Polisi Mahkum Eden Katil: "Zodiac"

Video_Zodiac2007.jpg“Altyazı Sinema Dergisi'nin Mayıs 2007 sayısında yayımlanmıştır.”

David Fincher, izleyicilerini şaşırtmaya devam ediyor. Fincher’in Dövüş Kulübü’ndeki yıkıcı ve bir o kadar da yaratıcı tutkusu, bu kez polisiye türünü baş aşağı çevirdiği ve izleyicisini iyi polis kötü katil arasındaki alışıldık oyunu kökten bir biçimde sorgulamaya zorladığı Zodiac filminde yeniden karşımıza çıkıyor.
Zodiac, 1960’lar ve 70’lerde Kaliforniya bölgesinde ve özellikle San Fransisco şehri çevresinde yaşanan birtakım seri cinayetleri konu alan Robert Graysmith’in aynı isimli kitabının bir uyarlaması olarak karşımıza çıkıyor ilk etapta. Ama aslında izleyicisine sıradan bir kitap uyarlamasından çok daha fazlasını vaad ediyor. Zira kendisini Zodiac olarak tanıtan bir katile atfedilen cinayetlerin korkunç görüntüleriyle açılan Fincher’ın filmi, bir süre sonra, bu seri cinayetleri anlatan bir korku-gerilim filminden ziyade bir cinayetin nasıl anlamlandırıldığına, bir suçun nasıl kategorize edildiğine, bir suçlunun nasıl tanımlandığına dair ilkeleri sorgulayan bir kara mizah anlatısına dönüşüyor. Zodiac filmi, aynı isimli kitabın bir uyarlaması olmanın ötesinde bu kitabın nasıl yazıldığının bir anlatısı aslında. Dolayısıyla, Zodiac’a bir korku-gerilim-polisiye filmi izleme arzusuyla giden izleyiciyi tıpkı daha önceki filmlerinde yaptığı gibi bu kez de şaşırtıyor David Fincher. Zaten filmi izleyenlerin yaptıkları yorumlara bakıldığında, bir polisiye-gerilim filmi izleme beklentisiyle sinemaya gidenlerin oldukça sıkıldığı anlaşılıyor. Zira Zodiac, alıştığımız polisiye filmlerden bir hayli farklı bir şekilde, sonunda nihayete erdirilen değil asla çözülemeyen bir sırrın anlatısını işliyor. Suçun veya suçluların değil, cinayetlerin sırrını çözmeye çalışanların sonunda mahkum olduğu ve bu uğurda hayatlarını tükettikleri farklı bir polisiye film anlatısı ile karşımıza çıkıyor Fincher.

Polisle katilin yerlerinin değiştiği bu öyküdeki esas mahkumlar, yaşamlarını Zodiac’ın sırrını çözmeye adayan polisler, gazeteciler ve onların aileleri. Dolayısıyla Zodiac’ı Fincher’in polisiye türüne ve ta Sherlock Holmes’ten bu yana alışageldiğimiz ne yaptığını bilen ve en nihayetinde de olayların ardındaki sır perdesini çözen rasyonel dedektif karakterine yaptığı ironik bir eleştiri olarak değerlendirmek mümkün. Bu anlamıyla Fincher’ın Zodiac filmi, bir gerilim filminden ziyade cinayetlerin sırrını çözmeye çalışan polis ve gazetecilerin sık sık gülünç duruma düştüğü sahnelerle bezeli bir alaycı komedi filmi olarak dahi izlenebilir. Fincher, bir anlamda Zodiac’ta polisiye anlatısını tam tersine çevirmek ve katilin polisi mahkum ettiği bambaşka bir anlatı ortaya koymak istemektedir.

Varsayımlar, sırları keşfetmek için değil yaratmak için vardır

Zodiac’ta ilginç bir diğer önemli nokta, bu filmin bizlere, polisin ve gazetecilerin olayların arkasındaki sır perdesini çözmekten ziyade, geliştirdikleri komplo teorileri ve türlü varsayımlarla aslında var olmayan bir sır perdesini yarattığını göstermesi. Filmin hikayesi de bu yönde gelişiyor:

