Davetsiz Misafir Dergisi, Bilgi Üniversitesi'nde gerçekleştirilen “Çizgili Günler” etkinliklerine katıldı. Dergimiz çizerlerinden Balca Arda da 25 Nisan 2004 Pazar günü Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsünde gerçekleştirilen “Çizgiromanın Yarınları” başlıklı söyleşide konuşmacı oldu. Çizgiroman dünyasındaki yeni eğilimlerin masaya yatırılıp Türkiye'deki gelişmelerin bu eksende tartışıldığı panelin diğer katılımcıları Hakan Şaşmaz (yayıncı, Rodeo Kitap), Yıldıray Çınar (çizer, Çapa Grubu dergileri, Karabasan, Nothing Face ve Strip), Caner Özdurak (yazar/çizer, Davetsiz Misafir ve Strip), Murat Mıhçıoğlu (moderatör) ve Murat Bozkurt’tu (yazar/çizer, Şehir Köpeği, Strip). Şimdi bu söyleşiden aldığımız notları aktarıyoruz.
Murat Mıhçıoğlu: Bugün burada değinmek istediğimiz temel nokta, çizgiroman gibi çok popüler, dünyanın gelişmiş ülkelerinde, özellikle batıda gitgide daha fazla ürün ortaya koyan, sinemayla sıkça paslaşan, popüler kültürün diğer kanallarıyla her zaman bir akrabalık kurmuş olan sektörün, Türkiye’deki geleceğinin nasıl olacağı. Bunu yaparken çizgiroman dünyada nasıl bir konumda, neden birçok ülkede popülaritesini artırıyor, bazı ülkelerde neden çeşitli sorunlar yaşıyor, bunlara değinmek istiyoruz. Sözü açarken Amerikalı ünlü çizgiromancı Stanley’in bir tespitini aktarmak istiyorum: Stanley, bir yazısında “Çizgiroman Ölür Mü?” gibi bir başlık altında şöyle bir konuya değiniyor. “Televizyon ilk ortaya çıktığında eğlence açısından çizgiromanla rekabet edecek durumda değildi. Ama bugün çok yaygınlaştı. Acaba çizgiromanın yerini televizyon mu aldı? Bazı dönemlerde satışlarımız düştü. Ama hemen ardından bizim çizgiroman karakterlerimiz televizyona uyarlandı. Ve televizyonla işbirliği yapmaya başladıktan sonra çizgiromanlarımızın satışı, beklenenin tersine, arttı. Dolayısıyla görüyoruz ki, çizgiroman zaman içinde gelişerek bugüne kadar ayakta kaldı. Televizyonun hem maddi anlamda katkıları oldu hem de sanatsal anlamda da yeni tekniklerin geliştirilmesine olanak sağladı.” Stanley’in tespitleri doğru olsa gerek, çünkü çok sayıda kriz yaşamasına rağmen, Avrupa’da olsun, Amerika’da olsun, Japonya’da olsun, çizgiroman çok ciddi bir sektör. Popülaritesi daim olarak artışta. Çizgiromanın bu yükseliş trendi Türkiye’de nasıl yakalanabilir? Türkiye kendisini ve insanların hayal gücünü yeni yeni keşfetmekte ve değerlendirmekte olan bir ülke. Sözgelimi Hakan Tacal ve Yıldıray Çınar’ın yaptığı Karabasan yeni bir soluk getirdi ülkemizin çizgiroman piyasasına. Bu Türkiye’nin çizgiroman anlamında sadece tüketici değil üretici ve yaratıcı bir ülke olabileceğinin bir kanıtı. Şimdi sözü Hakan Şaşmaz’a vermek istiyorum, kendisi uluslararası birçok fuarı takip etti. Bize biraz onlardan bahsedecek.
