Gündemsel Kaygılar, Okul Basan Uzaylı Teröristler ve Türkiye ile AB Arasında Vuku Bulan Sansasyonel Zina Üzerine

Gündemsel Kaygıların Aşılması
Dergimizde neden bir gündem sayfası yok? Gündemi takip etmiyor muyuz yoksa? Bilimkurgu okuyup gerçeklerden kaçanlar mıyız? Değiliz elbet. Aslında kaçınılmaz da bir şekilde içine çekildiğimiz bir gündemin, ister istemez biz de bir parçasıyız. Lakin Türkiye’deki tartışmaların kısırlığı karşısında, bazı şeyler hakkında ne desek boş. Öte yandan elbette gündeme gelen ve değinilmesi gereken birçok önemli konu da var. Görüldüğü gibi ben de tüm bunları kapsayacak bir biçimde oldukça uzun bir başlık attım ve gündemdekileri, dergimizin gündemine taşıdım! Ne var ki, aslında gündem dediğimiz şey, bir olgu olarak son derece sorunlu. Zira gündem, bizim adımıza birileri tarafından önemsememiz gereken şeylerin dayatılmasının bir yolu değil mi? Halihazırdaki onca olay ve olayların faili onca kişi arasından yapılmış son derece seçici bir tercihler bütünü, gündem. Belki de, beni sık sık gündemdekiler hakkında köşe yazarları misali yorum yapmaktan genellikle alıkoyan işte bu sorun. Aslında gündeme getirileni tartışmayı bir kere kabul ettikten sonra çoktan tuzağa düşmüş oluyorsunuz. Artık onların yarattığı kurallara göre oynamak, onların lisanını, tanımlarını, üsluplarını kullanmak, onların uydurduğu suni taraflardan birini seçip savunmak kaçınılmaz oluyor.
Gündemdikler, bu verili çerçeve içinde tartışılmaya bir kez başlandı mı, artık kimin ne dediğinin pek de bir önemi kalmıyor. Zira, birçok gazetenin ve birçok derginin ve birçok televizyonun ve birçok programın hangi konuya nasıl yaklaşacağını ve hangi tarafı tutacağını zaten öngörebiliyor, köşe yazarlarının ve pek uzman konukların daha söze başlamadan Türkiye’nin az renkli siyasi yelpazesindeki yerini kolayca tespit edebiliyor ve dolayısıyla ağızlarından çıkacakları tahmin etmekte güçlük çekmiyorsunuz. Kısacası kimin Galatasaraylı kimin Fenerli olduğu, kimin ne söyleyeceği belli ama mesele bu değil. Mesele kimin kendi tarafını daha fanatikçe, ağzını daha çok doldurarak, lafı gediğine daha çok sokarak ve karşısındakinin anasına bacısına saydırırken daha çok yerin dibine batırarak, daha çok ezerek savunduğu, yani söyleyeceğini nasıl söylediği. Gündemi takip ederken, daha çok keyif alabilmek için, sonunda siz de bir taraf tutmaya karar veriyorsunuz ve eğlence başlıyor. Gündem hakkında yazmanın ve konuşmanın bu denli popüler olması belki de bundan ve aslında gündem, popüler kültürün belki de ta kendisi.

‘Gündemkiler arenasında’, en çok sesleri duyulanlar, tabii ki, “ya sev ya terket” misali, ya o’cusun ya da bu’cu ikisinden biri değilsen söz söylemeye hakkın yok’çulardan oluşan bir koro. Oysa ikili karşıtlıklar üzerine kurulu böylesi tartışmaların, her iki tarafı da aslında küfrettikleri rakiplerinin varlığına mahkum, aynı gündemin sınırları içinde sıkışmış kalmış aynı zihniyetin ürünleriler.
