Bugüne değin gerek Davetsiz Misafir Dergisi’ndeki yazılarımızda gerekse yayımladığımız “Başka Dünyalar Mümkün” ve “Türkiye’de İktidarı Yeniden Düşünmek” başlıklı kitaplarımızda tekrar tekrar çok önemli gördüğümüz bir noktanın altını çizdik ve Türkiye’deki akademik ve entelektüel çevrelerin en başta gelen sorunlarından birinin kalıplaşmış anlayışları yerinden eden radikal görüşleri ve yeni düşünce akımlarını, bir açılım ve dönüşümün kaynağı olarak görmek yerine, çoğunlukla, kendi küçük iktidar alanlarını tehdit eden tehlikeli oluşumlar olarak algıladıklarından yakındık. İşte tam da bu noktada, kendi özel konumlarını sarsacağı gerekçesiyle yeni düşünce ve eleştirilere kendisini kapatmış bu akademik ve entelektüel zümreyi değişmeye ve dönüşmeye zorlamak gerektiğini vurguladık. Türkiye’deki akademik ve entelektüel hayatın zenginleşmesi ve çeşitlenmesinin bu ve bunun gibi müdahalelerle mümkün olacağını dile getirdik. Bugün geldiğimiz noktada Türkiye’deki sosyal bilim anlayaşının içinde bulunduğu tutuculukla mücadele etmek ve sosyal bilimleri daha özgürlükçü bir düzeye doğru zorlamak konusunda epeyce yol kat etmiş ve ses getirmeye başlamış olduğumuzu görüyorum. Toplum ve Kuram Dergisi’nin ikinci sayısında yayımlanan “TESEV’in Zorunlu Göç Araştırması’nın Söylemedikleri ve Kürt Sorununda Çözüme Dair Liberal Projenin Açmazları” başlıklı yazıma aldığım sayısız tebrik, yorum, katkı, öneri ve eleştiri mesajları herhalde bunun bir göstergesi. Zamanlarını ayırıp görüşlerini paylaşan herkese öncelikle çok teşekkür etmek isterim. Yazının bunca ses getirmesini doğru yolda olduğumuzun, yani akademide ciddi bir eleştiriyle karşılaşmamanın verdiği rahatlıkla kurulan iktidarları zorlamaya ve sarsmaya başladığımızın bir belirtisi olarak görüyorum.
Toplum ve Kuram Dergisi’nin üçüncü sayısında ise aynı derginin ikinci sayısında eleştirel bir analizine yer verdiğim TESEV’in “Zorunlu Göç ile Yüzleşmek: Türkiye’de Yerinden Edilme Sonrası Vatandaşlığın İnşası” (Kurban, Yükseker, Çelik, Ünalan ve Aker, 2006) başlıklı çalışmasının yazarlarından Deniz Yükseker’in cevap hakkını kullanarak kaleme aldığı bir metnini bulacaksınız. Kuramsal eleştiriler beklerken neredeyse yalnızca hamaset, demagoji, çarpıtma ve kişisel polemiklerle karşılaştığım bu metne aynı üslupla cevap vermeyi uygun bulmuyorum. Zira kişisel atışma ve polemiklerin ne düşünsel tartışmaların gelişmesine ne de okuyucuların bu tartışmalardan faydalanmasına katkıda bulunmayacağı kanaatindeyim. Benim Kürt sorununda liberal projenin açmazlarını ortaya koyduğum metin öncelikli olarak düşünsel ve siyasi bir tartışmayı geliştirmektedir.
Toplum ve Kuram Dergisi’nin ikinci sayısında kaleme aldığım yazım boyunca Kürt sorununu bir kültürel tanınma ve insan hakları sorununa indirgeyen ve Kürtlerin egemenlik paylaşımı, anayasa da köklü değişim, anadilde eğitim, özerk otonom yönetim gibi siyasi taleplerini dışlayan liberal tahayyülü analiz edip eleştirdim (Güney 2009). Bir yanda AKP iktidarının “Kürt açılımının” devam ettirilmeye çalışıldığı öte yanda ise Kürt hareketinin aktif siyasetçilerinin bir bir baskı altına alınıp tutuklandığı, kısacası Kürt sorununun çözümüne dair bu farklı yaklaşımlar arasındaki uçurumun iyice belirginleştiği bir ortamda son derece güncel, hayati ve oldukça önemli olduğuna inandığım bir tartışmayı gündeme getirmeye çalıştım. Şüphesiz, dile getirdiğim bu eleştiriler ne sadece bana aittir ne de çok orijinal ve yenidir. Benim yaptığım sadece, daha önce çok defa değinilen bu eleştirileri belki ilk defa yazılı olarak derli toplu halde sunmaya çalışmaktan ibarettir. Bunu yaparken tek tek şahısların duruş ve niyetlerini sorgulamak gibi bir amacım olmadığı gibi TESEV’in zorunlu göç özelinde ve Kürt sorunu genelinde az önce sözünü ettiğim liberal ideoloji ve tahayyülün sınırları içinde yürüttüğü çalışmaları fikirlerimi somutlaştırmak açısından sadece bir örnek olarak seçilmiştir.
