4 8 15 16 23 42… LOST

lost_1.jpgTelevizyon artık sadece televizyonda değil. Yeni dönem dizi furyasında, her bölüm internet ortamında yeniden seyrediliyor, ayıklanıyor, bir geri bir ileri alınıyor. Altyazı ekibi olaraksa bu sayıdan itibaren bizi esir eden bu dizi filmleri tanıtmaya ve incelemeye koyuluyoruz. Bu serinin ilk dizisi “Lost”, her bölümde farklı yerlere serpiştirdiği ayrıntılarla geçmiş bir bölümü ve hikayeyi aydınlatan cinsten bir dizi olarak fanatiklerini birbirleriyle haberleşmeye çağırıyor. Daha önceden Matrix filminde (Wachowski kardeşler) olduğu gibi detaylar, hikayeyi çözmek için bizi çeşitli referanslara götürüyor. Yani artık dizi filmler de “interaktif” olma özelliği kazanıyor… Desperate Housewifes, Lost, Buffy veya Angel gibi bir dizi hikayeyi direkt olarak seyirciye vermiyor, seyirci hikayeyi çözümlüyor

Previously on Lost…( Lost’a bir önceki bölümlerde)

Oceanic havayollarının 815 nolu Sydney kalkışlı Los Angelos uçağı ıssız bir adaya düştüğünde, hayatta kalan 48 yolcu kurtarılmayı beklemekteydi. Ama kimse onlar için gelmedi. Artık kurtarılma umutları yok, onun yerine lanetli sayılarla bezeli bir adaları, bu adada onları bekleyen canavarları, “Ötekiler”i ve en önemlisi onları burada yalnız bırakmaya yeltenmeyen geçmişleri var.

“Lost”un yönetmeni ve yaratıcı yazarlarından J.J Abrams aynı zamanda sezon filmi Görevimiz Tehlike III’ün de yönetmeni ve yine sevilen bir ajan dizisi olan Alias’in de yaratıcısı oluyor. Daha önceden Armageddon ve Forever Young’ın senaristi olan Abrams, Lost dizisinin prömiyerini 22 Eylül 2004 tarihinde Amerikan’nın ABC kanalında gerçekleştiriyor. Bunun sonrasında ise, Lost fanatizmi sırayla tüm dünya televizyonlarında patlak veriyor.

Çok çok özel ada sakinleri:
Her işte bir hayır vardır….

En başta belirtmek gerekir ki, Lost dizisinin karakter kadrosu özel insanlardan oluşuyor. Hikaye akışı içinde, her bölümde seyirciye bir karakterin geçmişi ile ilgili özel bilgiler aktarılıyor. Yani başka bir deyişle aslen “Lost”un bir başrol oyuncusu yok ve her kazazedenin bu hikayede çok özel bir yeri var. Hatta dizi süresince bu karakterlerin geçmiş olağan yaşamları boyunca birbirlerinin farkına varmadan nasıl da karşılaştıkları, birbirlerinin yakınından geçtikleri bazen senaristlerce dosdoğru olarak veya hafif çaktırarak gösteriliyor. Mesela, dizinin tatlı serserisi Sawyer, ortağıyla adanın güzel kızı Kate’in annesinin restoranında buluşup yemek yiyiyor, Locke Sayid’in sevdiceğine emlakçılık yapıyor veya Michael hastaneye düştüğünde arka koridordan daha sonradan birlikte adaya düşeceği doktor Jack geçiyor. Bunun dışında mesela Hurley’nin psikiyatrist ile buluşmasında kafasının üstünde, duvarda, bir ıssız tropikal ada resmi duruyor. Geçmişlerindeki tesadüfi kesişmeler ve ayrıntılar hepimizin hayatına dair özel bir anlamın olduğuna işaret ediyor. Yani sonunda bu kadar da tesadüf olmaz, onların bu adaya birlikte düşmesinde bir hayır vardır diyorsunuz sanki bir yanlış düzeltilmişcesine… Yanlış ise her şeyden önce Los Angeles’da, Sydney’de veya Sydney’den Los Angeles’a giden bir uçakta, atomizeleşmiş bir toplumun bireyleri olarak yanyana oturup birbirlerine ‘sorry’ veya ‘thanks’ demekten daha ileri gidememekten geliyor. Artık bu adada birbirlerini tanıma şansı buldular.