Görüldüğü gibi, gündemdekileri tartışmaya başlamadan önce, kısaca şu mevzubahis ettiğim gündem olgusuna değinmekten kendimi alıkoyamadım. Aslında yukarıda okuduklarınız, içinde yaşadığı ve varoluşunu AB’ye girmek ya da girmemeye endeksleyen bir ülkenin, tarihi, sorunları, tartışmaları ve gündemleri tarafından kuşatılmış bir zihnin, tüm bunları ister istemez yakından takip etmekle beraber neden bir türlü şu derginin satırlarına etraflıca yansıtmadığına dair kaygılarını paylaşmak üzere kaleme alındı. Ama bakın ta nerelere geldi. Yapmaya kalkıştığım işe kendi kendimi inandırmam bir hayli vaktimi aldı anlaşılan. En iyisi hep beraber tekrar gündeme dönelim ve hem gündemdekileri, hem de gündem olgusunun kendisini tartışalım.

Beslan’daki Okul Baskını: Yoksa Teröristler Uzaylı mıydı?
Hiç şüphesiz son ayların en çarpıcı olayı, Rusya’nın Kuzey Osetya Bölgesi’nde bulunan Beslan kentinde, bir ilköğretim okulunun, daha açıldığı gün basılması ve yüzlerce öğrencinin velileriyle beraber rehin alınması, ardından gerçekleşen operasyon sonucunda bu bahsi geçen yüzlerce insanın hayatını kaybetmesi ve olayın yankılarıydı. İlk yorumlarda, okul baskını, münferit bir coğrafyadaki münferit bir sürecin, yani Çeçenistan’ın Rusya’dan bağımsızlığını almak için verdiği savaşın, bir parçası olan münferit bir eylem olarak değerlendirildi. Ne var ki, aslında bu eylem zamansal olarak çok daha uzun bir periyoda yayılmış ve mekansal olarak da global düzeyde bir gidişatın son dışavurumuydu. Dilerseniz biraz yakın geçmişe dönelim.

11 Eylül ve Postmodern Çağın Sonu
11 Eylül 2001 tarihinin, insanlık açısından önemini ve anlamını elbette gelecek çağlardaki tarihçiler değerlendirecekler (tabii eğer dünyanın bir geleceği olacaksa). Ama şimdiden, 11 Eylül’ün tarihteki bir dönüm noktası olduğunu söylemek abartılı olmayacaktır. Şüphesiz bunu, henüz olaya tanık olduğumuz sırada bir çoğumuz fark etmiştik. 11 Eylül bir anlamda, postmodern bir politik dönemin, farklılıklara saygı, çoğulculuk ve demokratikleşme üzerine inşa edilen bir siyaset anlayışının sonunun habercisiydi. 11 Eylül’le beraber 80’lerden itibaren yükselişe geçen ve Sovyetler’in ve Doğu Bloku’nun yıkımıyla beraber doruk noktasına ulaşan tek kutuplu Yeni Dünya Düzeni de onulmaz yaralar alarak tarih sahnesinden çekildi. Pek tabii, 11 Eylül’ün oluşumuna zemin hazırlayan da hiç şüphesiz bu Yeni Dünya Düzeni’ydi. Sınırların ve tabuların, sermayenin sınırsız dolaşımı lehine bir bir yıkıldığı, toplumların medya aracılığıyla kitlelere dönüştürüldüğü, farklılıklara saygı ve çoğulculuk söyleminin insanları mutlak olarak aynılaştırdığı, küreselleşme karşıtlarının bile demokrasinin bir parçası olarak düzenin bağrına basıldığı bu dönemlerde, tüm sivri uçların törpülendiği, tüm muhalefetin ortadan kaldırıldığı, artık radikal bir karşıtlığın söz konusu olmayacağı, tek tip düşünüp tek tip amaçlar peşinde koşan insanlardan meydana gelen bir dünyanın bundan böyle bir değişim olmaksızın sonsuza değin dönenip duracağı varsayılmıştı. Birçoklarına göre artık gerçek anlamda ‘olay’ niteliği taşıyan, varolanı dönüştürücü eylemler sona ermiş, tarihin sonu, liberal demokrasinin zaferiyle gelmişti. 11 Eylül günü New York’taki İkiz Kuleler’i yerle bir eden uçaklarsa, televizyonlarının başındaki milyonlara, adeta tarihin sonunun gelmediğini haykırıyordu. Muhalefet geri dönmüştü. Ancak bu sefer hem kendisini, hem de tüm bir dünyayı yok etmeye and içmiş bir mutlak yıkım aracı olarak.