Hakan Şaşmaz: Ben dünkü söyleşide Suat Yalaz’ın çizgiromanın bittiği, teknolojinin çizgiromanın önünü kestiği şeklindeki yorumlarına katılmadığımı söyleyeyim hemen. Örneğin Japonya’da mangalar ortalama bir milyon satıyor ve bu sadece haftalık satış rakamı. Gelelim Avrupa’ya, ki çizgiromanı bir sanat sınıfına sokanlar başta Fransızlar olmak üzere Avrupalılar. Asterix’in son sayısı Fransa’da beş buçuk milyon adet satıyor ve Time dergisi bunu haber yapıyor. Tabii çizgiroman bir araç, eğer anlatacak olayınız varsa çizgiroman hiç ölmez. Bu bağlamda çizgiroman siyasi konulara da aracılık edebiliyor, örneğin İsrail-Filistin meselesi veya Bosna Savaşı ile ilgili çizgiromanlar tanınmış haber dergilerinde çıkabiliyor. Avrupa’daki fuarlara baktığımız zaman, Fransa’da yılda 52 çizgiroman festivali yapılıyor, Ergün Gündüz’ün verdiği bilgiye göre. İtalya’da da 20’nin üzerinde irili ufaklı festivaller, fuarlar yapılıyor. Bu fuarların yapıldığı alanlarda yirminin üzerinde bina var, bazılarında çizerler atölye çalışması yapıyor, bazılarında sahaflar var, aynı anda konserler veriliyor. Hepsinde kuyruğa giriyorsunuz, izdiham oluyor. Dolayısıyla batıda çizgiroman kan kaybetti cümlesi çok da mesnetli değil.
Balca Arda: Ben çizgiromana, özellikle de mangaya yönelik ilginin çoğaldığını düşünüyorum. Özellikle Matrix filminin ve sinemanın desteğiyle bu ilgi büyüyor. Manga aslında şu an insanların ihtiyaç duyduğu imaj zenginliğini karşılıyor, baskı kalitesiyle olsun çizim kalitesiyle olsun mükemmele yakın. Oysa Türkiye’de bugün çizgiroman gazete kağıdına basılıyor ve kendini tekrar ediyor. Eğer şu anda Türkiye’de çizgiromanın bir geleceği olacaksa bunun için çizerlerin çağa ayak uydurması, manga gibi yeni akımları takip etmesi gerekiyor. Bizim dergide biz bu yeni akımları denedik, deniyoruz ve beklemediğimiz bir ilgiyle karşılaştık. Yani aslında ilgi var ama tabii bu yine de sınırlı bir kesim. Bir sorun da çizgiroman dergilerinin tanıtımı ve pazarlanması. Örneğin “Resimliroman” bir zamanlar büyük masraflar yapılarak kaliteli kağıda, yüksek tirajlarla çıkarılmış çok çok güzel bir çalışma ama bir getirisi olmayınca ikinci sayıda kalmış, devam etmemiş. O nedenle çizgiromanın yapılması ve yaygınlaştırılması istendiği zaman bunun belki de aşama aşama yapılması gerekiyor. Bizim dergimiz böyle aşama aşama zaman içinde yaygınlık kazandı. Önce bir fanzindi, sonradan dergi haline geldi, şimdi tirajını artıyoruz her sayı. O nedenle çizgiromanın kitlesi yok demek de çok doğru değil. Zaman içinde kitle yaratılır. Eğer her alışveriş merkezinin altında kocaman bir çizgiroman bölümü açılırsa çizgiromanın yayılmaması mümkün değil. En son Singapur’a gittim. Orada kitapevlerinin yarısı neredeyse mangaya ayrılmıştı örneğin. Zaman içinde buralarda da yerli çizgiromana ilgi artacak, çizgiroman devam edecek diye düşünüyorum.
Murat Bozkurt: Bana bu mangalar çok fazla monoton geliyor, birbirine benziyor, pek ilgimi çekmiyor ama ortaya koydukları eserler o kadar görkemli ki. Diğer yandan bu eserler, doğudaki kültürün bir parçası olan, onların efsanelerinde olan bir şey. Çok çalışıyorlar, çok üretiyorlar, grafik anlamda yaptıkları işler çok kaliteli. Ben işin esasında bu tür çizimlerin buradaki insanları çok etkileyeceğini düşünmüyorum. Belki ancak bireysel çabalarla buralarda tanıtılabilir. Zaten ben yeni arkadaşlara bakıyorum, herkes kendi tarzını, biçimini deniyor. Zaten doğru olan da bu. Okurlar buna göre değerlendiriyor ve bunu beğeniyor ona göre takip ediyor. Türkiye’de bugüne kadar çizgiromanın yayılmamasının bir sebebi de belki bugüne kadar Japonya’da çizgiromanın manga geleneğinin karşılığı olarak burada çizgiromanın mizah geleneği içinde gelişmesi. Dünyanın en çok satan mizah dergisi Gırgır’dı ve beş yüz bin satardı. Ama karikatürlerden oluşturulmuş çizgiroman geleneği oluşunca yapacak yeni bir şey bulunamadı. Herkes kendini kabul ettirmek için böyle çizmek zorunda hissetti kendisini. Şahsen ben de ilk başta böyle denemeler yaptım. Ama onların arasında yapamayacağımı zaman içinde anladım. Çünkü ben başka türlü çizmek istiyordum. Bunun çok tepkisini de aldım onlardan. “Tarzın çok yabancı bir çizgi” dediler. “Nasıl yabancı çizgi?” dedim ben de “birine mi benziyor?”. “Yok birine benzemiyor ama çok yabancı bir çizgi” dediler. Eh tabii adamın elinde güç var, çıkardığı dergi o kadar çok satıyor ki, adam kendini haklı görüyor, “beş yüz bin satıyorsam doğru bir şey yapıyorum” diye düşünüyor. Gırgır’dan sonra da pek çok dergi çıktı bölünmeler oldu ama aynı anlayış değişmedi.
