Yüzüklerin Efendisi’nin üçüncü ve son bölümü “The Return of the King” (Kralın Dönüşü) 19 Aralık’ta vizyona giriyor. Aslına bakarsanız, senaryosu bundan yaklaşık elli yıl kadar önce Tolkien tarafından yazılmış olan serinin bu son filmine dair bekleyişin tamamen bilinmez bir muamma olan Matrix’in sonunu beklemek kadar heyecan verici olduğunu söylemek güç. Sonunda ne olacağı bilinen bir sinema filmine dair spekülasyon yapmak da pek anlamlı görünmüyor. Yüzüklerin Efendisi’ne dair tartışmalar da zaten filmin olay örgüsünden çok ya kitapla film arasındaki benzerlik ve farklılıklardan yola çıkan Tolkien hayranlarından filmi beğenenler ile hayal kırıklığına uğrayanlar arasında ya da Yüzüklerin Efendisi’ni Hollywood’un yeni para tuzağı olarak gören ve filmden yola çıkarak fantezi-kurgunun bir gerçeklikten kaçış edebiyatı ve sineması olduğu savunanlar ile Yüzüklerin Efendisi’ni gerçek dünyaya dair sonsuz göndermeleri olan muhalif, sıra dışı bir meydan okuma olarak tanımlayanlar arasında geçti ve geçiyor. Tüm bu tartışmalara Altyazı Dergisi’nin önceki sayılarında kapsamlı bir şekilde yer verilmişti. (bkz. Altyazı Sayı:13 / Aralık 2002) Ben ise bu yazıda, tüm bu tartışmalara tarihsel bir boyut katmaya çalışacağım. 1955’te yayımı tamamlanan bir kitap olarak doğan Yüzüklerin Efendisi’nin 2003 yılının son ayında gösterime girecek bir filme dönüşürken geçirdiği evrime, Yüzüklerin Efendisi çevresinde günün toplumsal koşullarına göre oluşan evrenin nasıl da dönemden döneme farklılaştığına ve böylece metin aynı kalırken yorumunun nasıl da değiştiğine değineceğim. Böylece, aslında kitap ve filme dair karşıt tarafların görüşlerinin dayanağının farklı tarihsel dönemlerden beslendiğini ve ortada aslında birden fazla Yüzüklerin Efendisi olduğunu görme imkanımız olacak. Pek tabii bu durumda, filmin gösterime girmesiyle yeniden alevlenen birçok tartışmanın aslında havada kaldığı ve anlamını yitirdiği gözümüze çarpacak.
O zaman hep beraber yazının başlığındaki soruyu sorarak başlayalım:
“Hangi Yüzüklerin Efendisi?”
Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi
J.R.R. Tolkien’in 1948’te yazmayı bitirdiği Yüzüklerin Efendisi’nin yayımlanması ancak 1955’te tamamlanmıştı. Kitabın piyasaya çıktığı ilk yıllarda tepkilerin genelde olumsuz olduğu söylenir. Bir İngiliz Dili Profesörü olan Tolkien’in o zamanlar için fazlasıyla gerçek dışı kabul edilen böylesi bir eseri kaleme alması şaşkınlıkla ve yer yer alayla karşılanmıştı. Hatta bu durumu skandal olarak değerlendirenler bile vardı. Oysa Tolkien, eserinin arkasında durmaktan vazgeçmeyecekti. Gerçeküstü öğelerle bezenmiş devasa bir mitolojik masalın, üstelik saygın bir dil profesörü tarafından kaleme alınması, o dönemin edebiyat dünyası için gerçekten son derece tuhaf ve sıra dışı bir olay olarak algılanmıştı. Yüzüklerin Efendisi, bir şekilde varoluşuyla neden olduğu yadırgatıcılığını, içeriğinde de barındırıyor ve yaşanılan çağın dogmalarını bilerek ya da bilmeyerek tehdit ediyordu. Tolkien’in zengin hayal gücünün bir yansıması olarak yarattığı Orta Dünya, bilimin ve aklın dilinin karşısına şimdiye kadar bildiklerimize benzemeyen yepyeni dilleri, modernist düşüncenin karşısına büyü, fal, kehanet gibi metafizik inançları ve en önemlisi de doğanın insan tarafından kontrol edilebilirliğine olan güven karşısına kaderi koyarak döneminin paradigmalarını tersyüz etmişti.