O günün ardından, dünyanın dört bir yanında patlayan intihar bombalarının şiddeti, muhalefetini çoğulcu bir demokrasinin çerçevesi içinde dillendirenlerin seslerini tam anlamıyla bastıracaktı. ABD’nin Irak’a açtığı savaşı, 15 Şubat 2003’te barışçı yürüyüşlerle protesto eden ve sayıları dünya çapında neredeyse 25 milyon kişiyi bulan, belki de tarihin tanık olduğu en kalabalık gösterici topluluğunun sloganları, New York’ta, Madrid’de, İstanbul’da, Moskova’da ve Bağdat’ta patlayan intihar bombalarının gürültüsünün yanında sinek vızıltısı gibi kalmıştı. Keza, 11 Eylül’den sonra, 21.yy’ın muhalefeti olarak lanse edilen küreselleşme karşıtlığı da hem katılımcılarını hem de popülaritesini yitirmiş, medya, bu gösterilere iki üç dakikadan daha fazla zaman ayırmaz olmuştu. Bunun nedeni çok açıktı. Liberal demokratik düzen içinde sürdürülen muhalefet, kelimenin tam anlamıyla hiçbir işe yaramıyordu. Çünkü zaten kimse birbirinden farklı bir şey söylemiyordu. Öte yandan radikal anlamda farklı talepleri olanlar, böylesi yaygın ve mutlak derecede tektipleştirilmiş bir düzen tarafından, söz söyleyemeyecek denli ötekileştirililiyor ve dışlanıyordu.
Şüphesiz, 80’lerde ve 90’larda yükselen farklılıklara saygı ve çoğulculuk söyleminin insanları birbirinden farksızlaştıran etkisi, farklı varoluşunu ortaya koymak isteyenleri, dikkat çekebilecekleri tek araç olan teröre başvurmak konusunda kışkırtmıştı.

Bu Teröristler Uzaylı Mı?
Ne var ki, bugün hala birçokları, başta terörizme dünya çapında savaş açmış olanlar olmak üzere, ne ile savaştıklarının farkında bile değiller. Terörizmi doğuran koşulları ve tüm bu eylemlerin nedenlerini anlamaktan son derece uzaklar. Nasıl bir olay, nasıl bir durum, hangi bunalımlar, bu insanları canlarından vazgeçirmiş, nasıl bir motivasyon, onları bellerine bir bombayı bağlayarak bir tiyatroyu veya bir okulu basmaya, bir uçağı düşürmeye itmiştir? Terörizmi yok etmeye yeminli hiç kimsenin bu soruları ağzına aldığına bugüne kadar tanık olmadım. Dünya liderlerinin ağzında sakız ettiği bir cümle varsa o da “insanlık için en büyük tehdit terördür ve terörle savaş mutlaka kazanılmalı, terörün kökü kazınmalıdır” cümlesidir. Bunu söylerken işin nedeninden çok nasıl’ı ile ilgilendikleri de hemen göze çarpar. Zira İstanbul’daki son NATO toplantısında, neredeyse tüm seminerler ve brifinglerin ana konusunu, dünya ordularının teröre karşı nasıl daha etkin olarak yapılandırılabileceği oluşturmuştu. Öte yandan dikkat edilirse, dünya liderlerinin düşmanlarını teröristlik ile suçlarken karşılarındakini nasıl da mutlak derecede ötekileştirdikleri göze çarpacaktır. Örneğin Bush, Sharon, Putin ve türevlerinin konuşmalarına ve bu konuşmalardaki tüm mimiklerine dikkat edilirse, teröristlerden bahsederken adeta uzaydan gelmiş yabancılardan bahsediyorlarmış gibi gelir izleyenlere. Terör, onların dünyasına sanki o kadar uzak, o kadar yabancıdır ki, insan durup “teröristler acaba uzaydan aniden çıkagelen üç kulaklı tek gözlü garip yaratıklar mı acaba” diye düşünmeden edemez. “Çeçenler ile