1960’ların başından 70’lerin sonuna kadar işlenen onlarca cinayetin ardından polis ve San Fransisco yerel gazetesi her seferinde Zodiac imzalı mektuplar alır. Mektuplarda kimliği belirsiz bir şahıs, adının Zodiac olduğunu ve cinayetleri büyük bir zevkle işlediğini belirtmektedir. Ancak, cinayetlerin gerçekten de bu mektubu yazan kişi tarafından mı işlendiği, Zodiac’ın tek bir kişi mi yoksa birkaç kişiden oluşan bir grup mu olduğu, kaleme alınan bu mektupların da yine tek bir kişi mi yoksa farklı kişilerce mi yazıldığı hiçbir zaman anlaşılamaz. Bu karmaşık durum karşısında polis, durumu anlaşılır kılmak için (yani anlamak için değil durumla baş edebilmek için) meseleyi basitleştirir: Zodiac tek bir kişidir, bu mektuplar ona aittir ve şahsın el yazısına bakılarak kimliği tespit edilecektir. Rasyonel anlatılara içkin bu anlayış, modern bilimin temellerinde bulunan Ockham’lı William’ın ustura felsefesini çağrıştır bizlere. Doğadaki karmaşıklığı anlamak için önce gereksiz ayrıntılardan kurtulunmalı, meseleler basite indirgenmeli ve buna göre varsayımlar yapılmalıdır. Tam bu noktada, rasyonel varsayımların, daha sonra açıklığa kavuşturduğu doğaya (veya bu filmi göz önünde bulundurursak suça) dair ‘gerçeklikten’ önce geldiğine dikkat edilmelidir. Yani aslında rasyonel bilim veya bu filmdeki yansıması olan kriminoloji, iddia edildiği gibi doğada ve insanlar arasındaki ilişkilerde gizli olanı ‘keşfetmekten’ ziyade, doğaya, insanlara, suça ve suçluya dair gerçekliği yeniden kurmaktadır. Zodiac’ta da dedektif David Toschi ve onun sivil türevi olan araştırmacı-gazeteciler Paul Avery ve Robert Graysmith bu seri cinayetlere dair yaptıkları varsayımları gerçekliğe uydurmak için didinip dururlar. Katil tek bir kişi, yani mektupları kaleme alan kişi olmalıdır. Eldeki tek delil bu mektuplardır ve mektuplarının yazarının el yazısının bilimsel bir incelemesi onun kimliğini ele verecektir. Suçlunun kim olduğu, delilin ne olduğu, hangi tekniğin suçlu ve delili bir noktada buluşturduğu hep daha önceden kriminoloji bilimi tarafından belirlenmiş kriterlerdir. Ne var ki, her cinayete yönelik standartlaştırılmış bu kurallar ve yaklaşım biçimleri Zodiac cinayetlerini çözmekte bir türlü yeterli olmaz. Polisin ve gazetecilerin elde ettiği kolilerce istihbarat raporu, yerel polisin arşivlerindeki yüzlerce doküman ve kayıt, onlarca el yazısı taraması ve incelemesi Zodiac cinayetini çözmeye yetmez. Tüm bu araştırmanın hizmet ettiği tek şey Zodiac’a, yani suça ve suçluya dair bir söz ve kayıt patlaması, doküman yığını ve çürümüş varsayımlar çöplüğüdür. Filmin en kritik noktasında, tüm bu doküman yığını içinde boğulmakta olan polis, sonunda dayanamaz ve kendisine bir kurban seçer. Yani aslında suçluyu bulmaz, ancak daha önceden belirlenen kriterlere göre üzerine ‘en çok’ şüphe çeken Arthur Allen adlı bir şahsı tespit eder ve arama izni çıkarmak için gereken tek meşru dayanak olarak Allen’ın el yazısının Zodiac mektuplarındakiyle aynı olduğuna dair bir rapor hazırlatır. Ne var ki, evi basılan ve göz altına alınan Allen’ın evinde bulunan tüfekler ruhsatlı, el yazısı ise tamamen farklıdır. Tam da bu noktada polisiyeyi alaşağı eden David Fincher, Arthur Allen’ın koluna odaklar kamerasını. Evet, şüphelinin kolundaki saatin markası Zodiac’tır ve kolundaki saatin markası dışında polisin onun bir seri katil olduğunu iddia edecek hiçbir gerçek kanıtı yoktur. Bu ironik ve hatta gülünç durum olayın peşini bir türlü bırakamayan dedektif David Toshi’yi ve gazeteci Robert Graysmith’i daha da takıntılı hale getirir. Doğayı, insanı, suçu ve suçluyu ‘çözmeye’ odaklanmış bu rasyonellik takıntısı her iki karakteri de ailesinden uzaklaştırır, hayatı onlara zindan eder. Tüm bu araştırma süresinde Zodiac cinayetlerini araştırmaya kendisini en çok kaptıran gazeteci Paul Avery ise filmin sonlarında işini, parasını ve akli dengesini kaybetmiş bir alkolik olarak çıkar karşımıza.
Zodiac, doğanın ve insanın karmaşıklığının, onu kontrol altına almaya çalışan güçlere karşı direnişinin, ve rasyonel polis ve araştırmacı-gazetecinin bu karmaşıklığı kontrol altına almak için nafile didinişinin öyküsünü anlatıyor bizlere. Ancak bugüne kadar alıştığımız tüm polisiye filmlerden farklı olarak Zodiac’ta bu kez karmaşıklık düzene galip geliyor. Filmin sonunda da gösterildiği üzere DNA analizi gibi 60’lardan bugüne bilimin ve teknolojinin sağladığı en ileri imkanlar dahi Zodiac’ın sırrını çözmeye kabil olamıyor.

