Otobüsü Beklerken

Durak ufukta göründüğünde, yanında bir otobüs duruyordu. Adımlarımı sıklaştırıp hızlandım ama tam durağa vardığımda otobüs keskin patinaj sesleri eşliğinde ve berisinde lastik izleri bırakarak kalkıverdi ve ben arkasından bakakaldım. Boş durakta, nasıl olsa gelecek olan yenisini beklemeye başladım. Zevkli geçen bir günden sonra okuldan eve dönecektim: Müzik odasındaki piyanonun akort edilişini seyretmiş, kaosla ilgili bir seminere katılmış ve bol integralli bir fizik dersine girmiştim. Şu otobüs yolculukları biraz daha kısa sürselerdi, neredeyse isteyeceğim başka hiç bir şey kalmayacaktı, ama işte onlar da hayatımın tuzu biberiydi…
Durağa birkaç kişi daha geldi. Kısa vadede istekleri aynı olan birkaç insan… (Tabii bu ülkü birliği, insanlar otobüsten indikten sonra görece bozulacak.) Sanki her gün gördüğü yer değilmiş gibi etrafına bakınanlar, gözlerini bir noktaya dikip dalanlar, diğerlerini gözleyen ama bakışları çakıştığında etrafa bakıyormuş gibi yapıp gözlerini kaçıranlar. Ne düşünüyorlar acaba?

Otobüsü beklemeye başlayalı dört-beş saat geçince durakta bekleyenlerin sayısı takribi 110’a ulaşmıştı. Konuşkan yaşlı teyzelerin bile anlatacak konusu, soracak sorusu kalmamış, sinirler gerilmiş, gözler yola dikilmişti. Duyulan her çift zamanlı motor sesiyle insanlar irkiliyor, yürekler taze bir umutla doluyordu, ama gelenin bir özel oto ya da kamyonet olduğu anlaşılınca umutlar bakkaldan alınmış ekmek gibi hemen bayatlıyordu.
Dördüncü gün, bininci yolcu da beklemek için durağa geldiğinde topluluk olarak bir karar alındı. Kendi düşüncelerime ve otobüs geldiğinde uygun bir konumda olmak için çaktırmadan yapılan omuz çatışmalarına çok dalmamış olsaydım, toplulukların karar alma mekanizmalarına dair çok iyi bir gözlem yapabilecektim, ama kaçırdım. Neyse, sonuçta herkesin durağa sığabilmesi için farklı duruş kombinasyonlarının denenmesine karar verildi. İnsanlar, boşluk kalmayacak şekilde ayakta durağa istiflendiler. Atılan tüm iğneler yere düşmeyip de omuzlarda, kafalarda kalınca, bir grup insan da, ayaktakiler ve durağın tavanı arasına boylu boyunca yatarak sığıştılar. Hala dışarıda kalan bir miktar insan ise durağın çatısına oturdular. (Bu kadar insanın bir araya gelip de eylem yapmasından çekinen bir kaç simitçi polis de bu istiflenme esnasında akıntıya kapılıp, durakta bir yere sıkıştılar ve onlardan bir daha haber alınamadı.) Bu karara en çok uzun zamandır dükkanlarının önü kapanan civar esnaf sevindi.
Aylar sonra bekleyenler hala değişik kombinasyonlarla uğraşıyorlardı. Çatıcılar, sirklerde birbirlerinin omuzuna çıkarak piramit kuran cambazların tekniklerini yeniden keşfetmeye başladılar. Önceleri piramitleri, örgü örmeği yeni öğrenenlerin kazakları gibi delikli oluyor ve kolayca sökülüyordu, ama azimle çalışılan uzun sürelerden sonra, piramit, silindir, kare, çember, elips, Mandelbrot kümesi, Spierinski eleği, eşkenar yedigen ve daha pek çok şekli çizmeyi başardılar. Bunu başarmak uğruna şehitler de verdiler; buldukları boşluklara gizlice yuvalar kuran dişi kuşlar ve yağmurlu havalarda en yukarıdakilere düşen yıldırımlar başlıca ölüm sebepleriydi. Ama asla unutulmayacak olan şehitlerin geliştirdiği piramitlerin sağlamlığı ve fraktalların ayrıntıları, onlara sınırsız yükselme imkanı ve neredeyse sınırsız kapasite sağladı.
Altçılar, çömelerek sığışmaktan başka bir gelişme gösterememişlerdi. Çömelerek oturan alt sıradakilerin omuzlarına başka bir sıra oturuyor ve tavana kadar öyle gidiyordu. Onlar için esas devrim birkaç yıl sonra aralarından bir fizikçinin atom çekirdeği ve elektronlar arasındaki boşluğu kullanmanın bir yolunu bulmasıyla yaşandı ve böylece mekan sorunları da neredeyse bitti.
Üç kuşak sonra otobüsü ilk bekleyenlerden ve gerçek bir otobüs görmüş olanlardan bir tek ben kalmıştım. Her akşam bir kamp ateşinin etrafına dizilen çocuklara eski zamanlardaki gelip giden otobüsleri anlatırdım: “Akbiller vardı. Onlara kontör doldurulurdu. Basınca bir melodi çıkarırlardı. (Çocuklar hep bir ağızdan: ‘dı-dıı-dıt’) Sonra şöförler vardı. Otobüsleri onlar kullanırlardı. Gün boyunca hep aynı rotada otobüsü sürer, insanları taşırlardı. Başka duraklar da vardı. (Bu anda tüm çocuklar irkiliyorlardı) Duraklarda otobüs beklenir ya da otobüsten inilirdi. Tek durak bu değildi yani. Kimbilir diğer duraktakiler şimdi ne yapıyorlardır…” Bunu söyledikten sonra başımı yıldızlarla dolu gökyüzüne çevirir ve dalardım, eski hayallerimi ve bu bekleyişin ardında yitip giden varoluşumu düşlerdim.
Kimi çocuklar anlattıklarımı hayret ve huşu duygularıyla izlerdi, kimileriyse anlattıklarımın saçmalık olduğunu iddia ederdi: “Şöförler asla yeryüzüne inmeyecekler. Bizler günahkarlarız” veya “Seni yaşlı moruk! Bunların hepsi palavra. Bizleri oyalama.”
Günlerim hep böyle geçti. Ve sanırım şimdi son nefesimi verirken bile hala otobüsün geleceği umudunu taşıyorum. Yoksa otobüs hiç olmadı mı? Bilemiyorum, ama kulağıma gelen sesler, çatıcılar ve alttakiler arasında bir savaşın patladığını haber veriyorlar.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s