görüşmelisiniz” diye ısrar eden Avrupalılar karşısında Putin’in, “Siz Bin Ladin ile görüşüyor musunuz?” derkenki yüz ifadesine baktıysanız, dünyayı işgale kalkışmış Marslılar’a karşı kahramanca savaşan dünyalı bir kumandanın mağrur bakışlarıyla karşılaşırdınız. Ne var ki, tüm bu kumandanlar, bu kafayla, bozguna uğramaktan kurtulamayacaktır. Çünkü onlar, Uzaylılar’a körü körüne ateş açmadan önce, onların ne yiyip ne içtiğini, neyi sevip neyi sevmediklerini, hangi rüzgarın onları galaksinin ucundaki bu küçük mavi gezegene attığını ve en önemlisi bir kalkanları olup olmadığını hiçbir zaman sormak zahmetinde bulunmayacaklardır. İşte tam da bu nedenle, Putin, verdiği ateş emiriyle, Beslan’daki okulda, baskını yapan eylemcilerin kalkan olarak kullandığı yüzlerce çocuğun katili olurken, kalkan düşene kadar oradan uzaklaşan ‘Uzaylı teröristlerin’ bir kısmını bir türlü ele geçirememiştir.

Terör Çağı
Elbette teröristler ne uzaylıdırlar ne de gökten zembille inmişlerdir. Bilakis, terör, gitgide tektipleşen, gitgide duyarsızlaşan, anlam bolluğunda anlamsızlaşan, içinde yaşadığımız bu dünyanın ve bu düzenin ürettiği bir anomalidir. Bugün Çeçenistan, Filistin, Afganistan ve Irak gibi yerler, yıkım, şiddet, baskı ve işkencinin en çok kol gezdiği yerler ve terör denen olgunun ilk olarak buralardan kaynaklanması pek tabii tesadüf değil. Ancak korkarım ki, bu gidişle terör, buralarla sınırlığı kalmayacak. Ortadoğudan yükselen terörist tepki, büyük devletlerin de kendi halklarına savaş açmasına, vatandaşları potansiyel birer suçlu olarak damgalamasına ve hayatlarımız üzerinde terörü önleme adına mutlak bir denetim kurma girişimlerini meşrulaştırmalarına yaramıştır. Bir anlamda kişisel özgürlüklerimiz, yazışmalarımız ve düşüncelerimiz küresel iktidarlar tarafından rehin alınmıştır. Tıpkı, Terry Gilliam’ın, George Orwell’e ithafen, 1984 yılında yaptığı ironik filmi Brazil’deki Sam Lowry karakterinin başına gelenler gibi, bizim de bir gün evimizi basan anti-terör timleri tarafından yanlışlıkla terörist olarak damgalanıp sonra da baskı ve yıldırmayla terörist olduğumuzu itiraf etmeye zorlanmamız, nihayetinde de bundan dolayı infaz edilmemiz her an kötü bir şakanın ötesine geçebilir. Bu yeni denetleme ve baskı yöntemleriyle terörü yeniden üretmen ve adeta halkları terörizme başvurmaya kışkırtmaktanlar aslında devletlerin ta kendisi.
Belki de bunun dünya çapındaki en somut ve kapsamlı uygulaması, Amerika’nın, daha henüz bir suç işlememiş olan Irak’a, ileride bir suç işleyeceğini iddia ederek terörü önleme adına müdahale etmesi oldu. Lakin bu savaş, Irak’ta evlerini, ailelerini ve tüm varlıklarını yitiren yüzbinlerin kaybedecek hiçbir şeyi olmayan potansiyel teröristler ordusuna katılmasından başka bir şeye yaramadı. Yarın bir gün oradan gelecek 11 Eylül misali büyük bir tepkinin karşılığı bu sefer de başka bir ülkenin, ileride bir suç işleyebileceği iddiasıyla işgal edilmesi olacak ve ardından gelişecek zincirleme reaksyonla, eğer bu gidişe bir dur diyen çıkmazsa, terör tüm dünyayı saracaktır.