Jack Shephard: İlk önce liderlerinden başlamak yeridir. Jack, Sydney’e arayı açtığı babasını almaya gidiyor. Bu da Lost dizisi karakterlerinin bir ortak özelliği… Karakterlerin hepsi aslen Sydney’e kaybettikleri bir şeyi aramak için gidiyor ve sonuç olarak bunu bulamadan Los Angeles uçağına biniyor. Jack ise ancak babasının cenazesiyle beraber yola çıkabiliyor. Jack, baba mesleğini seçmiş Los Angeleslı tanınmış bir cerrah olarak, bir ıssız adaya düştüğünüzde yanınıza alacağınız üç seyden biri olma niteliği taşıyor. Adanın doktoru olarak herkesin sağlığından sorumlu olmak onu karar mekanizmasında da sorumlu hale getiriyor. Bu da adanın bazı sakinlerince diktatörlük
olarak nitelendiriliyor.

John Locke: Locke, Jack’in adadaki hakimiyetine bir rakip ve aynı zamanda bir inanç insanı olarak bilimadamı Jack’e bu yönden de bir tezat oluşturuyor. Locke’a göre “ada” onlardan bir şey istiyor. Locke’ın “ada”ya olan inancının temeli ise oldukça sağlam; çünkü Locke tekerlekli sandalye ile girdiği uçaktan kaza sonrasında kendi bacakları üzerinde yürüyerek çıkıyor. Geçmiş yaşantısında iş arkadaşlarınca alay edilen ezik bir karakter iken ‘ada’nın avcısı oluyor ve karizmasıyla bu grubun önde gelenlerinden biri haline geliyor. Kötürüm olması gerekçesiyle Locke, Sydney’de, tek arzusu olan avcılık gezisi için yetkililerden izin alamıyor. Eliboş olarak Los Angelos’a dönerken Locke ada sayesinde kaybını tamamlıyor ve avcılık macerasını tadıyor.

Kate Ryan: Kate de Sydney’e özgür kalabilmek için gidiyor; çünkü kendisi adanın güzeli olması dışında azılı bir suçlu ve Los Angeles uçağına elleri kelepçeli olarak bindiriliyor. Adaya düştüğünde, Kate toplum için sakıncalı olduğundan hapse atılacakken bu ada komünitesinin kabul edilen bir üyesi oluyor. Hatta Kate’in aynı zamanda bu ıssız adada Sawyer ve Jack arasında paylaşılamamaktan dolayı bir kavga nedeni olduğunu geçmemek lazım… Kate’in de Jack, John Locke ve çoğu ada sakini gibi aile bireyleri ile arası açılmış ve geçmişinde bunun Freudçu tarzdan izlerini taşıyor. İzleyiciler, I.Sezon sırasında Kate’in gerçekten kötü bir şeyler yapmış olduğu inancındaydı ama ne yazık ki, “her şeyin bir nedeni vardır” söylemiyle Kate kurtarıldı.

Sawyer (James Ford): Üçkağıtçılıktan geçimini sağlayan Sawyer Sydney’e, annesini baştan çıkarıp babasının parasını çalan ve daha sonradan da tüm ailesini, o çocuk yaştayken, yıkıma uğratan adamdan intikam almak için gidiyor. Ancak rotayı şaşırdığından Sawyer da Los Angeles’a doğru üzgün bir şekilde yola çıkanlardan oluyor. Sawyer vakti zamanında uçaktan bazı şeyleri toplayıp zimmetine geçirdiğinden adalılarca sevilmeyen adam ilan edilmişti. Daha sonradan bu değişmeye başlayınca Sawyer bunu eski haline döndürmek ve Jack-Locke cuntasını sarsmak için harekete geçecek.