Yıldıray Çınar: Biz, Karabasan’ı üretirken özellikle şu kesim için üretiyoruz diye bir şey söylemedik. Çizgiroman okuyan herkes için üretiyorduk. Tarz olarak Amerikan tarzı. Fakat biz içerik olarak yeni bir şey yapmaya çalıştık. Türkiye’de tarihi çizgiromanların ötesine geçemeyen bir anlayış hakimdi. Biz, daha önce yapılmamış tarzda bir şey denedik. İstanbul’un tarihinin ötesinde, İstanbul’un arka planını kullanarak bir öykü yaratmaya çalıştık. Türkiye’nin en büyük eksikliği çizgiroman üretimi yapılmaması. Biz de onu aşmaya çalışıyoruz. Burada Amerikan tarzı kullanıyoruz diye çok eleştirildim, oysa benim tarzımın uygun olduğu akım buydu ve sonuçta özgün bir şey yaratmaya çalıştık. Mangaya gelince, mükemmel bir örgütlenme var arkasında, usta-çırak ilişkisi var sanırım Japonya’da. Ustalar yeni çizerleri yetiştiriyor. Oysa Türkiye’de böyle birşey yok mesela. Tanınmış çizerlerimiz yeni çizerler yetiştirmekle uğraşıyor mu, yeni çizerler için ortam yaratılıyor mu, yok.
Mizah meselesine gelince, ben buna çok olumsuz bakmıyorum, çünkü Oğuz Aral’la çalışmış, Oğuz Aral’ın yetiştirdiği çok iyi çizerler var. Çok mükemmeliyetçi çalışmış Aral ve ben bugün onun çalışmalarına ve yetiştirdiği insanların çalışmalarına baktığımda inanılmaz bir sabır ve inanılmaz bir çini görüyorum. Ama tabii şu anda bu akımın geldiği durum ayrı bir tartışma konusu.
Hakan Şaşmaz: Gırgır deniyor, Oğuz Aral deniyor ama aslında bu akımı başlatan Suavi Sualp’tir. Oğuz Aral daha sonra onun peşinden gitmiştir. Nedense bu mizah tarihinde hep atlanıyor. Aslında Suavi Sulap’in dergisi kapattırıldığında öne çıktı Oğuz Aral.
Yıldıray Çınar: Ben Oğuz Aral’ı usta-çırak işini başlattığı, yeni çizerler yetiştirdiği için takdir ediyorum aslında.