Yüzüklerin Efendisi’nin İkinci Dünya Savaşı’nın buhranlı yılları esnasında yazıldığını da gözden kaçırmamak gerekiyor. O yıllar tam da modern aklın ürünü olan silah fabrikalarının ve seri üretimin, düzenli işleyen bürokratik organizasyonların ve teknolojinin insanlığa kan, gözyaşı ve yıkıntılarla dolu bir dünya olarak geri döndüğü, Mordor’un karanlığının her yanı sardığı döneme denk düşüyordu. Hemen her sorunun rasyonel hesaplar ve bilimin ışığında çözümleneceğine, her şeyin bilinebilir, öngörülebilir ve dolayısıyla kontrol edilebilir olduğuna sonsuz bir güvenin beslendiği böyle bir çağda Tolkien’in kaderi ve tevekkülü yeniden gündeme getirmesine şaşmamak gerekir. Zira kader, kehanet, fal, büyü ve doğa üstü yaratıkların hepsi de insanın doğayı tam olarak bilme ve kontrol etme fikriyle çatışan metafizik olgulardır. Kendisini bir katolik ve monarşist olarak niteleyen Tolkien’in, büyük bir çoğunluğun ilerlemeye ve gelişmeye inandığı o zamanki dünya karşısında istese de isteme de muhalif bir konumda gözüktüğünü söylemek mümkündü….
Gandalf Başkanlığa! Frodo Yaşıyor!
68’lerin Yüzüklerin Efendisi
Zaman içinde Tolkien’in kitabı, kendisinin beklediğinden çok daha büyük bir ilgi gördü. 60’ların sonunda Yüzüklerin Efendisi adeta gençliğin ve yeni muhalefet hareketinin kutsal kitabı haline dönüşmüştü. Yeni yeni gelişmekte olan çevreci hareket, Tolkien’in Mordor’unu kontrol edilemeyen endüstrileşmenin çöle dönüştürdüğü dünyayı; ABD’deki savaş karşıtı hareket ise farklı ırkların kardeşçe yaşadığı Orta Dünya’nın savunma savaşını Vietnamlılar’ın direnişini temsil etmesi için ödünç alıyor; “Gandalf for President” (Gandalf başkanlığa) pankartları ve “Frodo Lives” (Frodo yaşıyor) stickerları hemen tüm gösterilerde göze çarpıyordu. Kısacası daha adil bir dünya özlemi Yüzüklerin Efendisi’nden güç alıyordu. Oysa tüm bu yaklaşımlar Tolkien’i tedirgin etmişti. Bir söyleşide Tolkien, “Bazı genç Amerikalılar kitaplarımdan yazdıklarım ile ilgisi olmayan anlamlar çıkarıyorlar” diyerek bu duruma tepkisini gösteriyor ve hayranlarını “benim acınası mezhebim” diye nitelendiriyordu. İşte bugünden bakıldığında göz ardı edilen bu gerçek, aslında Tolkien’in Yüzüklerin Efendisi ile 68’lerin Yüzüklerin Efendisi arasındaki farkı gözler önüne seriyor. Bugünkü hayranlarının büyük bölümünün sandığının aksine, modernizmin ürünü olan hümanizm ve demokrasiyle işi olmayan, kendisi de önünde sonunda mitolojik de olsa bir düzen öngören Tolkien’in, gayet düzen bozucu olarak gördüğü savaş karşıtı harekete de çevreci harekete de destek vermesi söz konusu değildi. Lakin elinden de bir şey gelmiyordu. Yazdığı metin aynı kalırken koşullar değişmiş, kendisi değişen bu koşullar karşısında muhafazakar bir tutum benimserken, Yüzüklerin Efendisi, hayal gücüne verdiği önemle yeniliğin ve muhalefetin başvuru kaynağı olma özelliğini sürdürmüştü.