Sayid-Jin ve Sun: Lost’un etnik bir çeşitliliğe sahip olduğunu belirtelim. Sayid karakteri bu konuda temel; çünkü Sayid müslüman, eski bir Irak saray muhafızı ve Irak savaşı sırasında işkencecilik yapmış. Sydney’e, CIA’nın kayıp sevdiceği hakkında şantaj yapması sonucu, terrörist eylemler planlayan eski arkadaşları arasına sızmak amacıyla gidiyor. Senaryoda, terröristlerin insan yönleri ve intihar bombacılığının nedenleri hakkında kafa yorulmuş ve onların perspektifinden bakılmaya çalışılmış. Terröristler kandırılmış veya ne yaptıklarını bilmiyorlar neticesine gidilmemiş. Sayid, Sydney’de kendisinden o kadar kaybediyor ki, artık kayıp sevgilisine bundan sonra kavuşmasının bir yerde anlamı kalmıyor. Los Angeles uçağı için havalanına geldiğinde çantasını orada oturan Shannon’a emanet ediyor ama Shannon yalnızca keyif olsun diye yetkililere müslüman kılıklı bir Arab’ın çantasını öylesine bıraktığını söylüyor. Halbuki Sayid ve Shannon adaya düştüklerinde sevgili oluyorlar. Sayid, adanın elektronik ve tamir işlerinden sorumlu adamı oluyor. Jin ve Sun çifti ise adanın Koreli karı-kocası… Sun İngilizce bilirken Jin bilmiyor. Jin’in gözünden etrafında bilmediği bir dilden konuşan insanlar silsilesi kimi zaman dizide gösteriliyor. Jin ve Sun, Sydney havalimanında Batılılar tarafından ataerkil bir çift olarak nitelendiriliyor. Onları tanımadan bu türden kategorilere sokan Batılılar ancak onları bir adaya düştüklerinde Jin ve Sun olarak tanıyabiliyorlar. Sydney’i, Los Angeles’a kaçmak için bir adım olarak görüp ayrı ayrı planlar yapan çift, Sydney ayağında başarısız oluyor ve ne yazık ki, bu yüzden kayıp aşklarını kurtaramayacak Los Angeles gezisine başlıyorlar. Jin Sun’a göre daha düşük görülen bir balıkçı ailesinin oğlu olarak hep horlandığı halde, adada balıkçı olarak ihtiyaç duyualn adamlardan biri haline geliyor. Sun ise adadaki bahçesinde tabii ilaçlar yetiştirmeye başlıyor.

Shannon ve Boone: Bu ikili adanın zengin aağabey-kardeşi. Boone, Sydney’e kızkardeşi Shannon’ı erkek arkadaşından kurtarmaya gidiyor. Los Angeles yolunda Sydney havalimanındayken eskiden sıkı birer dost olan ikili bu ilişkilerini kaybetmiş. Boone adadayken hep Jack gibi bir kurtarıcı olmak istiyor ama her zaman için bunda başarısız oluyor. Zaman içinde Locke ile beraber daha gizli bir takımın üyesi oluyor. Bu ikili hakkındaki bölüm13, “Hearts and Minds” gerçekten sezon1’in en iyi bölümü ve kaçırılmamalı.

Michael ve Walt: Michael, Sydney’e, çok istediği halde babalık yapamadığı, annesiz kalan, oğlu Walt’ı almaya gidiyor. Ancak artık ikisi birer yabancıdan başka bir şey değil. Michael mesleğinden istediği kadar maaş alamayan bir insanken adada kurtuluşları için en önemli deneme olan sal inşaasını yapıyor. Küçük Walt ise Locke gibi çok özel; çünkü Walt istemeden geleceği yaratabiliyor ve bu yüzden üveybabası annesinin ölümünden onu sorumlu tutuyor ve onu istemiyor.

Claire: Claire bebeğini istemiyordu hatta biz de doğurana kadar bebekten korkuyorduk çünkü “ötekiler” bebeğe özel ilgi göstermişti ve hala bebekten emin değiliz. Sydney’de bebeğinin (Aaron) babası onu terkedince Los Angeles’a bebeği evlatlık vermeye gitmekteydi. Ama hamileliği sırasına bir falcının ona dediği gibi bu bebeği muhakkak o büyütmeli.

Charlie: Eski Drive Shaft grubunun kurucularından Charlie, Sydney’e ağabeyini alıp yeniden ünlü olma amacıyla gelmişti. Ama ağabeyi artık aile adamı olmuştu. Halbuki Charlie zamanında dini inançlarından ve sakin yaşamından Drive Shaft için ayrılmıştı. Los Angeles’a giderken eskiden ünlü olan bir “junkie”ydi. Claire ve Aaron ile bir aile kurma isteği nerdeyse yerine gelecekti.

