensüs”) yani gerçek demokrasi tanımıyla örtüşüyor. Bu nedenle de Gezi hareketi kimliksiz, lidersiz, kolayca tanımlanıp kategorize edilebilecek doktriner bir çizgiden uzak bir oluşum olarak egemen sistem için güçlü bir tehdit oluşturuyor. Çünkü Gezi direnişi, ulus devlet anlayışındaki ötekileştirmelerden ve kategorizasyonlardan uzak ve hiyerarşik düzeni sarsabilecek merkezsiz bir sosyal medyadan besleniyor.