Tam da bu nedenle 70’ler boyunca fantezi edebiyatı yine marjinal olmaya, iktidar tarafından bir kaçış edebiyatı olarak tanımlanmaya mahkum edilecekti. Bu çağlarda fantezi-kurgu dalında eserler veren, ancak Tolkien’den bir hayli farklı olarak önceliği yarattığı dünyadan çok o dünya aracılığıyla dile getirdiği muhalif mesaja veren feminist yazar Ursula LeGuin Amerikalılar’ın Ejderhalardan korktuğunu vurguladığı bir söyleşisinde(*), fantezi-kurguyu gerçekdışı ve yararsız olarak gören orta sınıf Amerikalılarla ironik bir biçimde dalga geçiyordu. Hayal güçlerini disipline edememiş, çocukluklarını kaybetmiş bu insanlar, LeGuin’e göre olgunlaşamamışlardı. Oysa fantezi gerçekti. Amerikalıların bir çoğu fantezideki hakikatin, yaşamaya mecbur edildikleri hayatın sahteliğine, boşluğuna, gereksizliğine, sıradanlığına karşı bir meydan okuma, hatta bir tehdit oluşturduğunu çok da iyi biliyorlardı. Onlar işte bu gerçeklikle yüzleşmekten, yani özgürlükten korkuyorlardı. LeGuin şöyle devam ediyordu: “….Bir de Aristotle Onasis'i veya Paul Getty'i (70’lerde dünyanın en zenginleri) ele alalım: bu adamların hayatlarının herhangi bir bölümünde, herhangi bir nedenle bir hobbitle alışverişleri olmuş olabilir mi?…
….Büyülü yüzüğünü hayali bir yanardağa atmaya çalışan bir hobbitin sorunlarını okurken öğrenecekleriniz, ne toplumdaki statünüzü ne de gelirinizi olumlu yönde etkilemez. Hatta, arada bir ilişki varsa tam ters yönde olmalı. Fantezi ile para ters orantılıdır. Bu, ekonomistlerce -LeGuin kanunu- olarak bilinen bir kanundur!..”
Hollywood’un Yüzüklerin Efendisi
80’lerde toplumsal koşulların bir hayli değiştiğini hep beraber gördük. Sol bloğun yıkılmasıyla beraber girilen post-modern çağda, bir taraftan Tolkien’in modern aklın yerine koyduğu büyü, fal, kehanet ve dinsel inançlar yeniden meşru ve popüler bir kültür öğesine dönüşüyor, diğer taraftan da 68’lerin çevrenin ve barışın korunmasına ve farklı cinsel ve etnik kimliklerin tanınmasına yönelik toplumsal talepleri, sistem tarafından çoğulculuk ve çok seslilik adı altında fazlasıyla karşılanıyordu.
Ne var ki tüm bu değerlerin geri dönüşü asla Tolkien’in veya 68 gençliğinin öngördüğü gibi, yani eskisi gibi olmayacaktı. 80 sonrasının meşhur ikilisi neo-muhafazakarlık ve neo-liberalizmin ön takılarındaki bu “yeni” vurgusu, aslında büyü, mistisizm ve fal gibi inançların da cinsel özgürlük ve ekolojik taleplerin de istenenden farklı bir biçimde, içeriği boşalmış birer imaj, tüketilmeyi bekleyen birer görüntü olarak geri dönerken geçirdikleri yozlaşmaya denk düşüyordu. Kültürel ve kimliksel çeşitliliğin tüketim kültürü içinde aynılaştığı, değerlerin alınır satılır bir meta haline geldiği, kimsenin herhangi bir şeye artık yürekten inanmadığı, insanların gömlek değiştirir gibi inanç ve imaj değiştirdiği bir çağda, yaşadığımız dünyanın tüm diğer dilleri gibi Orta Dünya’nın o özgün dili de anlam erozyonuna uğramaktan kurtulamayacaktı.
