Kuruluşunda ve işleyişinde ırkçılığa başvurmamış hiçbir modern devlet anlayışı yoktur.
-Michel Foucault-
Hrant Dink, 19 Ocak’ta öldürüldü, öldürüldüğü günden bu yana cinayetin gerçek faili aranıyor, ne var ki, hala uzlaşma sağlanamadı.
Bir cinayetin faili ve azmettiricisi olarak belki de bugüne kadar hiç bu kadar çok kişinin, grubun ve görüşün adı geçmemiştir. Hiç bu kadar çok gerçek ve tüzel kişilik zan altında bırakılmamıştır. Zanlılar listesi, elbette listeyi açıklayanların görüşlerine göre değişmektedir. Katil kimine göre Ogün Samast’tır, kimine göre ‘derin devlet’, kimine göre 301. madde. Kimine göre de milliyetçi basındır Hrant Dink’i öldüren. Ne var ki, bugüne kadar gündeme gelen tüm bu birbirinden farklı, hatta birbirine karşıt suçlamaların ilginç bir ortak paydası vardır: Cinayetin failleri türlü türlüdür, ama en nihayetinde bu cinayet, bir başkası tarafından, bizden olmayan bir iktidar tarafından ve bizim dışımızda gelişen dinamikler nedeniyle işlenmiştir. Peki, Ogün Samast’ı derin devletten, derin devleti görünürdeki devletten, görünürdeki devleti de kendimizden ayırmak, kısacası kendimizi böylesi bir iktidarın dışında konumlandırmak gerçekten bu kadar kolay mıdır? Bugünlerde sormayı unuttuğumuz soru, iktidarı ve yasalarını, sanki bizden ayrı faillermiş gibi tasavvur eden böylesi bir iç ve dış ayrımı yapıp işin içinden sıyrılıp sıyrılamayacağımızdır.
Mıchel Foucault ve Gilles Deleuze, hükümet etme ve iktidar kurma pratiklerini inceledikleri eserlerinde, ırkçı ve ayrımcı söylemlerin aslında en temelde kişisel ilişkilerimizde, gündelik yaşantımızda, kullandığımız dilde ve sürdürdüğümüz pratiklerde farkında olarak veya olmadan yeniden ve tekrar tekrar üretildiğine dikkat çeker ve bunu mikro-faşizm olarak adlandırırlar. Onlara göre çağdaş iktidar mekanizmaları, iyi ve kötünün, normalin ve anormalin tanımını yaparak hareket edebileceğimiz ve tercih yapabileceğimiz alanın sınırını çizerek işler: Ya bizdensindir ya da sapkınsındır. Ya yasaya tabi olursun ya da anormal, hastalıklı ve tehlikeli olarak damgalanırsın. Bu söylem, gündelik hayatlarımızda, “ya sev ya terk et” biçimindeki ayrımcı slogan olarak sık sık karşımıza çıkar ve bu seçimi bize dayatır. “Sevmiyorum ama terk de etmiyorum” seçeneğini ise en büyük tehdit olarak görür. Çünkü böylesi bir yaklaşım, normun karşıtı olan bir anormallik ve sapkınlık olarak kodlanamadığı için bildik yöntemlerle ortadan kaldırılamaz. Dahası, iktidarın belirlediği ve dayattığı verili tercihlerin ve kategorilerin dışına çıkarak, iktidarın normu dayatma gücüne, yani iyiyi ve kötüyü tanımlama hakkına meydan okur ve böylece insanları sadık ve sapkın olarak ayırarak işleyen ırkçı tahakküme karşı koyar.
Hrant Dink de belki tam da bu yüzden, yani “ya sev ya terk et” söyleminin, bu ikili karşıtlığın dışına çıkıp “sevmiyorum ama terk de etmiyorum” dediği için hedef oldu kurşunlara. Hrant Dink, 301. maddeden yargılanmasına sebep olan cümlelerinde hem Ermenilerin hem de Türklerin, soykırım meselesine dair karşıtlık veya taraflık üzerinden kurdukları takıntıdan artık kurtulması gerektiğini anlatmak istememiş miydi? Birçokları, Hrant Dink’in anlatmak istediği bu fikri kaleme aldığı gazetedeki yazısının, mahkemece çarpıtıldığını ve Hrant Dink’in öyle demediği halde sanki “Ermeniler soykırıma uğradı” demişmiş gibi damgalanıp ‘yanlış’lıkla bir Türk düşmanı ve vatan haini olarak yargılandığını yazdılar. Oysa bunu yazanlar, Hrant Dink’in tam da Türkiye devletinin iktidarını üzerine inşa ettiği ve Türklüğe dair yasanın kurucu öğelerinden biri olan bu soykırım takıntısını topyekûn sorguladığı, kendisi için belirlenmiş karşıt veya taraf konumlardan her ikisini de reddettiği ve böylece iktidarın sınır çizme gücüne meydan okuduğu için, çok daha büyük bir tehdit olarak algılanıp yargılandığını anlayamadılar. Hrant Dink, hem 1915’ten beri Ermenileri vatan haini, savundukları görüşü de bir sapkınlık olarak algılamak üzerinden inşa edilen bir Türklüğe, hem de 1915’ten bu yana Türkleri hastalıklı katiller olarak görmek üzerinden inşa edilen bir Ermeniliğe karşı çıkıyordu. Böylece belki de Hrant Dink, bu iktidarı, açık açık “Ermeniler bu topraklarda soykırıma uğramıştır” diyen birinden çok daha fazla tehdit etmişti.