Hurley: Lost fanatiklerince dizinin en sevilen elemanı, şişko karakter Hurley ormanın ortasında ilk ölecek olan karakter değil. Kendisi 4-8-15-16-23-42 sayılarını kullanarak lotoda büyük ikramiyeyi kazanıyor ama bundan sonra dert yakasını bırakmıyor. Sydney’e bu rakamların kaynağı olabilecek adamı bulmaya gidiyor ve bu adamın öldüğünü öğrenince ona Los Angeles’a geri dönmek düşüyor. Adada hala cüssesini korumayı ise şu ana kadar paylaşımdan kaçınarak başarıyordu.

French Chick (Danielle Rousseau): Adanın eski yerlilerinden Rousseau veya nam-ı diğer “french chick” uzun zamandır adanın canavarları ve “ötekiler”i ile uğrraşmış. Adadan yayılan, durmadan başa dönen yardım çağrısı ona ait… Claire gibi hamile olarak adaya düşen Rousseau bebeğini ötekilere kaptırmış. Adadan esrarengiz bir şekilde enfeksiyon kapan ekibini ve ona dahil olan sevgilisini öldürüyor ve adada yapayalnız yaşamaya başlıyor.Yalnızlığını da yeni gelenlerle paylaşmaya pek istekli değil.

Ada’da iki politik kuramcı var: Ada’nın sakinleri olan John Locke ve Rousseau’nun isimleri o kadar da konuyla alakasız değil. “Doğal Durum”(state of nature) kuramından yola çıkıp iktidarın ve hukukun olmadığı doğal durumdan toplu sözleşme bazlı topluma geçişi idealize eden bu iki farklı kuramcı, adanın bu iki karakteriyle adaş. Bu iki kuramcı, birçok ayrı düşüncelere sahip olsalar da ikisine göre de “doğal durum”a dair özgürlükler anayasal haklar karşılığında devredilmeli ve bu sayede düzen ve asayiş sağlanmalıdır. Rousseau’nun ideal eğitim tanımını anlattığı Emile adlı kitapta ise çocuk tamamen doğal ortamda aile veya toplum olmak üzere herhangi bir iktidarın yönlendirilmesinden bağımsız, özgür olmak üzere eğitilir. 15 yaşından sonra ise okuyabileceği tek edebi metin “Robinson Crusoe” olmalıdır. Bu durumda “Ötekiler”in Ada’ya düşen çocukları Batılı zihniyet sahibi yeni Ada’ya düşenlerden alıp vahşi kabilelerine katmaları anlamlı geliyor. Güçler ayrılığı ve kapitalist mülkiyet kavramının dolayısıyla liberalizmin babası olan Locke ise Ada’ya düşen adaşı gibi mutlak hakimiyet fikrinin karşısında yer alıyor ve bu yönden Jack’in tahakkümünün Locke’u rahatsız etmesi olağan gözüküyor. Elbette Locke’un da liderlik derdinde olması “doğal durum” kuramından geliyor. Anarşinin ve kanunun olmadığı Ada’da silahların mülkiyeti Jack’in boyunduruğundan çıktıkça kimse pek güvende değil. Jack bu durumda başka bir politik kuramcı olan Hobbes’un “doğal durum” anarşisinden kurtuluş olarak betimlediği mutlak tek iktidar Leviathan olarak karşımıza çıkıyor.