Caner Özdurak: Türkiye’de yeni kuşak denebilecek 80’ler, 90’lar sonrası çizerlerin Amerikan bazlı çizimler yapmaları çok doğaldı diye düşünüyorum ben. Zaten bu kaçınılmaz bir şey. Bizim çocukluğumuzda, gelişme dönemimizde hayal gücümüzü besleyen şey daha çok Hollywood filmlerini baz alan çizgiromanlar oldu. O nedenle Amerikan tarzı veya Manga tarzı çizenlerin şu veya bu şekilde eleştirilmeleri çok doğru değil, çünkü Türkiye’de bugüne kadar oturmuş bir tarz yok. Türkiye’de oturmuş şey mizah kültürü ve karikatür. Sadece mizah dergilerinin kıyısında köşesinde kalmış özgün çalışmalar var. Mesela Kenan Yarar’ın çalışmaları tek başına bir çizgiroman albümünde yer alabilecek türden. Bence karikatür ve çizgiroman gerek kurguları gerekse algılanma biçimi olarak son derece alakasız şeylerdir. Çizgiroman okuru karikatür okuruna göre eseri daha farklı algılıyor, daha çok sorguluyor ve daha muhalif diye düşünüyorum. Çizgiroman, filmlerle, bilgisayar oyunlarıyla kan kaybetmiş olabilir ama ben çizgiromanın öleceğini asla düşünmüyorum. Çünkü bir çizgi oburluğu var ortada. Resmin beğenilmesi, resim ile edebiyatın birleştirilmesi. Bir öyküyü çizgiyle anlatmak hem yazının hem resmin en üst noktada kesişmesi gibi bir şey aslında. Şu anda Türkiye’de bir çizgiromancıya gittiğiniz zaman en azından size seçme şansı verecek kadar çalışma var. Bu sevindirici. Ama bir Türk çizgiroman janrı var mı derseniz çok da bir şey söylemek mümkün değil. Yine de, Cannes da ödül alan Uzak filmi gibi, bir trend yakalayan alternatif Rock grupları gibi, çizgiromanda da yeni bir şeyler ortaya koyma çabaları olduğunu gözlemliyorum buralarda.
Soru – Bir izleyici: Biraz önce Hakan Bey, Suavi Sualp’ten yola çıkarak Gırgır’a değindi ve bugüne kadar çizgiromanın estetik gelişiminden bahsetti. Sanırım şu içinde bulunduğumuz yıllarda bu tür dergilere baktığımızda sanki bu estetik anlayış daha da bir evrildi. Yani çok nazik bir şekilde söylersek bir dışkı edebiyatı, cinselliğin aşırı bir şekilde kullanılması gibi bir tarz gelişti. Bu değişimi neye yormak lazım? Bu tarz mı okura dayatılıyor yoksa okur mu bunu talep ediyor?
Hakan Şaşmaz: Bahsettiğiniz akım benim de hoşuma gitmeyen bir eğilim. Aslında bu Amerika’dan kaynaklandı. 1895-96’da ilk defa konuşma balonu Amerikalı bir çizer tarafından kullanıldı ve bu çizgiromanın miladı olarak kabul edildi. Sonuçta çizgiromanın esas kökeni Amerika. Yine Amerikan’da Robert Crumb diye bir adam underground tarzını 50-60’larda ilk defa ortaya attı. Türkiye’de Leman çizerleri bundan çok etkilendi ve bu bir şekilde talep buldu. Sonuçta bu da aslında dışarıdan ithal bir akım. Ama tabii talep görmese ne bu tarz bu kadar çok dergi çıkar ne de bu kadar satardı.
Murat Mıhçıoğlu: Bence çizgiroman bir anlatım türü olarak buraya gelecekse her şeyiyle beraber gelecek. Eğer çizgiromanın gelişmesini istiyorsak sadece bizim beğendiğimiz çizgiroman tarzının yerleşmesini bekleyemeyiz. Bir sektör gelişirken herkese hitap edecek kanalları açmalı. Ben o anlamda bu bahsettiğiniz tarzdaki dergilerden ve bu underground tarzdan rahatsız değilim. Tabii bunun beraberinde diğer tarzlar da gelişse daha iyi olur diye düşünüyorum.