Son zamanlarda yaşadığımız eylemlerin bize gösterdiği bir şey varsa o da artık dünyadaki tek etkin savaş yönteminin terör olduğu. Artık, tüm devletlerin aynı şekilde örgütlenip aynı amaçlara hizmet ettiği bir çağda ne devletler arası bir siyaset ve dolayısıyla savaş söz konusu olacaktır ne de tüm farklılıkların bir potada erimesine hizmet eden çoğulcu demokrasinin gelişip her yana yayıldığı bir çağda, fark fikri üzerinden kimlikler siyaseti ve kimlik mücadeleleri gerçekleştirilebilecektir. Anlaşıldığı kadarıyla 21. yüzyıl, tamamen karmaşık ağsal ilişkiler üzerine kurulu, bizleri kodlayan, programlayan, mutlak olarak denetim altında tutmaya çalışan bir sistemin ve bununla baş edemeyen mutlak olarak dışlanmışların mücadelesine sahne olacak.

Bugün Rusya, Peki Ya Yarın?
Bugün Putin’in ellerinden kaçanlar, yarın, kendilerine uzaydan gelen birer yabancı mahlukat muamelesi yapan düşmanlarına karşı eylem planları yaparken şüphesiz artık bir ilkokul baskını ile yetinmeyecektir. Maalesef, muktedirlerin terörün kökenini anlamaya, tartışmaya yanaşmamak konusundaki inatları, tüm bir insanlığın her geçen gün biraz daha yıkıma sürüklenmesine yol açıyor.
Filistin’de olsun, Çeçenistan’da olsun, terör, bu insanların evlerinden, yerlerinden yurtlarından edilmesi, eşlerinin, ana babalarının ve çocuklarının katledilmesi, dostları ve akrabaları ile aralarına dikenli teller, yüksek duvarlar örülmesi, nihayetinde ellerinde avuçlarında ne varsa çekip alınması ve tüm bunlar karşısında dünya kamuoyunun sessiz kalması ile başlamamış mıydı? Mutlak olarak sessizliğe mahkum edilenlerin son derece amaçsız, son derece çaresiz, o yüzden de son derece acımasız bir tepkisi olarak yükselen terör, aslında düzenin acımasızlığının aynadaki bir yansımasından ibaret.
Böylece yükselmeye başlayan terör karşısında insanların tepkileri önce büyük bir şaşkınlık, ardındansa büyük bir duyarsızlık oldu. Çeçen eylemciler, Moskova’daki tiyatroyu basıp oradaki varlıklı Rus izleyicileri rehin aldıklarında, herhalde Rus devletinin, bu zengin ve elit grubun zarar görmesini göze alamayacağını varsaymıştı. Ne var ki, öngörüleri gerçekleşmedi ve Rus özel timi, ne kadar özel olduğunu göstererek içerideki rehinelerin yarısını katledip eylemi sona erdirdi. Anti-terör timinin estirdiği terörün, eylemcilere verdiği yegâne mesaj ancak şu olabilirdi: “Bu yaptığınız bizi korkutmuyor, dikkat çekmek istiyorsanuz daha büyüğünü yapmalısınız!” Eylemciler zaman içinde sık sık irili ufaklı eylemler gerçekleştirdi. Belki de bugüne kadar Osetya’da bomba konulmadık kilise kalmadı. Ama bunlar uluslararası haberlerde görülmedi bile. Tıpkı bugün, İsrail’de ‘sadece’ bir iki kişinin öldüğü intihar saldırılarının pek bir haber niteliği taşımaması gibi bunlar da arada kaynayıp gitti. Kitlelerin, insanların yıkımı karşısındaki duyarsızlığının doğurduğu şiddet de yine duyarsızlık ve ilgisizlikle karşılanıyordu. Öyle bir şey yapılmalıydı ki, tıpkı 11 Eylül gibi, insanlar izlemek, takip etmek zorunda kalsındı. Eylemciler Moskova metrosunu havaya uçurdu, iki de uçak düşürdü. Sesleri ancak televizyon haberlerinde beş dakika duyuldu. Kitlelerin duyarsızlığı açıkça terörü kışkırtıyordu. Ve eylemciler sonunda Beslan’daki okulu, çoluk çocuk rehin alarak bastı. Bu kez daha büyüğünü yapmışlardı. Dünyanın gözü önünde Rus Devleti, çocuklarını riske atamazdı. Ama öyle olmadı. Şimdi, dikkat çekebilmek için daha büyüğünü yapmayı deneyeceklerinden kimsenin kuşkusu olmasın. Olan biteni iki günde unutur, duyarsızlaşır ve toparlandığınızı iddia ederseniz, terör dikkatleri çekebilmek için bu sefer iki misli büyük bir şiddet uygulayacaktır. Böyle bir düzende duyarsızlaşma eşiği yükseldikçe terörün şiddetinin yükselmesi de kaçılmazdır ve bu noktada, duyarsızlaşan kitlenin bizzat olayların faili olduğunu iddia etmek de yanlış olmayacaktır. Bugünlerde insanlık, kendi kendisinin yıkımını kendi elleriyle hazırlıyor.