Şüphesiz 80 sonrasının bu koşulları, fantezi edebiyatını marjinal ve hor görülen bir dal olmaktan çıkarıp onu popüler ana akımlardan biri haline getiriyordu. Böylesi bir çağda “LeGuin kanunu” olarak tanımlanan, para ile fantezinin ters orantılı olduğuna dair yaklaşımın da tersine dönmesi kaçınılmazdı. Sanırım bizim kuşağımız, fantezi-kurgunun, sinemadan popüler edebiyata, bilgisayar oyunlarından FRP dünyasına kadar yaygınlaşarak nasıl da piyasanın ve kâra dayalı düzenin, kısacası gösteri ve tüketim toplumunun bir parçası haline geldiğine hep beraber tanık oldu. Günümüzün ekonomik imparatorlukları artık hobbitlerle alışveriş ediyor, kısacası fantezi parayla doğru orantılı olarak artıyordu.
Peter Jackson’ın Tolkien’in kitaplarından uyarlayarak bir filme dönüştürdüğü Hollywood’un Yüzüklerin Efendisi, işte böyle bir çağın ürünü olarak karşımıza çıktı.
Fantezi türünün adeta sembolü olan Yüzüklerin Efendisi’nin bir sinema filmi olarak bu ilk gösterimi, fantezi üzerine tartışmaları yeniden alevlendirecekti. Son dönemdeki tartışmalar, başta da belirttiğim gibi Yüzüklerin Efendisi’ni gerçekdışı bir safsata ve Hollywood’un yeni para tuzağına indirgeyenler ile adil, özgür bir dünya özleminin dışavurumu olarak romantize edenler arasında geçiyordu. Bir taraf Yüzüklerin Efendisi filmini bir takım komplo teorileriyle süsleyerek Amerikan emperyalizminin en başat öğesi olmaya kadar götürürken diğer taraf LeGuin’den alıntılarla bezenmiş destansı makalelerde adeta dünyanın kurtuluşuna dair anahtarın adresi olarak Yüzüklerin Efendisi’ni gösteriyordu. Aslında yukarıda uzun uzadıya değinmeye çalıştıklarımdan yola çıkarsak tartışmanın taraflarının, tarihin farklı dönemlerinden fırlayıp geldiklerini kolaylık iddia edebiliriz.
Oysa bugün ne fantezi türünde ürün vermenin gülünç karşılandığı Tolkien’in 50’lerinde ne de fantezi edebiyatının marjinal bir akım olarak görüldüğü ve özgürlüğün sesi olduğu LeGuin’in 70’lerinde yaşıyoruz. Hemen her şeyin simgesel bir kod tarafından belirlendiği bir çağda ortada artık ne kurtarılacak bir dünya, ne Mordor’un lavları içinde eritilip yok edilecek bir iktidar ne de bir özgürlük vaadi bulunuyor. Ne üzücüdür ki, Yüzüklerin Efendisi’nin bir zamanlar için çok anlamlı olabilen mesajı bugün için hemen hemen hiçbir şey ifade etmiyor. Tıpkı çağımızda tüm inanç sistemlerinin başına geldiği gibi, mitolojinin bu son ürünü de çoktan anlam erozyonuna uğradı. Bugün çevremizde ne Frodo Baggins ve Sam kadar saf ve iyi yürekli cesur kahramanlar ne de Sauron kadar bilinçli bir şekilde kendini kötülük yapmaya adayanlar var. Aslında belki filme dair bir yakıştırma yapacaksak, iyi ile kötü, efendi ile köle, iktidar ile muhalefet, siyah ile beyaz arasında hemen hiçbir ayrımının kalmadığı çağımızda, hepimizin adeta aradaki gri bölgede sıkışıp kalmış birer Gollum’a dönüştüğümüz söylenebilir.