Bir karakter olarak Ada:
Cangıl’ın ortasında, uçsuz bucaksız bir çayırın arasından geçmişten çıkagelen hayaletler Lost karakterlerini rahat bırakmıyor ve korkutuyor. Bu da bize Stanislav Lem’in ‘Solaris’ romanını çağrıştırıyor. Issız bir gezegen olan Solaris, kendisini inceleyen bilimadamlarını geçmişlerinde kaybettikleri insanların kopyalarıyla yüzleştirerek bir bakıma duaları kabul eden bir Tanrı görünümündeydi ama insanları yine de mutlu edemiyordu. Ada da kimi zaman, geçmişten çıkagetirdiği insanları, kendi görüntülerinde değil ama mistisizm inancından feyz alarak Sawyer’a “domuz yavrusu” veya Kate’e “bir siyah at” olarak gösterebiliyor. Ada, inancın ve anlamın olduğu bir yer olarak astımlı Shannon’a, ölümcül bir hastalığı olan Rosa ve kötürüm Locke’a şifa dağıtıyor. Lost’un Adası, Solaris gibi modern toplumun uzağında, Tanrı’nın ve inancın olduğu bir yer… Böyle bakıldığında aslen Ada dışında kalan dünyanın geri kalan kısmı bir yerde “kayıp” oluyor. Adaya düşen her eleman sıradan yaşantılarında özel olmaktan çok uzak bir konumdayken, bu adada çok özel oluyor. Lost fanatizminin başladığı yer de burası olmalı. Ancak Ada’da karakterlerin karşısına çıkan ‘Canavarlar’ var. Bu Canavarlar’dan Locke dışında herkes korkuyor; çünkü Locke Ada’dan ne gelirse bahtına diyor. Çünkü ölüm onun gözünde Ada’ya verilebilecek bir hediye. Rousseau’ya göreyse Canavarlar “dark territory”(karanlık bölge)nin bekçileri. ‘Ötekiler’ ise Ada’nın en eski sakinleri ve Ada’ya düşmüş tüm çocukları kaçırma gibi bir huyları var.
Saldırgan vahşilerden oluşan grup kimi zaman bizimkilerin arasına casuslar gönderiyor.
‘Ötekiler’in ve ‘Canavarlar’ın aslen ne olduğu Ada’nın gizeminin çözümüyle açığa çıkacak gibi gözüküyor.

Ada hakkında kehanetler:
Lost dizisinin müdavimleri her gün internet forumlarında dizide gördükleri ayrıntıları girerek diğer fanatiklerle paylaşıyor. 4-8-15-16-23-42 sayılarını gördükleri yerleri giriyorlar. Mesela Hurley lotoda 16 hafta devir eden ikramiyeyi kazanmış veya Claire Ada’ya düştüğünde 8 aylık hamileymiş veya Michael’ın salına 4 kişi alınmış. Lost forumlarında bir kehanetçi, Jack’ın uçakta 23 no’lu koltukta, Ana Lucia’nın 42’de, Hurley’nin 15-16 no’lu koltukta yer aldığını ve 4 ve 8 no’lu koltukların öyküde belirleyici olacağını tahmin ediyor. Daha sonradan foruma girilen bir yazıda sağ kalanların bu numaralarda oturduğu iddiasının yanlış olduğu, koltuk numaralarının 15a, 15b ve saire olarak sıralandığını söylüyor yani Hurley’in 15a-15b gibi koltuklara oturduğunu söylüyor. Velhasıl Lost seyircileri Ada’nın bilmecesini çözmeye çalışıyor. Birkaç kehanetçi özellikle cinsel ilişkiye giren çiftlerin hamile olması olası dişi bireyinin mutlaka Ötekiler tarafından öldürüldüğünü söylüyor. Bu da sanki Ada’da peydahlanan bir çocuk istenmiyor anlamına geliyor. Tropikal ormanın ortasında kutup ayısından, 108 (yani 4+8+15+16+23+42) dakikada bir lanetli sayıların girilmesini isteyen bilgisayara kadar her şeyin mantıktan uzak olduğu bu adanın pilotun rüyası olmasını hiç kimse elbette ki, istemiyor. Eğer Ötekiler tiyatro yapıştırıcısıyla sakallarını yapıştırıyorsa, Ada’nın Truman Show misali bir TV programı seti olmasını ben de istemem. Her şey adadaki eski bir akıl hastası karakterin kafasında olması da Ada’yı rasyonel dünya seviyesine indirir. Bütün bunlar “junkie” Charlie’nin kafasının uçuş sırasında güzel olmasından çıktıysa Lost’u kaybederiz.

Bad Robot….Bad robot…Bad Ro….

4 8 15 16 23 42… LOST” üzerine 2 yorum

  1. GERÇEKTEN BİZ TÜRKİYEDE YAPILAN DİZİLERİ BOŞUNA İZLİYORMUŞ HER BİR BÖLÜMÜ SİNAMA GİBİ OLAN BU FİLM İÇİN HERKESE TEŞEKKÜRLER AMA BÖLÜM LER ARASINDAKİ MESAFEYİ KISA TUTSALAR DAHA İYİ OLACAK BEKLERNMİYOR

Yorum bırakın