Tam Bu Sırada, Türkiye Denen Uzak Ülkede…
Bu yazı aslında bir popüler kültür yazısı. Gündem, popüler kültürün ürettiği ve tükettiği bir olgu. Genişlemeden sorumlu Avrupa Birliği temsilcisi Verheugen, Türkiye’ye gelip de AB raporundan bahsetmeye başladığında tüm basın yayın ve buna bağımlı yaşayan kitleler için “Beslan’daki Okul Baskını” isimli film bitmiş, “AB Hiç Bu Kadar Yakın Olmamıştı” filmi başlamıştı. O kadar unutkanız ki! Yanlış anlaşılmasın bunu olumsuz bir tavır olarak değerlendiren ve yargılayan bir tutum içinde değilim kesinlikle. Herhangi bir doğru ve yanlış tanımı yapabilecek kadar ayağımı sağlam basabileceğim bir dünya yok zira altımda. Unutkan olduğumuz ise sadece bir tespit. Bazı tarihsel ve felsefi analizler dışındaki tüm güncel yorumlar, bu yazı basıldığında hafızalarımızın çöplüğünde çoktan unutulmuş olacak. Kainatın devasalığı karşısında, hafızalarımızın küçüklüğünü düşünürsek unutmamızı kimse ayıplamaz herhalde. O zaman iyisi mi tekrar gündeme dönelim ve iktidardakilerin, Türkiye’ye akacak milyonlarca Euro vaad ettiği için; liberal solcuların, daha fazla demokrasi ve söz söyleme hakkı vaad ettiği için, İslamcılar’ın bu çoğulculuk içinde daha çok özerklik vaad ettiği türbana ılımlı baktığı için, Kürtler’in de yine onlara demokratik haklar vaad ettiği için girilmesini desteklediği, istisnasız hemen herkesin, vallahi de billahi de hiçbir çıkar gözetmeksizin, peşinden koştuğu şu AB’yi, nasıl olup da bir zina meselesiyle kendimize soğuttuğumuzu tartışalım. Sahi, “zinayı yeniden ceza ilan edip söz kestiğimiz demokratik AB’yi, muhafazakar bir abi ile aldatarak aslında zina yapmış olmadık mı?” Eğer bu tırnak içindeki cümleyi, olaylar sıcakken, çok satan bir gazetenin köşelerinden birini dolduran bir yazıda kullanmış olsaydım, gerek metaforik yaklaşımındaki ahenk ve gerekse kafiyedeki başarı dolayısıyla oldukça takdir toplayacağıma eminim. Ne var ki, aslında bu zina meselesi de yakında unutulacak. En azından biz dergiyi çıkarana kadar. Onun da ne zaman olacağı meçhul ya…
İyisi mi siz hayat, evren ve her şey hakkında bu yazıdan bir ders çıkardınız mı onu söyleyin!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s