Diğer yandan 80 öncesinin sol jargonuyla, Yüzüklerin Efendisi’ni emperyalizmin bir unsuru, Amerikalı efendilerin cebimizdeki parayı kapmak için yarattıkları bir çocuk kandırmacası olarak adlandırmak ya da tüm bir fantezi edebiyatı ve sinemasını bir kaçış alanı olmaya mahkum etmek de artık son derece sığ bir yaklaşım olarak kalıyor. Hayal gücünü böylesi geliştiren, yarattığı dil ile gerçek ve doğru olduğuna sonsuz derecede inanılan değerleri adeta yerle bir eden, belki de bir zamanların en gerçekçi bir türünü bir kaçış edebiyatı olarak nitelemek asla mümkün değil. İddia edildiğinin aksine bugün için Yüzüklerin Efendisi’nin içini boşaltan ve onu değersizleştiren, ne Tolkien’in metni, ne bu metnin sinemaya uyarlanması ne de filminin bugün bu kadar popüler olması. İlginçtir, Yüzüklerin Efendisi’nin metni aynı kalırken içeriğinin boşalmasına neden olanla, tam da onu emperyalizmin bir unsuru, kapitalist efendilerin bir dayatması olmakla suçlayan sol paradigmanın içini boşaltıp kurduğu komplo teorilerini gülünçleştirenler aynı şeyler: 80 sonrasında tüm büyük dinlerin ve hatta muhalif ideolojilerin dahi çekiminden kurtulamadığı tüketim kültürü ve tüm anlam ve değerleriyle birlikte gerçekliği ortadan kaldıran simülasyon düzeni…
Sonuç Olarak
Fantezi türünün ve Yüzüklerin Efendisi’nin bizlere kazandırmaya çalıştığı hayal gücünün karşısında bugün artık sözde bir gerçekçilik iddiası değil, çok daha vahim bir tehdit olan, aslından ayırt edilmesi çok daha güç, sözde bir hayal gücü bulunmaktadır. Hayallerimiz, televizyon ekranlarının ve niteliksiz kitapların çerçevesiyle sınırlandırılmıştır. Artık ancak bizden beklenildiği kadarıyla hayal edebilir, haz alabiliriz! Elbette hemen ardından işimizin başına dönmek şartıyla…
Yüzüklerin Efendisi de tam da böyle bir düzene uygun bir film olarak çekilmiş. Sinemanın tüm olanaklarının kullanıldığı görsel ve işitsel efektleri, şahane kostümleri, yaratıklarının tasarımındaki başarı ile büyüleyici bir film. İzlerken yormuyor, üstelik tanıdık bir takım görüntülerle özellikle Amerikalı izleyiciyi koltuklarına bağlayabiliyor. Aragorn bir kovboy edasıyla atını şaha kaldırırken, Legolas kaykay üzerinde Orc’lara ok fırlatabiliyor örneğin. Bir süreliğine kendinizi Orta Dünya’da hissetmeniz işten bile değil. Ama sinema salonundan çıkınca geriye hoş bir tatmin ve haz duygusundan öte (eğer kitabı okumadıysanız) pek de bir şey kalmadığını söylemek mümkün. Kısacası Yüzüklerin Efendisi’nin mesajıyla ilgilenen pek kimse yok. O yüzden ne Yüzüklerin Efendisi’ni bu kadar abartmanın ne film üzerine komplo teorileri üretmenin ne de dünyanın kurtuluş çarelerini burada aramanın anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Ben de elbette Yüzüklerin Efendisi’nin son bölümüne gideceğim. Tam da o görsel efektleri, şaşaalı kostümler içindeki oyuncuları izlemek ve tabii üç saat boyunca hoşça vakit geçirmek için.
(*) Söyleşinin tamamı için bkz. Davetsiz Misafir dergisi Yaz 2003 sayısı: Amerikalılar Ejderhalardan Neden Korkuyor?
bence 3 yapıtta birbirinden harika.Yalnız bazı siteler tarafınan da bozularak çok kötü bir hal alıyor