Şimdi ise sözü fazla uzatmadan Deniz Yükseker’in bana yönelttiği eleştirileri içeren ve Toplum ve Kuram Dergisi’nin üçüncü sayısında yayımlanan “Sosyal Bilim Yöntemi Olarak Komplo Teoriciliğinin Açmazları: K. Murat Güney’e Cevap” başlıklı metninde değinilmesinin yararlı olacağını düşündüğüm birkaç noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum. Bunu yaparken D. Yükseker ile kişisel polemiğe girmek yerine D. Yükseker’in bu metnini tıpkı TESEV’in “Zorunlu Göç İle Yüzleşmek” çalışması gibi liberal ideolojinin açmazlarını ortaya koyan bir örnek olarak analiz edeceğim. Zira D. Yükseker’in bu metni de tıpkı TESEV için çalışma yapan akademisyenlerin ve sair liberal yazarların Kürt sorununa yönelik birçok çalışmasında olduğu gibi bir yandan sözde “objektif” ve “tarafsız” bir sosyal bilim eleştirisi olma iddiası üzerinden nasihatlerle süslenmiş buyurgan bir üslupla bilgi iktidarını kurmaya çalışırken bir yandan da Kürt sorununu hala bir insan hakları ve kültürel tanınma sorununa indirgemekte ve meselenin siyasi boyutunu, Kürtlerin egemenlik paylaşımı, özerk yönetim gibi taleplerini yok saymaya devam etmektedir. Toplum ve Kuram’ın ikinci sayısında yayımlanan yazımda enine boyuna tartıştığım sosyal bilimlerde objektiflik ve tarafsızlık iddiasının iktidar kurucu bir dinamik olduğu ve ayrıca Kürt sorunun sadece hukuksal-kültürel değil aynı zamanda ulus-devlet normunu sorgulayan siyasal bir sorun olduğuna dair bu iki kapsamlı eleştirime derginin üçüncü sayısındaki uzunca tenkit yazısı boyunca hiç değinmeyen D. Yükseker, liberal entelektüellerin tahayyüllerinin sınırlılığına yönelik eleştirilerin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oluyor.
Okumaya devam et
Amerikalı feminist düşünür Donna Haraway’in en önemli makalelerinden oluşan “Başka Yer” adlı derleme Davetsiz Misafir Dergisi yazarlarından Güçsal Pusar’ın çevirisiyle Metis Yayınları tarafından yayımlandı. 2005 yılında Davetsiz Misafir’de Haraway’in Türkçe’ye ilk çevirisi olarak yayımlanan “Siborg Manifestosu” çevirisinin de altında imzası bulunan Güçsal Pusar’ın beş yıllık yoğun ve özenli bir çalışma sonunda hazırladığı “Başka Yer: Donna Haraway’den Seçme Yazılar” isimli derlemede Haraway’in otuz yıllık düşünce serüvenine tanıklık etmek mümkün. Kitabın tanıtım yazısında da belirtildiği üzere bu kitapta insani olan ile insani olmayanı, organik olan ile teknolojik olanı, tarih ile miti, doğa ile kültürü beklenmedik şekillerde bir araya getiren, böylece türler arasındaki sınırları ve hijyenik mesafeleri sorunsallaştıran figürlerle karşılaşacaksınız: Siborglar, primatlar, yoldaş türler, mütevazı tanık, OnkoFare™, DişiAdam©… Bir yandan kimliklerin kısmiliğini, tarihin olumsallığını, anlatıların parçalılığını vurgulayan, diğer yandan sürekli nesnelliğin imkânlarını araştıran Haraway, her bilginin “konumlu bilgi” olduğunu hatırlatıyor. “Adalet olmadan doğa da olmaz” diyen Haraway, dünya üzerinde insan yaşamının sürebilmesinin koşullarını sorguluyor, yeni bir deneysel yaşam biçimine ihtiyacımız olduğu uyarısını yapıyor.
