“Altyazı Sinema Dergisi'nin Eylül 2006 sayısında yayımlanmıştır.”
Pembe gül idim soldum…
Türk sinemasında son dönemin öne çıkan başarılı isimlerinden Çağan Irmak’ın yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği Çemberimde Gül Oya’nın ilk görüntüleri 2004 yılının Eylül ayında KanalD ekranlarına yansıdığında herhalde kimse bir dizinin bu kadar tartışma yaratacağını, beğenen beğenmeyen milyonları ekrana bu denli bağlayacağını beklemiyordu.
Bazen göz ucuyla atılan bir bakışta, bazen televizyonun karşısında pür dikkat kesilmiş bir çoğunluğun tahakkümüne zoraki bir boyun eğişte yakalamıştı bu dizi bizleri. Daha ilk anda bir şeylerin farklı olduğu, sıradışı bir şeylerin sıradışı bir biçimde anlatılmaya çalışıldığı seziliyordu.
Hikaye 70’lerin sonunun 80’lerin başının hikayesiydi. Daha doğrusu, bu yılları 20’li yaşlarında yaşamış ve bugün 40’larının sonuna merdiven dayamış Yurdanur’un, yani bugün içinde yaşadığımız toplumun en başat kuşağının bir temsilcisinin, kendi gençliğini ve geçmişini bugünden bakıp nasıl gördüğünün anlatısıydı Çemberimde Gül Oya. Her tarih anlatısı gibi aslında bugünden bakarak kurulan bir geçmişin, yani şu anın hikayesiydi bir yandan da. Diziyi izleyen bizlerden, 70’li yıllarda yaşananları kendi bakış açısından kaleme alıp romanlaştıran Yurdanurla beraber geçmişin peşine düşmemiz ve bir anlamda o zamanların aşklarına, umutlarına, devrimlerine ve dostluklarına vefa borcunu ödememiz bekleniyordu hiç şüphesiz. Çağan Irmak da bu diziyi toplumsal idealleri için mücadele etmiş ve acı çekmiş olanlara adadığını söylemiş, verdiği ropörtajlarda unutulmak istenen bir geçmişi ekrana getirmeyi arzuladığını sık sık vurgulamıştı zaten. Kısacası, büyük sıkıntılar çekmiş bir kuşağı bir türlü kabul edemediği geçmişiyle yüzleşmeye çağıran iddialı bir yapımdı Çemberimde Gül Oya.
Okumaya devam et
Ne kadar kolay unutuyoruz… Bugünü, şu anı, tarihselliğinden ve dünyasallığından koparıp nasıl da ebedi ve ezeli zorunlu tek gerçeklikmiş gibi yaşıyoruz. Her şeyin bu denli hızlı değiştiği ve unutulduğu bir çağda geçmişi, yaralarımızı, acılarımızı ve pişmanlıklarımızı nasıl da bastırıyor, saklıyor, hiç yaşanmamış, hiç olmamış, bizi hiç ‘bozmamış’ gibi yolumuza devam ediyoruz… Belki böylesi daha kolay geliyor da ondan.