Ne var ki, ortada Zodiac diye bir şey var ve hala yaşıyor. Adeta bir hayalet gibi aramızda dolaşıyor. Bu hayaletin esas varlık nedeni ise ne 1960’larda gerçekleşen cinayetler ne de yıllar önce gönderilmiş ve sonra unutulmuş mektuplar. Bugün Zodiac’ı var eden, o cinayetlere dair tüm dokümanları, cinayeti üstlenen mektupları, polis ve gazete kayıtlarını bir araya getirip bir şekilde ‘mantıklı’ ve ‘kronolojik’ bir hikaye haline getiren Robert Greysmith’in kitabı aslında. Modern insanın, evrenin sırrını çözme tutkusuyla yola çıkıp aslında yeni evrenler inşa etmesiyle sonuçlanan bir sürecin sonucu olan bu kitap olmasaydı; belki bugün Zodiac diye bir şey hiç olmayacaktı. Filmin sonlarında, David Fincher, raflardaki bestseller olmuş Zodiac kitabına yaptığı yakın çekimle izleyiciye bir kez daha bu durumu hatırlatmak istiyor herhalde. Polis ve araştırmacı-gazetecilerin Zodiac’ı, yani suçu ve suçluyu yakalamaktan ziyade tanımladığı, bilinir kıldığı ve böylece yarattığını gözler önüne seriyor. David Fincher’ın Zodiac’ta yaptığı polisiye eleştirisini, bugün güvenliğimizi sağlama adı altında hayatlarımızı her gün daha fazla kayıt altına alan bürokratik ve askeri uygulamaların bir eleştirisi olarak görmek de mümkün. 11 Eylül’den sonra, inanılmaz bir ivme kazanan güvenlik taramaları, aramalar, kontroller, göz, saç, DNA tetkikleri, oluşturulan dev güvenlik veritabanları aslında suçu ve suçluyu keşfetmekten ziyade, suçun ve suçlunun ne ve kim olduğunu dayatan, öngören ve kuran mekanizmalar. Terörist denen varlığın ne olduğu, nasıl ve neye göre inşa edildiği de işte bu yüzden her gün keyfi bir şekilde değişiyor durmadan. Tıpkı Zodiac’ın ne olduğuna dair varsayımın ve dolayısıyla ‘gerçekliğin’ film boyunca sürekli değişmesi gibi.

Robert Greysmith tıpkı modern devletler gibi, ancak Zodiac’ı kitaplaştırarak, onu kayıt altına alıp bilinir kılarak ve bir anlamda onu sürekli, kesintisiz, kronolojik ve akılcı bir anlatı haline getirerek bu karmaşıklıkla başa çıkabilmişti. David Fincher ise filminde Zodiac kitabını bir biçimde yapıbozumuna uğratıyor. Bu anlamda Fincher’ın, sinema aracılığı ile metnin yapıbozumuna uğratıldığı öncü bir örnek olduğu söylenebilir.

Evet, Zodiac filmi, failinin Zodiac diye ne idüğü belirsiz bir varlık olduğu bir dizi seri cinayetin anlatısı değil kısacası. Zodiac filmi aslında, Robert Greysmith’in bugün bir bestseller olan Zodiac kitabının nasıl yazıldığının öyküsü. İyi polis kötü katil oyunun izlemekten sıkılanlar ve ötede bir yerlerde bu oyunun kurallarının nasıl yazıldığını merak edenler için, Zodiac bu yılın en iyi filmlerinden biri.

Polisi Mahkum Eden Katil: "Zodiac"” üzerine bir yorum

  1. Rasyonel algısında farklı düşünmedeyim. Rasyonalist modernizmin, kendisine oluşturduğu sosyolojik profilin en önemli yan sonuçlarından biri olan suç olgusunu, kaosa yamamak bana doğru gelmiyor. Kısıtlı bir alanda, basitlikçi ve sefil bir zekayla çalışan kapitalist sistematiğinin yarattığı canavarın görüntüleri bunlar. Başka bir olma biçiminin (olasılığının) değil.
    Her zaman arenada kopan kollar, bacaklar görmek isteyen homo sapiens de filme gidip çok sıkılıyor, e tabi onlar da haklı.
    Öte yandan bu ülkede son 10 yıla kadar neden hiç seri katiller cirit atmadı, asıl bunu merak ediyorum. Buna verilecek cevaplar elbette iyi bir araştırmaya başlangıç olurdu.

Yorum bırakın