Türkiye’de iktidarın kuruluş ve işleyiş dinamiklerini yeniden düşünmeyi öneren bu kitap, sosyal bilimler alanında düşünce üreten akademisyenlerin, doktora ve yüksek lisans öğrencilerinin kolektif çabasıyla hazırlanmıştır. Amacımız, Türkiye’de bugüne kadar hep dolaylı olarak incelenen ama kendisi tek başına tam olarak sorunsallaştırılmayan iktidarı sorunsallaştırmak, iktidarın işleyiş biçimlerini analiz edip görünür kılmaya çalışmaktır. Bunu yaparken, iktidarı sadece merkezi devlet yapısı ve bürokrasisi olarak değil, gündelik hayatlara yayılmış türlü söylem ve eylemlerde karşımıza çıkan dağınık ve karmaşık bir ilişkiler ağı olarak değerlendiriyoruz. Böylece, sadece devletle karşı karşıya geldiğimiz zamanlarda değil, kendi aramızda kurduğumuz gündelik ilişkilerimizde de kendisini yeniden üreten ırkçılık, ayrımcılık, cinsiyetçilik, militarizm gibi tahakküm ilişkilerini ifşa etmeyi ve bu tahakküm ilişkilerine karşı daha keskin bir muhalefeti nasıl örebileceğimizi el birliğiyle düşünmeyi amaçlıyoruz.
Kitabımız “Türkiye’de İktidarı Yeniden Düşünmek” Varlık Yayınları’ndan çıktı !
“Radikal Kitap Eki'nin 9 Mart 2007 tarihli sayısında yayımlanmıştır.”
“….benim kişisel düşüm tam olarak bomba yapmak değildir; çünkü insanları öldürmeyi sevmem. Ama bomba-kitaplar yazmak istiyorum, yani tam olarak birisi onları yazdığı veya okuduğu anda yararlı olacak kitaplar…. Bu kitaplar öyle olacak ki, okunduktan veya yararlanıldıktan kısa bir süre sonra yok olacaktır… Patlamadan sonra, bu kitapların çok güzel birer havai fişek olduğu insanlara hatırlatılabilir. Çok sonra, tarihçiler ve başka uzmanlar falanca kitabın bir bomba kadar yararlı ve bir havai fişek kadar güzel olduğunu söyleyebilirler”
Davetsiz Misafir’in bugüne kadar çıkan sayılarında şimdiye değin yazdıklarımız, aslında bir düşünsel evrim sürecinin yansımalarıydı. Belki de 68’deki büyük kalkışmanın ardından toplumun geçirdiği radikal dönüşümleri, hızlı hızlı okuyarak, hızlı hızlı tecrübe ederek, hızlı çekim halinde iki yıla sıkıştırmıştık. Önce aydınlanmanın tüm kurumları ve idealleriyle birlikte kökten bir eleştirisi, ardından içine düşülen boşlukta, yıkılan kavramların altında mutlak bir anlamsızlık ve her birimizin eş değer derecede değersiz olduğu gerçeği ile baş başa kalış, sonrasında bununla başa çıkamayıştan gelen büyük bir karamsarlık, buhran ve sinik ruh hali, tam da bu sırada hemen yanı başımızda Levent’te ve Taksim’de patlayan intihar arabalarının dehşeti ve nihayet hayatta kalmayı sürdürebilmek için başvurulan sonsuz alay ve ironi bu derginin sayfalarına yansımıştı bugüne kadar. En son, alaycı aklı da eleştirmiş, ironinin, sadece Southpark, Simpsonslar veya Ekşisözlük ile değil, gündelik medya ve haberlerle de çoktan yadırgatmacı ve yıkıcı şaşırtıcılığını, heyecanını, muhalif gücünü yitirdiğini söylemiştik.
Bugüne değin dergimizde yazılarına ve görüşlerine sıklıkla yer verdiğimiz dünyaca ünlü yazar ve düşünür Jean Baudrillard 6 Mart 2007 günü Paris'teki evinde 77 yaşında hayata gözlerini yumdu. Baudrillard 2004 yılında İstanbul'a da gelmiş ve Bilgi Üniversitesinde bir konuşma yapmıştı. Konuşması öğrenciler, akademisyenler, yazarlar ve gazetecilerden oluşan oldukça kalabalık bir grup tarafından ilgiyle takip edilmişti. İki bölümden oluşan etkinliğin ilk bölümünde Baudrillard yaklaşık 45 dakika boyunca “Olay’a İlişkin ve Sanal” (l’Evénementiel et le Virtuel) başlıklı yazılı metnini okumuş; bunun ardından da yaklaşık bir saat boyunca kendisini dinleyenlerin ve davetsiz misafir'den bizlerin sorularını cevaplandırmıştı. Bugün, Baudrillard'ın anısına, onun 30 Nisan 2004'te İstanbul'da yaptığı konuşma ve söyleşinin metnini aşağıda yeniden yayınlıyoruz.