Balca Arda: Leman’ın bu dışkı edebiyatı dediğiniz yaklaşımı tam da zamanında oluştu aslında. Buna bir ihtiyaç vardı o zamanlar. İşte tek kanal olarak TRT vardı, saygılı ve düzgün konuşma vardı, Sezen Cumhur Önal örnek gösterilirdi güzel konuşmada. Küfür edilmiyordu asla. Cinsellik sadece bir yere kadardı, rahat rahat konuşulmazdı. İşte böyle bir zamanda Leman patladı. Ben hatırlıyorum, lisede sayfaları ayırırdık da paylaşır okurduk; çünkü bir yere kapatılmıştık ve ihtiyacımız vardı. “Ben kıllıyım ve bundan utanmıyorum” diyorlardı ve gerçekten bu o zamanlar için çok büyük bir yenilikti, devrimci bir girişimdi. Bugün ise artık o devrim çoktan gerçekleşti. Artık çok rahatız. Internet var bir kere. Internet’ten her şeye ulaşabiliyorsunuz. İşte cinsellik, şiddet, küfür her şey var. Televizyonlar da keza öyle. Türlü türlü yerli yabancı kanalların her türden sıradışı programlarını izleyebiliyoruz artık. İşte böyle bir zamanda Leman’ın ve Penguen’in -ki o daha terbiyeli olanı diye çıktı ama olmadı- satışları düştü. Yine elbette diğer dergilere göre satışları çok yüksek ama o bizim lisede sayfalarını ayırarak okuduğumuz zamanların satışı şu an yok. Yeni bir şey çıkaramadılar. O zaman için bir devrim yapmışlardı ama bugün bizim için sadece nostaljik bir anlamı kaldı. Seviyoruz, gerçekten çok güzel günlerdi diyoruz Leman’ı görünce ama yeni bir şey yok. Artık işler değişti, çok değişti hem de. Penguen dergisi çizerleri Boğaziçi Üniversitesi’ne gelmişlerdi. Orada bazı öğrenciler “biz derginizin ikinci ve üçüncü sayfalarından hoşlanmıyoruz” diye eleştirdiler onları. İkinci ve üçüncü sayfalar politik olan sayfalar. Gırgır ilk çıktığında muhalif eleştirileriyle olay yaratıyormuş. Sonra ne oldu, bu ikinci üçüncü sayfaya düştü. Öğrenci kalkıyor bunu da eleştiriyor. Neden; çünkü artık öyle bir zaman geldi ki, ideolojinin komik bazlı anlatımına hiç gerek yok. Her şey ortada çünkü. Bugün bir dergiciye gittiğinizde her türlü politik dergiyi bulabilirsiniz. Gizli saklı yok ortada. Oysa Leman ve Penguen kendisini bu yeni koşullara uyarlayamadı. Örneğin bilimkurgu ve fantastik çizimlere uzak kaldı. Bunlar için “suşi” dediler, “biz döner satıyoruz” dediler. Artık bugünden sonra dışkı edebiyatı bir yere kadar gidebilir. İnsanlar artık farklı çeşitler istiyorlar. Yeni başlangıçlar var çizim dünyasında.
Murat Bozkurt: Bence onlar da bunun farkındalar. Git gide bu tarzın, dışkı edebiyatının yıldızının söndüğünün farkındalar. Ben buna karşın çok ciddi bir yeni hareket olacağını düşünüyorum. Başlangıçta çok kopuk kopuk olabilir, çok organize olmayabilir ama herkesin “bakın bir sürü insan var yapacak çok şey ve anlatılacak çok şey var” dediğini duyuyorum orada burada. Bunların çok ciddi sinyallerini alıyorum. Çünkü yeni bir arayış var.
Hakan Şaşmaz: Ben bu karikatür-mizah tarzının çizgiromana zarar verdiğini düşüyorum. Türkiye’de çizgiromanın gelişmesinin önündeki en büyük problem çizgiromanın yanlış algılanmasından kaynaklanıyor. Bu underground tarzı yüzünden çizgiroman zararlı bir yayın olarak algılanıyor bugün Türkiye’de. Bir de çizgiroman sadece karikatür ve mizah olarak algılanıyor. Bu anlamda çizgiromana köstek oluyor bu kültür. Bunu kırmak lazım.
Yıldıray Çınar: Ben çizgiromanın, özellikle yerli üretimin Türkiye’de daha zamana ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Diğer yandan konuşulanların aksine karikatür ve çizgiromanın ayrıştırılamayacağına inanıyorum. Karikatür çizerleri de çizgiromanı seviyorlar muhtemelen. Ama yapmıyorlar; çünkü Türkiye’de herkesin tuzu kuru, kendisini geliştiren çizer yok Türkiye’de. Ben üzülerek takip ediyorum. Otuz senelik çizerin ilk çalışmaları ile son çalışmaları arasında fark yok neredeyse. İnsanlar, kendilerini geliştirmiyor. Ama yeni çizerle bunun aşılacağını düşünüyorum. O anlamda bugün nitelik farkı gözetmeksizin her türlü yeni çalışmaya koşulsuz destek vermek lazım, seçme şansımız yok. Şu anda sadece 2-3 tane dergi çıkıyorsa onların niteliğini tartışarak eleme şansımız yok. Burada bir çizgiroman kültürü oluşacaksa, çizgiromanı eğer seviyorsanız, ilk önce tüm yerli üretimlerin ve çeşitliliğin desteklenmesi lazım.