Evet, Hrant Dink bize, iyinin ve kötünün ötesinde düşünmeyi öğütlemişti. Çünkü bu takıntılardan, bu intikam arzusundan, bu düşmanlıktan kurtulmadığımız sürece, aynı acıları, aynı yıkımları tekrar ve yeniden üreten ulusal kimliklere ve aidiyetlere tabi kılınacağımızı öngörüyordu. O, ya sev ya terk et dayatmasının, soykırım oldu olmadı tartışmasının, ya vatanseversin yahut hainsin ayrıştırmasının, ırkçı kategoriler içinde illa bir taraf tutma zorunluluğunun, kısacası bilinen Ermeniliğin ve Türklüğün ötesinde, yeni ve farklı öznelliklerin arayışına girmişti. Üstelik bu topraklarda yaşamaya ve arayışını ne olursa olsun bu toprakları terk etmeden sürdürmeye karar vermişti. İşte tam da bu yüzden, varlığıyla her gün kimliklerimizi ve aidiyetlerimizi böylesi tehdit eden birisiyle yaşamaya tahammül edemedik.
Evet, artık itiraf edelim. Hrant Dink’i biz, hepimiz, el birliğiyle öldürdük. Hem de 19 Ocak’tan çok daha önce öldürdük onu. Hrant Dink’i, ‘Türklüğü aşağılamak’ gibi bir suçtan, yani bugün katil ilan ettiğimiz 301. maddeden dolayı yargılanmak üzere gittiği mahkemede yalnız bıraktığımız gün çoktan öldürmüştük aslında. Hrant Dink’i, 1915’te bu ülkede yaşayan Ermeniler’in başına neler geldiğini araştırmak üzere düzenlenen akademik toplantılar, meclisin en üst düzey yetkilileri tarafından tehdit ve zorbalıkla engellendiğinde, o meclisin ulusal irademizin temsilcisi olduğundan şüpheye düşmediğimiz gün bir kez daha öldürmüştük acımasızca. Hrant Dink’i, bu ülkede devletin yetkilileri birilerine ‘Ermeni dölü’ gibi yakıştırmalar yaptığında, sonra da bize bu Ermeni döllerini ‘temizleme’nin en kutsal vatan borcu olduğunu söylediğinde bu sözleri ve bizlere verilen bu görevi yadırgamadığımız anda zaten öldürmüştük. Gündelik hayatlarımızda her gün, her yerde, okulda, işte, sokakta, basında karşı karşıya kaldığımız ırkçılığın, ayrımcılığın, faşizmin dilini bilerek veya bilmeyerek kullandığımız veyahut sessiz kalarak onayladığımız her gün Hrant Dink’i öldürmüştük hunharca.
Ne var ki, Hrant Dink’in öldürdüğümüzü ancak onun gazetesine sarılı cansız bedenini gördüğümüz 19 Ocak’ta anladık. Ve 19 Ocak günü, alnımızda kapkara bir leke, hepimiz Hrant Dink, hepimiz Ermeni olduk. Peki ya gerçekten de Hrant Dink veya Ermeni olabilir miydik? Hayır. Zaten Hrant Dink de her gün Ermeni, her gün Hrant Dink olmamızı istemezdi herhalde. Ama Hrant Dink’i öldürenlere karşı, kendi ayıbımıza karşı, bugüne kadar sessiz kalışımıza karşı duyduğumuz öfkemizle beraber sadece ama sadece bir günlüğüne hepimiz Hrant Dink olduk. Zaten kimlikler de sabit olmazdı ya her gün değişmiyor muyduk? Peki, bir günlüğüne Ermeni olabilirken, Türklük de bir günlüğüne olabiliyor muydu?
Evet, çok geçmeden öğrendik ki birileri bu soruya cevap vermişler, televizyonlara çıkıp “Ne Hrant Dinki ne Ermenisiymiş! Hepimiz Türküz ve Hepimiz Mehmediz!” buyurmuşlardı. O zaman hepimiz bunu söyleyenlere çok kızmıştık. Peki, ya bu kızgınlığımız ve öfkemiz ne kadar sürdü? Sonunda Hrant Dinkler mi Mehmetler mi kaldı geriye?
İşte, bugün ve burada kendimize sormamız gereken soru, o zaman çok kızdığımız bu birilerini bugün hala haklı çıkarıp çıkarmadığımızdır. Kendimize sormamız gereken soru, hepimizin Hrant Dink ve hepimizin Ermeni olduğu günün ertesinde ve ondan sonraki tüm günlerde yine aynı Türkler ve aynı Mehmetler olarak uyanıp uyanmadığımızdır. Zira onlar haklı çıkmaya, bizler Mehmetler olmaya devam ettiğimiz sürece, Hrant Dink gibiler yine ölmeye, Mehmet olmayanlar zorla sürgün edilmeye, Mehmet olanlar en temel hakları olan yaşam haklarını devretmek karşılığında ‘vatan borcu’nu ödemeye, asla Mehmet olmayacak olan kadınlar ve eşcinseller de her gün aşağılanmaya ve ezilmeye devam edecekler.
Ellerinden öperim…
KAAN ZEBUN BERLIN ALMANYA
CAFE CRREAM KREUZBERG SAHIBI
SAYIN ERMENI ARKADASIMIZ HIRANT DINK IN BÜTÜN AILESINE BAS SAGLIGI DILER VE BU KALLESCE YAPILAN CINAYETI TÜRKIYE CUMHURIYETIN KENDISININ YAPTIRDIGI BILAKIS BILDIRMEK ISTIYORUM;ERMENI KÜRT YUNAN ALEVI ARKADAS VE KARDESLERINMIZI BIZE DÜSMAN EDEN BU KARANLIK MAFYA TÜRKIYEYE KARSI AVRUPA INSAN HAKLARI MAHKEMESINDE DAVA ACMALARINI TAVSIYE EDERIM
SAYIGILARIMLA
KAAN ZEBUN