Proxima Centauri (Ömer Baytaş)

Bu bir kitap tanıtımından çok neler kaçırdığınızı anlatan bir yazı olacak ne yazık ki. Hayat insanı bazen böyle ani tesadüflerle şaşırtabiliyor: Bir arkadaşımın durup dururken okumam için elime tutuşturduğu “Proxima Centauri” olmasaydı muhtemelen ömrümün sonuna kadar Ömer Baytaş’tan haberim olmayacak, “Türkiye’de bilimkurgunun geçmişi, üzerine devamını inşa edeceğimiz yapılar, yapıtlar yok” diye hayıflanan zümrenin bir parçası olacaktım. İşte bu tür fikirlerin sebebi, kitabı raflarda görmenin, arayıp da bulmanın pek mümkün olmamasıdır herhalde. (Google’da aratınca iskenderiye.com’da silinmiş bir kayıt ve ideefixe’de bir tükendi ibaresiyle karşılaşılıyor)

‘92 yılında İnsancıl Yayınları’nın bastığı Proxima Centauri, bir trafik kazası sonucu ölmüş olan Andrey Alexi’nin mezarda uyanmasıyla açılıyor. Bilinci yerine gelmesine rağmen Andrey, hiçbir şekilde bedenine hükmedemiyor ve toprak içinde felç olmuş vaziyetteyken yanına sokulan yılanın göz kapaklarını yemesine mani olamıyor. Bu korkunç ve muhteşem giriş esnasında Baytaş, acınacak insanlık/insan oluş durumumuza dair yığınla tespiti satırlara döküyor.

Romanın varoluşçu bir kitap olduğu söylenebilir. (“Varoluşçu olan kitap değil yazardır” demek daha da doğru olabilir tabii.) Bunu hem varoluş kelimesinin kullanım sıklığından (örneğin umarsız bir panik anında, telaşı nedeniyle konu üzerinde yeteri kadar duramayacak durumdaki kahraman yerine yazarın yok olmanın tatlılığı hakkında şu söyledikleri: Ne güzel uykudur o. Sabahı olmayan uyku, bütün olasılık ve olabilirliklerin tek seçeneğidir. Çünkü varolmak, varolduğunu bilmek ve varolmanın acıları varlığın dinginliğini bozuyor, onun gelişimini ve olgunlaşmasını engelliyor, eksik bir hayat sürmesine neden oluyor.) hem de bir türlü bitmeyen sorgulamalardan (bir bedene ve onun ilkel ihtiyaçlarına sahip olmanın kanatlanan varlığını ve fantezilerini bozduğu fikrinden, esas bu kısıtlanmışlığın onun hayal gücünü harekete geçirdiği fikrine geçmesi vb.) anlıyoruz.

Eserin bir kurgu oluşu da kendi içerisinde sorgulanıyor. Yazar kahramanlarını, kendi tasarladığı dekorlardaki kuklalar gibi oynatmıyor. Aksine kişinin başkasıyla ilgili her şeyi bildiği tanrı-romancıların 19. yy’da kaldıklarını söylüyor. Okuyucuyu, yazarın kaybettiği bir arkadaşını ve öldükten sonra onun başından geçecekleri içeren düşlerini okuduğuna dair bir tahminde bulunmaya itiyor.

Kahramanımız dünyadan uzaklaşarak bir şekilde zamanda ve mekanda üç yüz ışık yılı öteye, Proxima Centauri yıldız sistemine, oradaki gezegenlerden birine inşa edilmiş dünya dışı altıncı koloniye geliyor. Fanuskent’te yaşayan koloninin dünyadan bunca uzak olması ve her şeyi neredeyse sıfırdan başlayarak kurmuş olmaları, onlara ve yazara uygarlığımızı üzerine inşa ettiğimiz temel değerleri, her tür insan ilişkisini ve insanların kendilerini “çevre”lerine göre konumlandırışlarını sorgulama imkanı veriyor. (Bu esnada Andrey’in bir ölü bedeninde yaşaması da yazarın türlü türlü huzursuz hissiyatlar yaratmasına yardım ediyor.)

Her şeyi anlatıp potansiyel okuyucuların tadlarını kaçırmamak için kitabın geri kalanından tek bir örnek vereceğim. Belki de hayata katılıp katılmamayı da kendi sorumluluk alanına katıp “özgürlüğün, üzerine aldığın sorumluluk kadardır” şiarını sonuna kadar uygulayabilmek için Baytaş bir düşünce deneyi hazırlamış: Fanuskentliler ana karnındaki çocuktan, o daha doğmadan önce dünya hakkında bilgiler verip gelip gelmeyeceği konusunda onay almak için bir sistem kuruyorlar. Ve tabii ki, otoriteler cenine yalnızca işin laylaylom, çiçek-böcek kısmını içeren bir VTR gösteriyorlar ama kahramanlarımız biraz daha “objektif” olan kendi montajlarını da gizlice bebeğe aktarıyorlar. (Bilirsiniz yazarlar eserlerini “gerçekçi” kılmak için ütopyalarını başarısızlığa uğratırlar.) Karar günü, atalarının hafızasını yüklenmiş bir melanet [abomination, dune] edasıyla dile gelen bebek ‘Son’, önce onun için çizdikleri ve onu davet ettikleri mutluluk tablolarının hangi mutluların gıpta edilen hayatını dile getirdiğini sorarak teste hile karıştıranları azarlıyor sonra da kısaca dünyaya gelmek istemediğini söylüyor. Onun iyiliği için uğraştıklarını söyleyenleri “iyilik kelimesini farklı şekillerde kullanıyor demek ki” diye yanıtlıyor. Ve curcuna başlıyor…

Son olarak, Yüreğinin sesi ile kimse övünmeye kalkmasın. Çünkü en küçük bir şans verildiğinde insan yüreğinin iyicil duygularla dolması o kadar kolaydır ki alıntısından da anlayabileceğimiz gibi Türk edebiyatında eksik olduğundan yakınılan kötücüllüğün de bol miktarda mevcut olduğu bu kitaba bir şekilde rastgelir ve onu okumaya başlarsanız, kıraat esnasında mümkün olduğunca dış dünyayla bağlantınızı kesmeye çalışmanızı öneririm; yoksa kitap bitip de gündelik hayata karışmak zorunda kalınca, kabuğunuzun tekrar kapanacağı, ruhunuzun okurken kazandığı hassaslığı tekrar yitireceği bilgisi nedeniyle hissedeceğiniz burukluğu okuma süreciniz kesildikçe birkaç defa daha hissedersiniz:
Bazen öyle uç düşüncelere kapıldığı olurdu ki…benliği denetimden çıkardı. O zaman bakışlarını boşluğa diker, sonsuzluklara karışmayı beklerdi. O sonsuzluklar ki oralarda ölçme biçme, değerlendirme, standartlara uydurma, sınırlama yoktu. O sırada kapı vurulurdu ya da telefon çalardı ya da annesi bitişikten faturayı ödeyip ödemediğini sorardı…Gündelik hayat bir nedenle varlığını belli eder, kendini öne çıkarırdı. Bütün büyü bir anda bozuluverirdi.

Proxima Centauri (Ömer Baytaş)” üzerine bir yorum

  1. merhabalar,
    Bu kitap ikinci ciltle birlikte yeniden basıldı.
    Bana adresinizi verirseniz size yeni basılmış halini ıletmekten mutluluk duyarım.
    Şimdiden teşekkürler
    Cemile Çakır

cemile cakır için bir cevap yazın Cevabı iptal et

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s